Hayaletler ve Termodinamiğin İkinci Yasası – Ekin Gökgöz


Mihriban ve Yakup’un anısına

Dıbı dı dıbı dı dıs…

Dıbı dı dıs dıs dıs…

Dıp dıbı dıp dıbı dıs…

Dıbı dı dıbı dı dıs…

Dıbı dıs dıbı dı dıs…

Dıbı dı dıs dıs dıs…

Dıbı dı dıbı dı dıbı dı dıs dıs dıs…

Köpeğin pamuk gibi tüylerini okşuyorum. Durmadan soluyor hayvan. Zeytin gibi gözleri var. Nedense pek hazzetmiyorum bu köpekten, her an ısıracak gibi duruyor. Ama işte tüyleri yumuşacık ve Esma beni izliyor. Köpeğiyle anlaşabildiğimi görmek hoşuna gidiyor. Takmış kafayı buna. Biraz da sırtını okşuyorum hayvanın.

Gerçekten sev. Gerçekten sevmedin.

Nasıl sevmedim? Seviyorum ya.

Hayır, ürküyorsun okşarken.

Isırmasın bu şimdi.

Köpekler ısırmaz. İnsanlar ısırır.

Sonra gözlerini kısıp bembeyaz dişlerini gösteriyor.

Bütün gün ot içiyorsun, hala inci gibiler.

Genetik olarak ballıyım moruk.

Ihlamur tepesine uzanan yokuşu çıkıyoruz. Köpek ayaklarımın dibinden ayrılmıyor. Güneş tam tepede. Ihlamurların birbirine değen çiçek demetlerinin altından geçiyoruz. Burası cennetin bir köşesi gibi, insan içinden geçerken minik bir aydınlanma yaşıyor. Varoluşsal bir trip işte, insanın özünden fışkıran manalar falan. Her neyse, mayısta burası başka, sonbahardaki yalnızlık hissi yok olmuş. Belki de yanımda Esma var diyedir.

Birlikte bir ağaç gölgesine oturuyoruz. Köpek biraz uzağımızda çimlerde yuvarlanmaya başlıyor. Esma sigarayı sarıyor. Parmak uçları tütünden sararmış, elleri belli belirsiz titriyor. Bakışlarım dirseğindeki dikiş izine kayıyor. Bunu hatırlıyorum. Çocukken bisikletten düşmüştü. Aynı dikişten benim de kulağımda var.

Sonra tüttürüyoruz. Yağ gibi kayıyor boğazımdan duman; göğsümün hemen altında minik bir kelebek kanatlanıyor. Japonlar hara diyorlar buraya. Nerden aklımda kaldıysa. Esma’nın tam orasına parmağımla dokunuyorum.

Noldu?

Tam buraya hara deniyor.

Öyle mi? Şu an oramda ılık bir nehir akıyor gibi.

Çünkü orası yaşamın kaynağı.

Salak şaka yapıyordum. Nerden duydun sen bunu?

Hatırlamıyorum nerden. Ama senin yaşamın ordan akıyor.

Bırak şimdi. Söyle o zaman doğanın harası neresidir?

Ağaçlar mı?

Hayır. Toprak!

Esma saçlarını ensesinde topluyor; sonra eliyle arkaya doğru çekiyor saçlarını, yüzünü güneşe dönüyor. Ihlamur çiçeklerinin gölgeleri parçalar halinde alnına düşüyor. Yine o mistik hallerinden birine büründüğünün farkındayım. Böyle olduğunda genelde sessizliğinin arkasında saklı bir soru olur. Onun tüm ağırlığını elleriyle insanın kucağına bırakıverir. Yine aynısını yapıyor.

Senden bir isteğim olacak.

Nedir?

Ama dur. Önce söyle. Köpeğimin adı ne?

Herkül.

Yuh ya! Hektor be Hektor!

Aman işte. Çağırmamı ister misin? Hektor gel oğlum buraya.

Hektor yattığı yerden doğrulup kuyruğunu sallamaya başlıyor.

Hazır çağırmışken ona şöyle bir sıkıca sarılsana.

Bunu mu isteyecektin?

Sana iyi geleceğini düşündüm. Yani işte, ne bileyim…

Cliffhanger.

Esma dudaklarını kemiriyor. Sonra boynunu büküp doğrudan gözlerimin içine bakıyor. Hiç kırpmıyor onları. İçerde kendimden ufalmış iki tane daha görüyorum.

Şunu yapmayı keser misin?

Niye? Tribe mi giriyorsun?

Hayır. Anlıyorum seni. Sağ ol.

Seni gerçekten düşündüğümü bil o zaman.

Biliyorum. Merak etme, birkaç bira içersem o köpekle dans bile ederim. Oldu mu?

Esma uzanıp yanağımdan öpüyor. Ruhunun bir parçası elmacık kemiğimden bütün yüzüme yayılıyor. Şefkat muhtaç kalınan bir nimet harbiden, insan saklayamıyor.

Biralarımızı içerken ıhlamurların gölgesinde yürüyoruz. Esma sarmayı uzatıyor. Çekiyorum.

Huşu. Naiflik. Nefsin körelişi.

Baksana, erkeklerle ilgili merak ettiğim bir şey var. Mesela düşün. Babanı bir bebek gibi kucağında taşıyorsun. Bu sana nasıl hissettirir?

Babam üzgün mü?

Nasıl yani?

Babamı taşırken babam üzgün mü bakıyor?

Olabilir. Evet.

Çaresiz hissederdim herhalde.

Ya sırtında taşısaydın?

Nereye varmaya çalışıyorsun acaba?

Sırtına çıkmanın yolunu yapıyorum. Hadi beni sırtına al!

Onun dediği oluyor ve Esma sırtımdayken koşmaya başlıyorum. Hektor heyecanlanıp havlıyor; sonra koşarak önümüze geçiyor. Kuyruğu bir araba sileceği gibi durmadan sağa sola oynuyor. Hayvanın keyifli hali Esma’yı güldürüyor. Tepenin ardına uzanan bir kahkaha atıyor Esma.

Ihlamurları arkamızda bırakıp tepeden aşağı iniyoruz. Çayırların ikindi vaktindeki müthiş sessizliği yüreğimize işliyor. Esma sırtımdan inip sessizce yanımda yürüyor. Hektor’un patileri gevşiyor. Trakyada yazın bu vaktinde bütün doğa işte böyle sakin bir ritimle nefes alıp veriyor.

Dıbı dıs… Dıbı dıs… Dıbı dıs…

İlerde nur yüzlü ayçiçekleri uzanıyor.

Esma diyor ki oradan geçelim mi?

Bana kalırsa onların üzerinden uçalım. Chagall‘ın ünlü tablosundaki gibi. Aynen.

La la la lal la laaa…

Ne ara ayçiçeklerine geldik? Kokuları burnumun dibinde. Pütürlü çehrelerini okşuyorum. Niye boynu bükülmüş bu zavallıların? Dur sarılayım şunlardan birine.

Sen iyisin.

Sen de iyi birisin Esma.

Ha ha! Tatlım harbiden gözün kaymış.

Olur böyle şeyler.

Esma beni kolumdan yakalayıp kendine çekiyor. Sıkıca sarılıyor enseme, başını toprağa eğiyor.

Biraz böyle kalalım. Sen de benim gibi yere bak.

Yere bakıyorum. Alınlarımız birbirine değiyor.

Aslında gözlerini de kapasan iyi olur.

Kapıyorum. Şimdi sadece sesler var. Ayçiçeklerinin fısıltısı.

Ayaklarımı hissediyorum. Toprağın şeklini alıyorlar. Artık yeryüzünün varlığını yadsıyamam.

Esma’nın parmakları hala ensemde. Ellerini boynumun bir parçası yapıyorum.

Zihnimde bir burçak tarlasının üzerinde uçuyoruz. Bulutları hemen tepemize çiziyorum. Rüzgarın uğultusu ağzımdan çıkıyor.

Napıyorsun?

Rüzgar sesi bu.

Peki.

Hektor’un sesini duyuyorum. Başımı çevirip baktığımda iki ayağının üstünde elinde bir poşet birayla geldiğini görüyorum onun. Boyu uzamış resmen. Patilerinden birini omzuma atıyor.

Naber abi? Sana bira getirdim. Gerçi çok içtin ama bunlar da cila olsun hadi.

Biralardan birini açıp uzatıyor.

Teşekkürler Hektor. Esma nereye kayboldu?

Bir süreliğine bizi yalnız bıraktı.

Neden yaptı ki bunu?

Ya sana şöyle söyleyeyim. Kız haklı aslında bir yerde. İnsanlar çoğu zaman kendi ırkına açılamadığı şeyleri bize rahatlıkla söylerler.

Anladım. Esma katarsis yaşamamı istiyor.

Bakma biraz inatçıdır ama tatlı kızdır o. Kalbi sevgiyle doludur. Yoksa birbirimize bağlanamazdık zaten. Dilin kuramadığı bağı sevgiyle kurarsın. Şu an seninle kalplerimiz konuşuyor.

Senin gözünde nasıl biriyim acaba?

Ateşten bir kaya parçası gibisin. Yokuş aşağı düşüyorsun ve üzerinden minik ateş parçaları sağa sola dökülüyor. Ve asla küçülmüyorsun.

Kızgın ya da öfkeli gibi mi?

Hayır. Yenik ve kaybetmiş gibi. Yüreğinde yangın var senin. Lütfen bana anlatırken sade ol. Basit sözcükler kullan. Olur mu?

Arkadaşım öldü Hektor. Onu kaybettim. Artık toprağın altında ve gözleri kapalı.

Nerde olduğunu biliyorsan kaybetmiş olmazsın.

Ama artık ölü. Konuşamıyor ya da yürüyemiyor.

Yine de koku ve müzik kalıcıdır. Her şeyin kokusu ve müziği olur. Onun da olmalı.

Ama artık sözlerime karşılık veremez. Ona sarılmak istesem sarılamam. Elimi omzuna koyamam anladın mı?

Anladım. Evet birçok şeyi yapamazsın. Ama aranızdaki sevgi devam ettikçe bağınızı koparmamış olursunuz. Sevgi sözlerden arınmış bir iletişim formudur. Biraz didaktik oldu di mi? Kusura bakma.

Sorun değil. Peki şimdi ne yapmalıyım?

Onu sevmeye ve yaşamaya devam etmelisin. Yaşamın içinde ölümden beter çileler vardır. Ama her çilenin de kendi vahası olur.

Tamam.

Tamam ne?

Tamam. Yani hazırım. Ne olacaksa olsun. Senin bir yerde konuşmayı bırakman gerekiyor.

Olacak olan şu. Eğer gerçekten konuşup rahatladıysan ben üstüne çıkıp yüzünü yalayacağım. Biz köpekler böyle yaparız çünkü.

Rahatladım evet.

Di mi? İnsan anlatınca havası sönmüş bir balon gibi oluyor.

Gözlerimi açıyorum. Esma yanımda uzanıyor. Bakışlarındaki kederi anında yakalıyorum. Hektor başımda dikilmiş beni izliyor. Onu alıp havaya kaldırıyorum. Sonra nabzını hissedecek kadar yakınıma yatırıyorum. Kollarımın arasından uzanıp yüzümü yalıyor.

La la la lal la laaa…

Gerçekten yaptın.

Neyi?

Onunla dans ettin.

Sana yaparım demiştim.

Müthişti.

Esma’nın yanaklarında bir karınca geziniyor. Yanağına üflüyorum onun. Gülümsüyor.

Nasıl biriydim Ekin?

Şimdi nasılsan öyle. Güneşte yanmış gibiydin. Burnunda turuncu çiller vardı.

Buralardan biri gibi yani.

Trakyalı gibi. Aynen.

Esma’nın gamzeleri çıkıyor. Göz kenarlarındaki kırışıkları zihnime çiziyorum. Hatırlanacak bir ayrıntı daha. Ama şimdilik bu kadarı yeter, yoksa duygudan elimi kolumu kaldıramam burda.

Ne güzel gamzelerin var.

Dıbı dı dıs…

Teşekkür ederim.

Dıbı dı dıbı dı dıs…

Şu an önemli bir şey söylemeliyim gibi di mi?

Söyle. Aklına ilk ne geliyor?

Bazen hava açık olsa da yağmur yağar.

Güzel saçmaladın. Gözlerin dolmuş bu arada.

Harbi mi?

Evet. Yağmur yağmıyor. Havada hiç bulut yok.

Gözyaşı yani.

Gözyaşı.

Dıbı dı dıbı dı dıs dıs dıs…

Uzanıp Esma’nın saçlarına dokunuyorum.

Sonra yattığımız yerden kalkıp üzerimizdeki toprağı temizliyoruz. Dönüş yolunda Hektor’u kucağıma alıyorum. Gözlerinden yorgunluk akıyor hayvanın. Esma önümde yürüyor. Onu izlediğimin farkında. Ensesindeki gerginliği hissedebiliyorum. Adımlarını bile hesaplı atıyor. Birazdan başını çevirip bana göz kırpacak.

Dıbı dı dıs dıbı dı dıs…

Dön ve bakışlarımı yakala Esma. İçinde huzur olmayan şey körelir çünkü. Ben ciddiyim.

Bak sana iyice yaklaşıyorum. İşte şimdi dönmen gerekiyor.

Dıbı dı dıbı dı dıbı dı dıs dıs dıs…




Ekin Gökgöz

  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

“Merdiven Altı Yazar”

Yazarın Profili
Paylaş

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir