Güneş batmaya yüz tutmuşken,
Cihan Bey keyifle yıllar önce terk etmek zorunda bırakıldığı evine ve özenle
hazırladığı masaya bakıyor, eksik bir şey kalmaması için çaba gösteriyordu. Bu
akşam her şey kusursuz olmalıydı, yirmi yıl önce bir söz vermişti kendine; onu
ruhu yüzünden aforoz eden tüm insanlara rağmen bir gün gücünü toplayıp geri dönecek
ve hepsine inat sevdiği adamla özgürce yaşayacaktı. Bu hayali uğruna ailesini,
dostlarını ve itibarını feda etmişti ama aşk uğruna çektiği tüm zorluklara değerdi.
Yalanlarla süslenmiş bir hayat yaşamaktansa günahkâr olarak anılmayı tercih
etmişti yıllar önce. Kişisel tarihinin devrimi olmuştu bu karar, kalpler kırılmış,
urganlar düğümlenmişti.
Cihan’a göre Tuna ile ilişkileri mutlu sonların sadece masallarda olmadığının
bir kanıtıydı, yaşanılan onca badire, dökülen göz yaşı ve acıya rağmen yılmamış,
birbirlerini sevmekten en kötü şartlarda bile vazgeçmemişlerdi. Onlara sırtını dönen
bu dünya ile beraber savaşlı yirmi yıl olmuştu, geceye bu kadar değer biçmesinin
sebebi de buydu. Gözleri Tuna’nın ona geçen sene aldığı saatine takıldı, telaşla
mutfağa adımladı ve üst üste koyulan kolilerin birinden özenle iki tabak çıkardı.
Tabakları masaya koyduktan sonra, şarap kadehlerini, peçeteleri ve boş şamdanın
üstüne mumları yerleştirdi. ‘’Bugün hiçbir şey keyfimi bozamaz.’’ diye düşündü Cihan,
mumları yakarken ‘’Hayatımın en mutlu günü.’’
Tekrar saatine kaydı gözleri ‘’Tuna birazdan burada olur.’’ diye geçirdi
içinden, bu yemek sürpriz olacaktı Tuna’ya, hem geri dönüşlerini hem de yıldönümlerini
kutlayacaklardı, sonrasında da tıpkı eskiden yaptıkları gibi dışarı çıkar, şehrin
akışına bırakırlardı kendilerini. Bu sefer korkusuzca, ayıplayan bakışlara gülümseyerek
karşılık vererek el ele tutuşacaklardı İstanbul sokaklarında. Düşüncelerinden
telefonun sesi çıkardı onu, tereddütle kaldırdı telefonun ahizesini.
‘’Cihan?’’ diyordu tanıdık bir ses.
‘’Sevinç? Sen misin yoksa?’’ dedi Cihan heyecanla.
Sevinç, en zor zamanında Cihan’a sırt çevirmeyen tek dostuydu. Çevresindeki
herkes ondan elini çekerken, Sevinç sıkıca sarılmıştı ona.
‘’Evet arkadaşım benim. Nerelerdesin? Geri dönmüşsün ama varlığını gören yok.’’
Ufak bir kahkaha döküldü Cihan’ın dudaklarından ‘’Ait olduğum yerdeyim.’’
‘’Neden gelmedin Cihan?’’ dedi Sevinç birdenbire ‘’Tuna bile oradaydı ama sen
yoktun.’’
‘’Nereye neden gelmedim?’’
‘’Elvin’in cenazesine.’’
Olduğu yerde kala kaldı Cihan, bu ismi duymayalı yıllar olmuştu.
‘’Ben gerçekten bilmiyordum.’’ diyebildi zar zor, boğazı düğümlenmişti.
‘’Bari bana yalan söyleme
Cihan, seni aradım Tuna çıktı telefona, ben iletirim Cihan’a dedi hatta.’’
‘’Tuna bana hiçbir şey söylemedi Sevinç, gerçekten.’’
‘’Demek ki Elvin’e vedayı kendine saklamak istemiş.’’ dedi Sevinç alayla
Sessiz kaldı Cihan, duymayı beklediği bu değildi. Gelişigüzel bir özürle kapattı
telefonu.
Sorularla dolmuştu zihni, biraz önce ruhuna hakim olan mutluluk solup gitmişti.
Tuna ile birbirlerinden gizledikleri hiçbir şey olmazdı, şimdi Tuna neden bu
anlaşmayı bozmuştu? Şarap şişesi çarptı gözüne, önündeki kadehlerden birini
doldurdu. ’’Elvin…’’ diye geçirdi içinden Cihan, hem en büyük düşmanı olmuştu
bu kadın hem de en tutkulu aşığı, koruyucusu… Yavan bir ağlama isteği belirdi içinde,
gözyaşlarını daha fazla tutamadı Cihan, kimsenin onu duymayacağının verdiği
rahatlıkla hıçkırarak ağlamaya başladı. Ne için ağladığını kendisi de
bilmiyordu, bildiği tek şey ağlamak için birçok sebebi vardı. Elvin’in imgesi
belirdi zihninde, anıtsal bir güzelliği vardı Elvin’in, Cihan gerçek kimliğini
o güzelliğin arkasına saklamış, ona biçilen rolün en ihtişamlı perdesini oynamıştı
bir süre. Elvin’in kalbinin en büyük saplantısıydı Cihan, can eviydi, hayatının
öznesiydi. Dışarıdaki gözlerin imrendiği bir hayattı onlarınki. Sonu
okyanuslara çıkan seyahatler, yenen güzel yemekler, pahalı hediyeler… Fakat
hakikat, ağızdan ağıza dolaşanlardan daha farklıydı.
Güzelliğinin yanı sıra, kafasına
takılan soruların doğru cevaplarını kendi bulabilecek kadar zeki bir kadındı Elvin.
Çok uzun sürmemişti Cihan ve Tuna’nın yakınlığındaki gizemi çözmesi.
‘’Beni fazla hafife alıyorsun sanki Cihan.’’ demişti bir akşam laf arasında, Cihan ne olduğuna anlam verememiş ‘’Ne kadar saçma bir cümle bu böyle canım!’’ demekle yetinmişti sadece. Tuna ise Elvin’in iğneleyici cümlelerinden anlamıştı son perdeyi yaşadıklarını. ‘’Olaylar daha fazla çıkmaza girmeden, Elvin’den ayrılmalısın. Yoksa cadı kazanı öyle bir taşacak ki, ben bile pisliğini temizleyemeyeceğim.’’ demişti Tuna, gülmüştü Cihan ‘’Yersiz şüpheler bunlar.’’ demişti. Aynı günün gecesi, evine döndüğünde salonda Elvin’le karşılaştı, şaşkınlıkla sarıldı kadına. ‘’Bana ne zaman doğruyu söyleyeceksin?’’ diye fısıldadı Elvin, kirpikleri nemlenmişti. Geceye çivilenip kaldı Cihan yüzleşmenin bu kadar erken kapısını çalacağını düşünmemişti ‘’Sen doğrunun ne olmasını istiyorsan doğru odur.’’ dedi yarım ağız. Cihan’ın kollarından kurtulurken ‘’Ben senin doğrunu bilmek istiyorum ama seni kaybetmek de istemiyorum.’’ dedi Elvin, göz yaşlarını silerken. ’’Beni asla kaybetmeyeceksin.’’ dedi Cihan, ilk defa yalanın zehrini içinde hissetmişti ‘’Kalbim Tuna’nın olsa bile mantığım her zaman seninle.’’
Yaşanan itiraf gecesinden sonra Cihan için her şey daha zor bir hâl almıştı, yaşadığı her şey bir diğerine tattırılmak uğruna yarımdı; yarım kalan sözler, yarıda kalan öpüşmeler, tadına varılamayan anlar vardı kollarında. Tükendiğini hissediyordu, kendi hayatı içinde çıkmazdaydı. Hiçbir çıkış yolu yoktu, bir trajedinin içine düşmüştü. Tuna’yı kaybedemezdi, Elvin ise onsuz yapamazdı.
Cihan Elvin’in sevgisi altında eziliyordu, Tuna ise onun sadece aciz bir kadın olduğunu düşünüyor, güvenilirliğinden şüphe duyuyor her fırsatta Cihan’ı uyarma gereği duyuyordu. Cihan uyarıları dikkate almıyor ‘’Elvin beni kaybetmemek için her şeyi yapacaktır, korkma.’’ demekle yetiniyordu.
Ağır aksak geçiyordu günler, Elvin’in sakinliği yerini kıskançlık ve ağlama nöbetlerine bırakmıştı. Her gün Cihan’ı aramayı ve eşyalarını karıştırmayı alışkanlık bellemişti kendine. Bu bunaltıcı ilgi sıkıyordu Cihan’ı içten içe sonun gelmesini bekliyordu.
Bir pazar sabahı tiz bir sesle uyanmıştı Cihan, Elvin elinde tarihi geçmiş bir davetiye tutuyor ‘’Bundan benim neden haberim olmadı?’’ diye bağırıyordu.
‘’Demek ki seni ilgilendiren bir davet değilmiş Elvin.’’ demişti Cihan, uyku sersemi.
‘’Bilmediğim kaç davet daha vardı ya da sakladığın kaç tane daha sevgilin var acaba?’’
‘’Elvin saat tartışmak için çok erken.’’
‘’Bıktım artık beni aptal yerine koymandan! Herkese senin gerçekte nasıl bir insan olduğunu söyleyeceğim! Burada barınamayacaksın artık anlıyor musun?’’
‘’Eğer bunu yaparsan aramızdaki bağı tamamen koparırsın biliyorsun değil mi Elvin?’’
‘’Bağ?’’ dedi Elvin alayla ‘’Bizim aramızda hiçbir zaman bağlılık olmadı Cihan. Ben seni gerçekten sevdim, sen ise benim sana olan sevgimi sevdin.’’ Elvin Cihan’ın cevap vermesini beklemeden çıkmıştı evden, bir daha asla görmemişlerdi birbirlerini.
Sonrasında Cihan’ın hayatı sonu gelmeyen tehditler, telefona çıkmayan arkadaşlar, önyargı dolu bakışlarla dolmuştu. Bu ani değişim dayanamayacağı kadar ağır gelmişti omuzlarına, Tuna’nın da önerisiyle hiç bilmedikleri bir kıtaya gitmişlerdi kaçarcasına. Onları ucube ilan eden tüm insanları yok saymaya yemin etmişlerdi yolculuklarında, intikam almaya bile değmezlerdi, unutmak en iyisiydi. Hem onlar birbirlerine sahipken kimsenin bir önemi yoktu. Şimdiyse ikilemlerin ortasına düşmüştü Cihan, yeniden saatine baktı akrep Tuna’nın gelmesi gereken saatin ötesindeydi. Mumları tek nefeste söndürdü, şarabının son yudumunu içti. Kapıya doğru ilerlerken histerik bir kahkaha döküldü dudaklarından ‘’Hayatımın en mutlu günü.’’ diye geçirdi içinden.
Deniz Bülbül