Ben insanların hiç kimsesiyim.
Boşluk. Tanımsız, içini dolduramadığım bir boşluk. Var mıyız gerçekten? Bizim var olduğumuzu kanıtlayan nedir? Sevgi, nefret, terk edilme, aşık olma, aşık olabilme… Bir insan nasıl aşık olur? Aşk nedir?
Kendi kandırmacamızın içinde bir bütün oluyoruz. İnsanoğlu eski çağlardan beri var olabilmek, bir yere, bir şeye ait olabilme duygusu içindedir. Bu nedenle insanlar inançlar edindi, kendini değerli görebilmek için arkadaşlar edindi, işinde başarılı olmayı denedi. Yani bir şeyleri başardıkça var olma kaygısının üzerinden geldiği kandırmacasını yarattı kendi kendine. Bir şehir beğendi ve bu şehir benim dedi. İçindeki tüm insanlarla birlikte. İnsanların, arkadaşlarının, aşklarının onda bıraktığı izler ile bu şehir benim dedi.
Bir şehre aşık olmak, bir şehre ait hissedebilme duygusu, şehrin ruhunun yanı sıra çevremizde bulunan insanların ruhuyla şehrin ruhunun karışımı bir duygudur. Çevredeki ruhlar öldükçe şehre ait olma hissi de yavaş yavaş ölecektir. Bu durum insan hayatında bir Haymatlos olma duygusuyla eşleştirilebilir. Hiçbir yere ait olmayan insan artık ne yapacağını bilmemekle birlikte orada veya burada olmak onu o kadar da yormayacaktır. Bir dizide geçen cümle konuyu tamamen özetleyebilir; “İnsanın memleketi kalbinin yaşadığı yermiş.*” Peki ya bir insanın kalbi artık yaşayamıyorsa?
Ancak elbette ardında bırakacağı fazlaca şey vardır insanın. Çünkü insan biriken bir canlıdır. Ne kadar kaçmaya veya elimizde tutmaya çalışsak da zaman denilen mefhum bir şeylerin elimizde kalmasını engelleyebileceği gibi uzaklaşmamıza da ket vuracaktır. İnsan, kaderinin oyuncağı mıdır?
Bir şehri terk ederken arkanda kimleri bırakacağından daha çok arkanda kimlerin kalacağı korkusu daha baskın çıkar. Kırmamak için keşke gitmesen yalanları, duygusuz bakışlar ve zaman geçtikçe azalan telefonlarla birlikte unutulmanın dayanılmaz ağırlığını hissetmek en büyük kaçınılmaz gerçektir belki de. Çünkü unutulmak, neredeyse ölmekle eşdeğerdir. Ve belki de bir şehri unutmaktan daha çok şehrin insanı unutması daha fazla acı verecektir insana. Bazen bir şehirde var olmak ve yok olmak arasında hiçbir fark kalmadığı zaman, terk etmenin de diğer insanlar açısından anlamını yitirdiğini kavradıkça, gitmek; dışarıdan daha kolay ancak iç dünyada ölümcül izler bırakabilecektir. Çünkü insan kendi ölümüne ancak bu kadar yakından tanıklık edebilecektir. Kalp çürür ve kervan yoluna devam eder. Hayatın hiç mola vermeden süregelen seyahatinden kaynaklıdır bu. Ardında bir avuç keşkeyle kırık aşk sanrıları kalacaktır. Bir şehir ancak kalbinden fethedilebileceği gibi bir şehir ancak kalpsizlikten terk edilir.
Ben acının reddettiği evladıyım ve bir iyilik doğurdum.
Birçok anının kuşandığı şehirde sadece o anıların senin için önemli, başkası için değersiz, boş saatler olmasından daha kalp kırıcı bir şey olamaz. İnsanların kalbine dokunamadığını hissetme duygusu… Peki bir kalbe nasıl dokunulur? Sanırım bunu anlayabilmek için kalbine dokunulan kişinin sizin de kalbinize dokunması gerekir. Ancak o zaman asıl sıcaklığı hissedilebilir bir şehrin. Belki de o saatten sonra o şehir artık terkedilemez bir mabet halini alır.
Tam gitme vakti omzuma düştü bir papatya
Başka bir dala ait
En son hoşça kal derken kokusunu duyduğum.
Bir şehre veya bir insana ait olabilmek için sadece iyi duyguların oluşmasının yeterli olmadığı da maalesef bir gerçektir. İnsan, mutluluktan daha çok acıya hassas bir varlık. İz bırakmak için sadece iyi hissettirme duygusunun yanı sıra acı, kırılganlık, kızgınlık ve hüzün duygularının da karşıya yansıtılması acı olsa da reddedilemeyecek bir gerçek. Çünkü insan sadece iyilikle var olamayacak bir varlıktır. Bunun böyle olması zaten kaçınılmaz bir son iken insan olmanın gerekleri arasında sayılması da kaçınılmaz. Bu nedenle salt iyilikle yaklaşılan şeyin içinde muhakkak bir şüphe olmasının yanı sıra salt iyilik, zayıf karakterliğin ve özgüven yetersizliğinin de göstergesi olarak karşımıza çıkmakta. Bu durum gücünü iyilikten alan insanların zayıf görünmesine neden olmakla birlikte kalplere dokunulmaya çalışıldığında hissedilmeme duygusunu da tetiklemektedir. Çünkü kalplerimizde iyilikten ziyade belki de geçmişten gelen bazı duygularla acı, korku, tehdit unsurunun varlığını hissetme/hissedebilme gibi unsurlar daha yoğun duyguların oluşmasına neden olabilmekte. Bununla birlikte insan olmanın gerekliliği diye de saydığımız bu özelliklerden biraz münezzeh insanı okumak, karşı tarafta sahtelik hissiyatı yaratarak uzaklaşma hissini de doğuracaktır. Karşı tarafa sahte olarak bakan insan, bakılanın da sahte hissetmesine neden olacak ve şehir de sahteleşecektir. Ancak sahte bir şehirde bile yaşanmışlıklar elbette gerçektir. Ve bazen bu gerçeklik size acı olarak dönebilir.
Özlemeyeceğiniz anılar bıraktım size ve ben gidiyorum.
Özlemek, unutulmak ile hatırlanılmak arasında bir ara istasyondur** diyor şair. Özlemenin sadece sizin içinizde kaldığı ve unutulmanın çoktan şehre teneffüs ettiğini, hatta şehrin daha terk etmeden buna hazır olduğunu anladığınız zaman, geçmiş sadece kırık bir tebessüm olarak dudaklarınızda kalacaktır.
Bir şehri terk etmek kaldırılamayacak kırık bir tebessümdür sadece.
Hoşça kalın…
R. Demirel
* Yedi Numara Dizisi – 68. Bölüm
** Küçük İskender, Senden Hala Haber Yok, Sarı Şey, Sel Yayınları, 5. Baskı (Aralık 2010), s.19