Kafka’nın o muazzam sözüyle girmeliyiz bu konuya “Yalnızlığım insanlarla dolu” diyerek başlamalıyız ve çepeçevre etrafımızı saran yalnızlığı çepeçevre kuşatıp tam olarak tanımlamalıyız ve sormalıyız kendimize yine yeniden, yalnızlık nedir diye…
Ne diyordu Cemal Süreya eşdeğeriyle yan şiirinde “yalnızlık, bir ovanın düz oluşu gibi bir şey” evet yalnızlık müebbet bir yoldur nihayeti olmayan, insanın elini attığı her kapının kendine açılması, bir kara deliğin içerisindeki saat kadranının salınması gibi bir şeydir hayatımızda anıtlaşan. Anıtlaşan diyorum çünkü yaşımız nereye varırsa varsın hayatımızın orta yerinde bütün haşmet ve heybetiyle öylece durur ve gölgesini düşürür üstümüze riyakar insanların sahte güneşlerinin yakıcılığından bizi korumak için. Ama pervaneler misali ateşe yürüyen insanlığın ahmaklığı onu yüceltmek yerine yermeyi tercih etmektedir ne yazık ki ve onu yenmeye çalışırlar hadlerini bilmeden çoğu zaman.
Terk edilmişliği nispetince onun kucağına düştüğünü sanıyor insanlar oysa yalnızlık bir sonuç değil sebeptir insanları terk etmek için onu anladığımız zaman. Yalnızlığa yapılan en büyük haksızlıktır onun bir karakteri olduğunu göz ardı etmek. Bir insan gibidir aslında yalnızlık onunla yaşamayı öğrendiğiniz zaman. Sonsuz mutluluk denkleminin temeli olan sıfır beklenti doktrinini aşılar sancılı olsa da hayatınıza ve aslında bu sancıların muazzam bir hayata gebe olduğunu anlamazsınız ilk zaman. İşte bu yüzdendir aslında ona karşı bütün saldırılar sebattan yoksun insanlığımız yalnızlığın bize getireceği o muhteşem istikbalin sancılı devrim şartlarını kaldıramadığı için ona diş biler ve devirip çiğnemek ister hayatında. Ama beyhude bir çabadan fazlası değildir bu çünkü mutlak bir bitiş noktasıdır yalnızlık ona ulaşmaktan korksa da, tutunmaya çalışsa da etrafındaki kalabalıklara insanlar, tutunmaya çalıştıkları şeyin de onun bir parçası yalnızlığın başkalaşan sureti olduğunu onun hepimizi içine çeken bir girdap olduğunu fark edemeden debelenip dururlar ve bu kabullenemeyişin neticesinde hüsrana uğrarlar. Oysa bizi yuttuktan sonra kusacağı noktada neler olduğunu bir bilebilselerdi hiç çırpınırlarmıydı…
Evet ne diyorduk, sormamız gerekir kendimize yalnızlık nedir diye? Dışarı çıkıp zaman öldürecek bir arkadaşın yokluğu mudur, içimizi saran zehirli duygusal ağların bir başka yüreğe kök salamamasımıdır yoksa o elimizden düşmeyen telefonlarda mesaj atıp arayabileceğimiz hiç kimsenin olamyışımıdır? Dönüp dönüp duvarlara toslamak mıdır zamanın sonsuzluğa demir attığı dönemeçte? Bir mutluluğu taçlandıracak bir güler yüz, acıyı taşıyacak bir omuzun noksanlığı mıdır sizin için yalnızlık? Bir işe soyunmak için gereken motivasyona dönecek dillerin kuruluğumudur kendi başınıza kaldığınızda? bunlardan biri, bir kaçı belki hepsi belki de hiçbiri sizin için ama asıl önemli olan şey nedir bu noktada? Yalnızlık dediğimiz şey tekil bir hayatın ortak paydaya alınamayışından hasıl olan sancılar bütünümüdür sizin için. Hayır bunların hiçbiri değildir yalnızlık. Yalnızlık sizi kendinize mahkum eden bir hüküm değildir bilakis sizi sizinle özgürleştirmeyi amaç edinen bir yaşam biçimidir her şeye rağmen kendinizde yaşama kuvveti bulmanızı, herkesin bırakıp gittiği noktada dayanmanızı ve kendinizi aşmanızı sağlayan bir basamaktır. Beşeriyetimizin getirdiği noksanlıklar içerisinde toplumsallaşırken ayakta kalmak için birilerine tutunmaya çalışırken ama sürekli o dayandığımız birilerinin gitmesiyle yerleyeksan olurken, ayağımızın altından kayan sosyal dokulara inat bize biz olma kuvvetini aşılayan aziz ve kadim bir dosttur aslında.
Her acının ve mutluluğun er geç nihayete erdiği hayatımızda ve nisyan ile malul olan hafızalarımızda kaç vazgeçilmez insanı karanlıklara gömdük kimbilir. Değişen suretlerin altında kaç anı paylaştık ve kaçı kaldı şu an hayatımızda bir düşünün. bizi dünyaya getiren anne babalarımızın bile bir gün bizi bırakıp gideceği gerçeğinin altında bize verilen mesaj net değilmidir aslında. Her şey gelecek ve geçecek ama kendi başımıza kalmışlığımız hiç değişmeyecektir. Yalnızlık bizim kendi başımzıa kalmışlığımızdır ve bu korkulacak açılacak bir durum değildir anlamamız gerekir artık bunu. Bir salyangoz gibi kendi kabuğumuza çekilip mağarada tek başımıza bir keşiş gibi inziva hayatı yaşayalım demiyorum elbette. Ama temel sorunumuz toplumsallaşan bedenimizin kendi başımıza olduğu gerçeğini gölgelemeye çalışması bizi buna ikna etme gayretidir. İnsanlar olmadan bir şeyleri paylaşmadan hayatta kalamayacağımız fikri bizi, bize zarar veren, bize faydası olmayan sosyal dokular arasında kalma mecburiyetini doğurur zihnimizde. ve bu bizim en değerli zamanımızı üretkenliğimizi kısırlaştırır ne yazık ki. Bize zarar vermesine rağmen insanalra katlanma gerekliliğini doğurur. Kendi doğrularımızdan feragat etme pahasına sürüye dahil olma fikrini aşılar ve bizi değersizleştirir. Anlamamız gereken şey aslında budur. İnsanlara rağmen yalnızlığa tutunmayı öğrendiğimiz zaman hiç kimse vazgeçilmez olmayacaktır artık hayatımızda ve bizi biz yapan değerler bütününü tam manasıyla ortaya çıkarabiliriz kendi hayatımızı yaşayabiliriz hiç korkusuzca. Ama insanlardan yoksun olma fikrine kapıldığımızda uğrunda mücadele ettiğimiz pek çok şeyi harcar, feda hatta heba ederiz. Bizi yalnızlığın kucağına atmalarına izin vermememiz gerekir, içine sürüklenilmiş bir yalnızlık mutlak bir depresyon doğurur ama seçimlenmiş bir yalnızlık sadece ama sadece salt mutluluğu getirir hayatımıza. O zaman takdir ve taltif beklemeden çalışır, bizi mutlu eden şeylere katılarak güler ve acımızı hiç endişe etmeden dökeriz gözlerimizden insanalra rağmen. Ve insanlarla birlikte çok daha rahat aşabiliriz zorlukları. Bize takoz olacak önümüzde engel teşkil edecek ne varsa kolaylıkla süpürebiliriz hayatımızdan ve ufku tutan yola düştüğümüzde gözümüz arkada kalmaz işte o zaman. Bu yüzden diyorum işte korkmayın yalnızlığın kollarına atılmaktan…
Berkan Çalışkan
Fotoğraf: www.felsefetasi.org