22 Aralık’ta gün boyunca yağan kar akşam işten dönerken durmuştu. Penceremin perdesi açıktı. Dışarısı bembeyaz ve olabildiğine ayaz vardı. Gece yatağıma uzandığımda Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektupları okuyordum. Elimdeki kitabı uzun süre okudum. Bir gün sonra işe gitmem gerektiğini bilsem de kitap geç vakitlere kadar elimden düşmedi. Diğer günlerden tek farkı da buydu çünkü hafta içi geç olmadan yatağıma uzanır deliksiz bir uykuya dalmış olurdum.
Uyuyamadığımı çok geç fark ettim ve neden uyuyamadığımı da anlamadım yalnızca basit bir durum diye düşündüm. Vakit ilerliyor ama bir türlü kitabı elimden bırakamıyordum. Mektupları okudukça duygusallaşmaya bile başlamıştım. Mektupları Kafka değil sanki ben yazmıştım. Sayfalar ilerledikçe hislerim öyle bir inceldi ki gecenin en derin yerinde gözlerimden yaşlar gelmeye başladı. Şimdi ise bu kadar duygusallaşmamın sebebi Kafka’nın Milena’ya yazdıklarından olmadığını düşünüyorum. Ali’nin Ayşe’ye çala-kalem yazdığı mektupları okuyor olsaydım bile aynı derecede etkilenirdim bunu o zamanlar düşünmedim ama bugün düşündüğümde haklı olduğumu biliyorum.
Güneş doğduğunda kitabı elimden bıraktım. Kahvaltı yapmadım. Giyinip evden çıktım. İş yerine taksiyle geldim. Küçük bir memurdum ama büyük bir iş adamı edasıyla kapıdan girdim ve orada bulunanları soğuk bir şekilde selamladım. Doğruca müdürün odasına yürüdüm. O anda bende neler olup bittiğine dair his tamamen kalmamıştı. Uçan bir tekmeyle müdürün kapısına vurdum. Allahtan kapı kırılmamıştı. Ama ben durur muyum? Kalktım tekrardan kapıyı kırmayı denedim. İkinci kez de kırılmayınca yere düştüm ve olduğum yere oturdum. Çantam yanımdaydı. Açıp içine baktım akşam okuduğum kitabı da yanımda getirmiştim. Sonra iş yerinin çatısına çıktım. İçimden ezan okumak geçiyordu. Tam olarak bilmediğim ezanı iş arkadaşlarımın arasında avazım çıktığı kadarıyla sesli şekilde okudum. Bundan sonra neler oldu hiç hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda kendimi bir yatağa uzanmış olarak buldum.
Hastanedeyim diye düşündüm. Sonra etrafıma baktım. Bir doktor ve iki hemşire yuvarlak bir masanın etrafında toplanmış habire kendi aralarında konuşuyorlardı. Görebildiğim kadarıyla yatağa yakın olan hemşire uzunca ve saçları sarıya boyanmış ama kumral, diğer hemşire orta boylu biraz kilolu; en gençleri ise doktordu. Muhtemelen doktor da benden üç dört yaş küçük, uzun boylu, top sakallı, benden de oldukça yakışıklı bir delikanlıydı.
- Hastaya ilaçlarını verdikten sonra hastayı bankacının bulunduğu yüz on iki numaralı odaya yerleştirin. Bu arada hastaya önce yemek yedirin sonra hastayı yıkasınlar, dedi doktor hemşirelere.
Doktor bunları söyledikten sonra odadan çıktı. Yaşlı hemşire yatağıma yaklaşıp sağ eliyle kafamı hafifçe yukarı kaldırıp elindeki hapı suyun yardımıyla yutmama yardımcı oldu. Diğer hemşire odadan çıktı ve kısa süre sonra yemek tepsisiyle geri döndü. Yemeğimi yedikten sonra bir süre daha odada kaldım.
Hemşireler odaya gelip beni banyoya götürdüklerinde hala baygın gibiydim. Banyo yaptıktan sonra mavi ve bana oldukça dar olan bir pijama giydirdiler ve beni doğruca yüz on iki numaralı odaya götürdüler. Odaya geldiğimde bankacı kapının tam karşısındaki küçük pencereden dışarı bakıyordu. Bizim geldiğimizi duyunca bize döndü ve beni süzdü. Uzun boyluydu ve yaşça benden büyüktü. Üzerindeki mavi pijama daha çok temizlik görevlilerinin önlüklerine benziyordu. Bana verilen pijama bana ne kadar dar geldiyse ona da kısa gelmişti. Üstelik adam ince ve zayıf olduğundan pijaması adamın üzerinde oldukça geniş duruyordu. Odada iki tane karşılıklı duvar dibinde yatak vardı. Kapının sol tarafındaki yatağın onun olduğu yatağın dağınık oluşundan belliydi. Odada başka da bir şey yoktu.
Hemşireler beni kapının sağ tarafındaki yatağa yatırıp odadan ayrıldılar. Hemşireler gittikten sonra bankacı yanıma geldi ve gözlerimin içine bakıp hoş geldin dedi. Ben hoş bulduk demek istesem de konuşamadım. Yalnızca başımla selam verdim. Adam bir süre bana baktıktan sonra tekrar pencereye yöneldi. Ben de kafamı tavanı çevirip neler olduğunu düşünmeye çalışıyordum ama neler olup bittiği konusunda hiçbir fikrim yoktu zaten düşünebilecek derece iyi de sayılmazdım. Zaten çok geçmeden uyuyup kalmışım.
Hemşirelerin sesiyle uyandığımda saatin kaç olduğunu bilmiyordum ve hala sersemdim. İlaçların etkisinin geçmediğini düşündüm. Aralığın son günlerine kadar yemek, yıkanmak ve bahçede gezmek dışında pek bir şey yapmadım. Bu sürede hastaların çoğuyla konuşmasam bile neredeyse hepsini tanımıştım. Sigarayı da çok içmeye başlamıştım. Bir süre sonra hastaneden sıkılmaya başladım. Hastane yönetiminin beni salacaklarını da düşünmüyordum. Ben de bu durumda yapacak daha değişik bir şeyler bulmalıydım çünkü bunu yapmazsam can sıkıntısından ölebileceğimi düşündüm.
Lise yıllarımda severek yazdığım yazılar aklıma geldiğinde bunun hastanede olanaklı olup olmayacağından emin değildim ama bu fikir aklıma yatmıştı. Bunun için hemşirelerle görüşmek için gittiğim odada yaşlı hemşireye yazma konusunu dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. Hemşire bunu önce duymazlıktan geldi ve diğer hastalara ilaçlarını vermeye devam etti. Bana ilaçlarımı verdiğinde hala ondan olumlu ya da olumsuz bir cevap bekliyordum ama hemşire herhangi bir cevap vermedi. Söylediklerimi önemsemediğini düşündüm. İlaçlarımı aldıktan sonra odama döndüm. Dışarısı karanlık olmasına rağmen bankacı her zamanki gibi pencereden dışarıya bakıyordu. Acaba dedim, bankacı benim göremediğim bir şeye mi bakıyor. Hemen yanına yaklaştım:
- Nereye bakıyorsun?
- Karanlığa bakıyorum.
- Neden karanlığa bakıyorsun?
- Orada kimsenin görmediği bir ışık görüyorum.
- Çok ilginç, karanlığın içinde bir ışık olması.
- İlginç olan bir şey yok sadece bir ışık. Geceleri yanar ve gece boyunca gün ağarıncaya kadar devam eder?
- Senin ismin ne bankacı?
- İsmim Bay Z. ama bana bankacı desen daha iyi olur. Kimsenin hastanede olduğunu bilmesini istemiyorum.
Bay Z. ile konuşurken uyuyup kalmışım. Sabah kahvaltıdan sonra ilaçlarımı almak için hemşirelerin bulunduğu odaya gittim. Kapıdan içeri girdiğimde hemşirelerin dışında uzun boylu top sakallı doktorun da orada olduğunu gördüm. Odanın köşesinde bulunan masaya sırtı hastalara dönük oturuyordu ama ne yaptığını göremiyordum. Acaba, dedim yazı konusunu doktorla konuşsam mı? Bu soru aklıma gelir gelmez doktora doğru sokuldum:
- Doktor bey sizinle biraz konuşabilir miyim?
Doktor soruyu duyar duymaz bana döndü. Elindeki kitabı masaya bıraktı. Bir süre bana boş boş baktı.
- Sen yüz on iki numarada kalan memur değil misin?
- Evet, benim.
- Neyle ilgili konuşmak istiyorsunuz?
- Hastanede canım sıkılıyor.
- Buradan çıkmak mı istiyorsunuz?
- Çıkabilmeyi çok isterdim ama buna izin verir misiniz?
- Tabi ki de veremem. Henüz tam anlamıyla iyileşemedin. Bir süre daha burada kalman gerek.
- Bir şeyler yazmak istiyorum. Buna hastane yönetimi izin verir mi?
- Ne gibi bir şeyler yazmak istiyorsun?
- Ne olursa olsun yalnızca elime kâğıt ve kalem verilsin. Aklıma geldikçe düşündüklerimi kağıda dökmek istiyorum.
- Daha önce yazar mıydın?
- Zaman buldukça yazardım ayrıca okumasını da severim. Okumasını ve yazmasını buraya gelinceye değin çok da seviyordum ama şu birkaç haftadır okuyup yazamadıkça çok sıkıldım.
- Eskiden ne yazardın?
- Hikâye ve şiir yazmaya çalıştım ama beceremedim. Daha sonra sevgililerime mektup yazmaya başladım. Mektupları yazdıkça yazmayı daha çok sevdim.
- Demek mektup yazmayı seviyorsun?
- Seviyorum.
Doktor bir süre bana baktı ve masasına döndü. Masasında üst üste yığılmış birçok kitap vardı. Kitapları karıştırdıktan sonra eline bir kitap alıp bana döndü. Bu kitabı okudun mu? Kitaba baktım çok şaşırmıştım çünkü bana gösterdiği Kafka’nın Milena’ya yazdığı kitaptı.
Ali Akkoç