Geceydi. Bütün yapraklar düşerdi dizlerime sonbaharın. Yarattığım kurgunun gökyüzünde dalgalanırdı ruhum. Olasılıkların yurdunda yol bulmak için benzetirdi bütün insanları kendine, benzetirdi bütün olayları hayatına. Varoluşun sancılı düşlerinde bir anlam bulurdu kendine dönüşlerim. Oysa gerçek gerçekti ve yaralardı bütün hülyalı bakışları hayatın basitliği. Kendime konduramadığım bütün davranışları bir bir işlerken günah defterime, anlardım ki bende herkes kadar basitim ve herkes kadar suçluyum.
Vasattı. Televizyona bakan bütün gece bekçileri kuşkuyla bakarken yüzüme, kayıplarını kabullenemeyen sarhoşlar naralar atarken yeryüzünde ve düzene uyamayan bütün deliler saçmalarken, sözlerinde bir anlam bulduğumu sanırdım. Oysa onlarda bilirlerdi, anlatmaya çalıştıkları şeyler değildi önemli olan, anlatamamalarıydı onları boğan. Bir söyleyebilselerdi, içlerinde durup duran kuyuyu bir gösterebilselerdi, sanki bütün şarkılar anlam bulacak, bütün endişeler son bulacak ve dargınlar barışacaktı. Oysa bizden bene doğru yol alan bu yalnızlık, gittikçe daha çok üşüten bu hissizlik, mide bulandıran bu eksiklik sözlerle ya da yazıyla ortaya çıkarılamayacak kadar derindi.
Olağandı. Doğumda, ölümde, düşmekte, kalkmakta, yatmakta, sevişmekte, içmekte, küsmekte, kaçmakta, durmakta, koşmakta, yanmakta olağandı, sıradandı. Oysa kimse sıradan olmak istemez. Sıradan olan kendini işaret edemez çünkü. Ben diyemez. Sıradanlığı içinde kaybolur benliği. Onlarda beni işaret edecek bir sen buldular böylece. Onlara sen mesafesinde sıradan olmayan şeyleri fısıldasın istediler. Anladılar ki ya hep olacaklardı ya hiç, ya sonsuz olacaklardı ya boşluk. Böyle bir riski göze almaları gerektiğini çok geç fark ettiler. Kimi döndü, kimi soldu, kimi de masal oldu. İçinde varoldukları aşkın kahramanı değil, adeta mahkumu oldular. Bir yazarında dediği gibi “aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamazdı”* çünkü.
Bütün bu karmaşadan aklımızda kalan güzel sözler, inleyen nağmeler ve benzersiz anlar icra edildi benzeşimin taklitçileri sanatçılar tarafından. Bize varolamadığımız bir düzlemden kalan birtakım izler yani sanattı teselli kalan. Hayranlık uyandıran bir çığlıktı hiçliğe başkaldıran. Kiminin sesinde kiminin ellerinde kiminin yüzünde tutuşan bu kanıtlar boşlukta yankılanırken insanlık nabzını duysun diye ona seslendi en can yakıcı tondan:” Ben vardım! Beni unutma…”
*Cezmi Ersöz’ün bir şiirinden
Özgür Gökhan Ergüven