Kemo, Şizo ve Kabın Şeklini Alan Maddeler – Ekin Gökgöz


“Haddini aşma, hırsızlardan biri lanetlenmişti.”

Aziz Augustinus

Babam kanser olduğunu öğrendiğinde kendini salonun unutulmuş köşesinde duran rahmetli babaannemden kalma işlemeli sandığın içine kapattı. Onun boylarında biri için dar bir sandıktı ama bir şekilde ezilip büzülüp içine sığmayı başardı; açıkçası babam geri kalan ömründe Rumen dans topluluğuna katılıp Balkan kasabalarının sokak köşelerinde meczup gibi dans etmeye kalksa, saadeti uzun yol tır şoförlüğünde bulsa ya da artık hayatına çizgili bir leopar olarak devam etmek istese bile söyleyecek pek söz yoktu. Ona aklıselim kararlar almasını mı tembihleyecektik? Kötü haber bir bakıma özgürlüktür, kontrolümüz dışında bizi şekillendiren şeyler bizi bazı sorumluluklardan kurtarır. Özgürleştirir. İnsan çaresiz kaldığında sürekli yaka paça çekiştirdiği yaşamı sonunda kendi beden ölçülerine uydurmayı başarır. Babam için bu bebek beşiği büyüklüğünde bir sandıktı.

Annemse bunun hayatında gördüğü en acıklı pasif direniş olduğunu söyledi. Ve kahrolmaya karar verdi. Günler, haftalar boyunca sandığın başında ağıt yaktı. Gözyaşı döktü. Göğsünü yumrukladı. Yavaş yavaş aklını yitirdiğinden şüphe ediyordum ki bir gün bana civar köylerde nam salmış bir performans sanatçısından bahsetti; gece gündüz ucuz şarap içer, hayaletlerle konuşurmuş. Genelde ağaç dallarına ya da evlerin kiremit çatılarına çıkar insanın midesine yumruk gibi inen vaazlar verirmiş. Serenatlarını dinlemeye uzak şehirlerden kafileler gelirmiş. Annemin dediğine göre zavallı adam canından çok sevdiği güzeller güzeli karısı bir yaz tatilinde engin denizde katil balinalara yem olunca bu vahşet karşısında hemen oracıkta aklını yitirmiş. Delirmeden önceki hayatında işini çok seven, başarılı bir kuş gözlemcisiymiş. O zaman anladım ki annem de aklın sınırlarından baş aşağı sarkıyor. Yine de ona kıyamadım. Kendince dahiyane bir planı vardı; adamdan hayatın yaşamaya değer olduğunu anlatan bir performans sergilemesini isteyecekti. Babam bu görsel şovdan etkilenip yaşam dolu bir hevesle sandıktan dışarı fırlayacaktı. Çareler tükendiğinde eski öğretilere sarılırız. Aziz Augustinus der ki umudunu kaybetme, hırsızlardan biri kurtulmuştu.

Köyleri tek tek gezdim, sordum soruşturdum, hakikaten adamı bilmeyen yoktu. Dili pek büyülüdür, sabaha kadar anlatsın ninni gibi dinlersin dediler. Genelde ara sokaklarda belediyenin köpek kulübelerinde yatar dediler. Onu bulduğumda kendi bokunu kokluyordu. Beni görünce dizleri üstünde yanaşıp paçalarımı kokladı. Başını okşadım. Hayatın yaşamaya değer olduğunu anlatan etkileyici bir performans sergileyebilir misin? diye sordum. Sana istemediğin kadar ıslak mama veririm. Ayağa kalktı, kaşlarını çatıp yıldızlara baktı, sonra kocaman gülümsedi. Yok dedi. Geçmişin yitip gidişi, yarınların huzursuz belirsizliği ya da şimdinin mısır piramitlerinden dahi güçlü büyüsü hakkında yarım saat süren tek kişilik bir performansı sana iki yüz dolardan bırakırım. Ama bir şeylerin değerli oluşu üzerine hiç düşünmedim açıkçası. Bir şeylerin kıymetini tarif edecek sözcüklere sahip değilim. Çok istersen hayatın anlamsızlığını tasvir edebilirim bak. Buraya kadar gelmişsin elin boş dönme.

Ne kadar
dedim?

Beş lira yeter dedi.

Parayı uzattım. Çırılçıplak soyunup asfalta oturdu. Sonra iki bacağını da başının arkasına geçirip ayaklarını ensesinde buluşturdu.

Şimdi döndür beni dedi.

Nasıl?


Bir topaç gibi popomun üstünde döneceğim.

Amına kodumun delisi diye geçirdim içimden. Yıldızlara baktım. Yaşamın anlamsızlığını tek bir kelimeye sığdırsam ne olurdu diye düşündüm. Onu orada öylece bırakıp gece yarısı köyün varoş sokaklarında amaçsızca turladım. Uzakta bir aracın dörtlüleri yanıyordu. Yaklaşınca heybetli bir ceviz ağacına tam ortadan toslamış bir Mercedes olduğunu gördüm. Sürücü tarafında sarışın bir kadın oturuyordu. Çenesi yanaklarından ayrılmıştı, ellerini dua eder gibi açmıştı, dişleri avuçlarındaydı. Yanındaki esmer oğlan çoktan ölmüştü. Kızın tam göğsüne cevizin kalın dallarından biri saplanmıştı, açtığı delikten kan boşalırken bir sigara bağımlısı gibi hırıltılı nefesler alıp veriyordu. Yüz on ikiyi aradım. Olay yerini tarif ettim. İki yetişkin dedim. Bilinç durumunu sordular. Biri ölü dedim. Diğeri dediler. Kız nefes alırken bir yandan ölüyor dedim. Buna pnömotoraks deniyor dediler, ciğerleri hava kaçırıyor. Ne sikimse dedim, ölüyor işte. Sonra kızın gözlerine düşen saçları geriye taradım. Gözlerini kırpmadan bir noktaya sabitlemişti. Baktığı yere baktım. İlerdeki gündöndü tarlasının hemen üstünde bağdaş kurmuş bir dolunay vardı. Şaşırdım. Hiç fark etmemiştim. Ne kadar yakın ve büyüktü. Buraya ait değil gibiydi. Gelecekten haber getirmiş bir ulak gibi havada dikiliyordu. Ölümün diğer anlamlarını düşündüm. Ölüleri orda bırakıp evin yolunu tuttum.

Annemi sandığın başında ağlarken buldum. Samanyolunda yolunu kaybetmiş bir yıldız gibiydi. Beni görünce dizleri üstüne çöküp avuçlarını açtı. Aman oğlum dedi. Yalvarırım. Bir çare bul dedi, bir çare. Birden aklıma düştü, dedim bu adam ne yer ne içer? Annem dedi ki geceleri başına sıcak kelle paça koyuyorum, kendi ellerimle yapıyorum, acısı ayarında, bir dilim ekmeğe de bal kaymak sürüyorum. Tamam dedim, sana zahmet git yine pişir çorbayı anacım. Getir ellerinden öpeyim. Beni ve kardeşimi büyüttün, sahip çıktın falan dedim. Annem sever böyle saygı görmeyi. Şu performans sanatçısı ne oldu? dedi. Kendini asmış, maalesef dedim. Tüh! dedi. Sessiz adımlarla sandığın arkasına saklandım. Annem dumanı tüten kelle paça ve bir bardak suyu tepside bırakıp uzaklaştı. Biraz sonra sandık açıldı, babam kolunu çıkardı. Tuttuğum gibi kendime çektim. Babam göğsüme düştü.

Boyu dizime geliyordu. Sandığın içinde eciş bücüş geçirdiği günlerin ardından sırtında kaya büyüklüğünde yumrular oluşmuştu. Kamburu onu karnına doğru bükmüştü. Küçülmüştü. Sinirliydi. Minik yumruklarını yüzüme savurdu. Noldu lan amcık! dedi. Ne var? Onu yavru bir kedi gibi ensesinden tutup havaya kaldırdım. Saçları ve kaşları dökülmüştü. Boynundaki yeşil damarlar öfkeden kasılmıştı, tıslıyordu. Nasıl gidiyor baba? dedim. Kemoterapi alıyordum, bir mahsuru mu var! dedi. Yok, kaçıncı bu görüşmeyeli diye sordum. Oldu biraz dedi. Bak, boynuma bak dedi. Derisi pul pul dökülmüştü. Kıpkırmızıydı. Karaciğeri iflas etmiş bir alkolik gibi yüzü ateş rengiydi. Bu kızarıklık niye oluyormuş, doktora sordun mu dedim. Sana ne lan, amcık hoşafı dedi. Alerjik herhalde. Ne yapacaksın?

Anneme baktım. Kapının eşiğinde karanlığa gizlenmiş, sinir hastası gibi tırnaklarını kemiriyordu.

Yapabileceğim bir şey var mı? diye sordum babama. Yüzüme tükürdü. Ne yapacaksın kökünü siktiğimin kibar ibnesi dedi. Şşşş… dedim ona. Bir bebeğin gazını alır gibi sırtını sıvazladım. Amcık seni! dedi. Şşşş… Benim güzel oğlum. Şşşşş… dedim. Minik elleriyle kollarımı tırmaladı. Şşşş… Hadi uyu canım oğlum benim. Siktir lan! dedi ama gözleri kısıldı bir yandan. Dudakları gevşedi. Canım oğlum benim dedim. Sırtını pış pışladım. Yanakları büzüldü babamın, gözleri kapandı.  Uyudu.
 
Onu yatağına yatırıp kollarımın arasına aldım. Huzurluydu. Kalp atışlarını göğsümde hissettim. Gözlerimi kapadım. Saçlarını kokladım. Annem meraklı bir çocuk gibi yatağın yanında diz çöküp babamı izlemeye başladı. Bir yandan tırnaklarını kemiriyordu; ya da bu eylem midesine dökülen görünmez gözyaşlarının metaforik bir anlatısıydı.

Uyuyor ha! dedi. Keyfi yerinde dedi.

Rüya görüyor galiba dedi. Baksana gözkapakları hareket ediyor.

Bakacağız bundan sonra buna dedi.

Çocuk gibi bakacağız buna di mi? dedi.

Çocuk gibi büyüteceğiz ha? dedi.

Babamın nefesi sakinlemişken kendimi uykuya bıraktım. Annem sonsuz sorularına devam ediyordu.  Bir yerden sonra duymayı bıraktım.

Kalkacağız bunun altından.

Yeneceğiz bunu di mi?

Başaracağız.

Güçlüyüz.

Birlikte yapacağız di mi?

Evet anacım dedim rüyalar aleminden, annemin sorduğu her şeye.

Evet dedim.


Ekin Gökgöz

  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

“Merdiven Altı Yazar”

Yazarın Profili
Paylaş

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir