Her başlangıç benim için uzun bir yolculuktur. Yolculuklarımın çoğu da beni ölüme götürür. Ben demesem de onlar öyle söylüyor. Yine uzun bir yolculuğa çıkıyorum hem de upuzun. Nerede başlayacak nerede sonlanacak bilmiyorum. Her zaman olduğu gibi yine buna ölüm diyecek kimi… Ölüm olsa bilirdim ama değildi. Sonra cebimden bir zarf çıkardım.
Zarfı açtım. Yolculuk konulmuş içine.
Ardından bir otobüse bindim. Yaşım on dokuz koltuğum yirmi iki numara… Yanıma biri oturdu. Bana oldukça yabancı… Saati sordu. Cevap vermedim. Ne gittiğim yeri ne de saatin kaç olduğunu biliyorum. Yabancı bana baktı ve güldü. Neden baktı neden güldü iyi biliyordum ama umursamadım. Vakit epey oldu dedi yabancı ama bana değil kendine söyledi. Vakit epey olduysa yolculuk çoktan başlamış olmalı diye düşündüm. Yanımdaki güldü. Neden güldü iyi biliyordum ama sustum. Camdan dışarı baktım.
Bir şehre girdi otobüs. Ben ve yabancı buna dâhil değiliz. Zaten otobüs hangi şehre girse biz hep kentlerin dışında kalıyoruz ve vakit hep ilerliyor. Sonra taşra kentlerinden geçiyor ardından küçük köylerin sevimsiz mahallelerinde duruyorduk. Vakit ilerliyordu. Yanımdaki yabancı küçük bir taşra kasabasında cebinden bir kitap çıkardı. Uzun bir yolculuktur kitaplar dedi ve kitaptan bir mısra okudu:
“vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına. Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu.”
Zarfı açtım. Bir parça ekmek, biraz peynir biraz da zeytin konulmuş içine.
Bir uçtan bir uca dolaşıyor otobüs. Biz yabancıyla hep aynı yerdeyiz. Bir adım ilerlemedik. Kimi yalnızlığa gidiyor kimi bir fabrikaya kimi de sıcacık bir yuvaya. Biz kışa gidiyoruz. Ayaza… Otobüstekiler yüz elli yaşında biz henüz on dokuzundayız. Kitaplar zamandır diyor yabancı. Ben hep susuyorum. Yanımdaki yabancı kitaptan dizeler okuyor ama kimse duymuyor. Ben uyanıyorum.
Biz duruyoruz ama vakit hep ilerliyor. Yabancının elinde bir fincan çay. Başım cama yaslı ve gözlerim çok uzaklarda. Gözerim kapanıp gidiyor. Ne yok ki bu kentte. Acı… Yoksulluk… Hüzün… Gözyaşı… Yabancının elinden kitabı düşüveriyor. Kent yabancıyı acıtıyor anlaşılan beni acıttığı gibi. Ben uyanıyorum.
On dokuz yaşımda beynimde şimşekler çakıyor. Küçücüğüm. Ne yabancı bunu biliyor ne de ben. Otobüs bilmediğimiz şehirlere girip çıkıyor. Vakit ilerliyor. Biz kımıldamıyoruz. Öylece cama yaslanmış başım. Geceye bakıyorum. Yıldızları görüyorum. Yıldızlara bakınca da yanımdaki yabancıyı… Yabancı ilaçlarımı uzatıyor bana. Sanırım o değil, ben hastayım. Vakit de hayli ilerledi anlaşılan.
Boğaz kenarında otobüsten iniyoruz. Bir vapura biniyoruz ardından. Vakit ilerliyor. Biz hala on dokuz yaşındayız. Martılar görünüyor. Simitçiler… Öğrenciler… Memurlar… İşçiler… Zaman neden durmuyor diye soruyor yabancı kendine. Biz hep duruyoruz diyor. Vakit epey olmuş sanırım vapur limana yanaşmış çünkü.
Vapurdan inip bir dolmuşa biniyoruz. Sonra tüm şehir biniyor dolmuşa. Vakit epey oldu ama yine de ilerliyor. Dolmuştan inince yüz elli yaşında bir beyefendi karşılıyor yabancıyla beni. Yüz elli kent görmüş ve yüz elli sevda. Yabancıyla ben dışarıdayız ve yanımızda yüz elli yaşında bir beyefendi. Yabancı bana bakıyor. Küfredecek ama utanıyor. Vakit ilerliyor başım cama yaslı. Yoğun bir gece yaşanıyor kentte. Yabancı bana bakıp saat kaç diye soruyor. Gözlerim dışarıda yıldız arıyor. Kendince mırıldanıyor. Vakit epey oldu diyor. Vakit epey olduysa ölüm yaklaştı diyecek kimisi ama ölüm olmadığını iyi biliyorum.
Vakit epey ilerledi anlaşılan yabancı çoktan yanımdan ayrılmış çünkü. Başımı cama değil yanımdaki yüz elli yaşında beyefendiye yaslıyorum. Zaman ne çabuk da geçiyor diyor yüz elli yaşındaki beyefendi. Yüzüne bakıyorum. Ellerini görüyorum. Yanımdan ayrılıyor. Kim bilir nereye gidecek ama ben biliyorum. Yüz elli şehir gezecek yüz elli sevda görecek daha. Sokaktayım. Elimde yüz yıllık bir kitap… Anlaşılan yabancı unutmuş. Bir dize okuyorum. Bir dize daha… Yürüyorum sonra. Vakit durmadan ilerliyor. Ben hep donuğum hep soğuk. Sokak bomboş ama vakit hep ilerliyor. Bir sevda çöküyor üzerime kocaman. Bir kadın… Henüz on dokuzunda. Ben yabancıyı hiç tanımadım kadın yabancıyı benden iyi tanıyor. Hiç yolculuğa çıkmadım kadınla ama vakit hep ilerliyordu. Biz yan yana öylece oturuyoruz
Saat epey olmuş vakit de ne çabuk geçmiş diyor kadın. Henüz on dokuzunda. Biz hala bekliyoruz hala gelen yok. Bana bakıyor. Sonra dönüp pencereden dışarıdaki yüz ellilik beyefendiye. Yüz elli kent yüz elli sevda görmüş bunu o demiyor ben diyorum. Başımı omzuna yaslıyor kadın. Bunun ölüm olmadığını o değil ben iyi biliyorum.
Ali Akkoç