Kulağımı parçalayan gürültüyü duyar duymaz balkona çıktım. Karşımızdaki binanın kentsel dönüşüm için yıkılmakta olduğunu gördüm. Sokakta kalan tek tük eski binadan bir tanesi daha zamana yenik düşmüş ve kendini yenileme kararı almıştı. Burhan amcaların bina, bizim apartman, fırın ve tekstil atölyesi bulunan binalar dışında sokaktaki tüm evler yeniden yapılanma için yıkılıp tekrar yapılmıştı. Sanırım bir de köşe başında yıllardır kimin oturduğunu anlayamadığım üç katlı ev, henüz emekliye ayrılamamıştı. Bizim apartmanın yıkılıp yeniden yapılması için görüşmelerimiz olduysa da şu ana kadar binada oturanlar olarak ortak bir fikir birliğine varamamıştık. Ev sahipleri yüz yirmi metre kare evlerinin altmış metre kareye evrilecek olması fikrini henüz benimseyememişlerdi. Karşı binamızdaki aile apartmanında oturan ve geçen uzun yıllara rağmen şehirleşmemeyi becerememiş bu insanların tekrar buraya geri dönmemesini umut ederek içeri girdim.
Bu ev bir zamanlar çocuk sesleriyle şenlenir, akşam geç saatlere kadar çay ve kahve eşliğinde, büyüklerin sohbetiyle salonun her duvarında yankılar uyandırırdı. Önce iki ablam evlenip gittiler, sonra da iki abim evlerini alıp taşındılar bu evden. Bu ev uzun yıllar yengelerimin, yeğenlerimin, abimlerin, ablamların, dedemin, babaannemin, anne ve babamın varlığıyla mutluluklar, hüzünler ve telaşlar yaşamış nice bayram sabahlarına uyanmış, sonunda benim yalnızlığımla baş başa kalmıştı. Kim derdi bir gün bu evde yapayalnız kalacağımı?
Herkes kendi telaşında, hayat mücadelesinde çırpınıp giderken unutulmuşluğa pas tutmuş benliğimle kendimi yapayalnız hissettim. Gece geç saatlere kadar üst kata taşınan yeni evli çiftin aşk ve keyif gürültüleri uykuma mani olmuş sabah erken saatlerde inşaat gürültüsüne uyanmıştım. Üst katımdaki genç kadın gece attığı kahkaha, keyif, mutluluk çığlıklarını duyup duymadığımı anlamak için birazdan kahve içmeye gelir, kesin. Hem bu sesler hem de ertesi gün yapılan kahve ziyaretleri hayatımda klasikleşen tek hareketlilikti diyebilirim.
Evde kaldın işte Seda, boş yere ona buna çamur atma. Kırk beş yaşında yapayalnız kalmanı, evlenip çoluk çocuğa karışamamayı kabullenemiyorsun. Geçmişini özlüyorsun, çünkü geleceğini kuramadın. Hala oralarda, aralarda bir yerlerde iz sürüp geçmişin kırıntılarıyla avunuyorsun. Oysa rahmetli babam, ”bu kız ablalarından önce kocaya varır.” derdi. Ah be baba kızın evde kaldı!
Mutfakta çay suyunu koydum ve ardından duşa girmek için banyoya girdim. Soyunduktan sonra aynanın karşısına geçtiğimde, vücudumun eski diriliğini yitirdiğini fark ettim ve uzun uzun vücudumu izledim. Kalkık göğüsler, ince bel ve diri kalça; hiçbiri artık yerinde değildi. Yine de yaşıma göre fena sayılmam. Yediğime içtiğime dikkat ediyor, her gün yürüyüş yapmaya çalışıyorum. Kendimi beğendirmek veya evlenmek için değil, bu saatten sonra evlenmeyi de düşünmüyorum. Çocuk doğurma şansım pek kalmadı. Olsa belki, ama sırf elin adamıyla aynı evi paylaşmak için kendimi o ateşe atıp kahır da çekemem. Arada sırada kaçamaklarım oluyor zaten. Yine de sonunda kendi yalnızlığımla baş başa kalmak bende bir alışkınlık haline dönüştü.
Hayatımda beni derinden etkileyen iki ilişki yaşadım. İkinci ilişkim ben de çok ciddi, travmatik ve kalıcı izler bıraktı. Kısa süreli depresyona sürüklediği gibi erkeklere karşı olan güvenimi de alt üst etti. Babamın kanser tedavisi gördüğü ve hastalığının ağırlaştığı günlerdi. İşten çıkar çıkmaz hastaneye koşuyor, gözyaşları içerisinde onun son günlerini yaşadığını bildiğim halde hayata tutunacağına, yine beni kocaman sarıp sarmalayacağı günleri göreceğime dair tüm umutlarımı koruyordum.
Tufan’la uzatmalı nişanlılık dönemimizi yaşıyorduk. Kimi zaman can ciğer kuzu sarması olurduk, kimi zaman da kedi köpek gibi birbirimizi yer, kavga ederdik. Evlenmeden ailemizin bir parçası olmayı başarmış, sık sık evimize girip çıkar olmuştu. Tüm aile onu çoktan damat olarak kabullenmişti. İki yılı geçen ve bir türlü resmiyete dönüştürülemeyen nişanlılık dönemimiz olmuştu. Annem ara ara Tufan’a laf soksa da babam asla onunla o samimiyette bir ilişki içine girmiyor ve ona bu durumu yansıtmıyordu. Bir de bana çok düşkün olduğundan, Tufan’a da apayrı bir kıymet veriyor, onunla baba-oğul ilişkisi yaşıyordu.
Aslında ben en büyük hatayı, Tufan’ın beni aldattığını öğrendiğim gün yapmıştım. İlişkiyi kopma noktasına getirmişken, onun bensiz yaşayamayacağı yalanlarına kanıp durumu aileme bile yansıtmadan kapatmıştım. En kısa sürede evlenmemizi de şart olarak önüne koymuştum, ama hemen sonrasında babamın yaşadığı rahatsızlığın artması planlarımızı ötelememize neden olmuştu.
Tufan, oldukça rahat, keyfine düşkün, dünyevi meselelere pek kafayı takmayan bir adamdı. Bana aşık olmadığını biliyordum, ama onun ben de yarattığı o alışkanlık, neşeli ve keyifli bir insan olması, en olmadık yerlerde beni mutlu etmeyi bilmesi hoşuma gidiyordu. Günlerce ilgisiz davranıyor, ben aramasam bir mesaj dahi atmaya tenezzül etmiyordu beyefendi. O dönemlerde kan beynime sıçrıyordu, ayrılmayı ciddi ciddi düşünsem de ilk buluşmamızda hemen yelkenleri suya indiriyordum. İnişli çıkışlı ilişkimiz bende alışkanlık haline dönüşmüş, hayatımın önemli bir parçası haline gelmişti.
Babamın rahatsızlığının artması nedeniyle hastane günleri yaşadığımız o dönemde sık sık ziyarete gelir, uzun uzun bizimle zaman geçirir, yanımızda kalırdı. Fırsat buldukça hastane kantininde veya yakın bir kafede bir şeyler içiyor, kısa sohbetler ediyorduk. Onu biraz dalgın ve durgun görüyordum ama bugünlerde hangimiz öyle değildik ki! Aklımız, fikrimiz, tüm düşüncemiz babamın üzerindeydi. Kafede oturduğumuz gün onunla biraz yakınlaşmak istedim, sıcak bir omuza, ilgiye, dokunulmaya ve sevgiye ihtiyacım vardı. Kedi kıvraklığıyla başımı omzuna yasladım, saçlarımı, yüzümü okşamasını bekledim. Kendini geri çekmese de tepkisiz kaldı. ”Beni sevmiyor musun, istemiyor musun?” dedim. ”Ne alakası var. Babanın durumu, hastane günleri derken gerildim” dedi. Oysa onun ilgisine ne çok ihtiyacım vardı. Yine de ona hak verdim. Bu günlerde elinden geldiğince yanımdaydı, ilgili olmasa da varlığıyla bize destek oluyordu.
Sonrasındaki iki gün boyunca sesi soluğu hiç çıkmadı. Telefonlarıma cevap vermedi, mesajlarıma dönüş yapmadı. Belki bunalmıştır diye düşündüm, ama bir süre sonra meraklanmaya başladım ve kız kardeşini aradım. ”Abim iş için şehir dışına çıktı.” dedi. Nadiren de olsa işi gereği şehir dışına çıktığı dönemler oluyordu, olsundu ama en azından bir haber vermeliydi ya da ona ulaşmaya çalıştığımda, merakta kaldığımı anlayıp telefonuna bakmalıydı.
O akşam babamın durumu ağırlaştı ve yoğun bakıma alındı. Sabaha karşı vefat ettiği haberini aldık. Feryat figan hepimiz ayrı bir köşede ağlaşıyorduk. Ömrümün en özel yanını, beni sarmalayıp saranı, elimi uzattığımda sıkıcı tutanı, babamı kaybetmiştim. Telefonuma gelen birçok cevapsız arama vardı ve tabii ki hiçbirine bakmıyordum. Can arkadaşım, bir tanem, Ela’nın ısrarlı aramalarına dayanamayıp telefonu açtım.
-Seda, haberin var mı?
-Neyden haberim var mı? diye ağlayarak cevap verdim.
-Duymuşsun demek canım, çok üzüldüm.
Babamın vefat ettiğini söylediğini sandım. Nasıl haberim olmazdı, ne saçmalıyordu bu kız? Kafam zaten yerinde değildi.
-Alçak, hain, pislik herif .
-Ne saçmalıyorsun Eda ne alçağı, ne pisliği.
-Tufan’ı diyorum işte.
-Ne Tufan’ı Eda ne saçmalıyorsun.
-Evlenmiş işte, instagramda boy boy nikah ve düğün fotoğrafları var.
-Ne diyorsun Eda, babam öldü benim.
Kısa bir sessizlik oldu. O bir anda şaşırmış ne diyeceğini bilememişti. Ben durumu tam olarak anlayamamıştım. Kafam allak bullak olmuştu. Hiçbir şeyi algılayamıyor, kavrayamıyor ve düşünemiyordum.
-Baban mı öldü, bilmiyordum. Hemen hastaneye geliyorum.
-Tufan’a ne olmuş, bir şey anlamadım Eda.
-Geldiğimde konuşuruz. Sen boş ver onu canım.
-Eda, sana ne olmuş diyorum.
-Başka birisiyle evlenmiş işte, neyse tamam unut boş ver.
Telefonu kapatıp, yere fırlattım. Babaaaa! diye haykırmaya başladım. Baba, tut ellerimden, sana çok ihtiyacım var. Baba kızının sana ihtiyacı var, gitme baba, gitme…
Derin düşüncelere dalmışken telefonumun çalmasıyla irkildim. Tanımadığım garip bir numaradan gelen çağrıyı direkt olarak reddettim. Salon duvarlarına boş boş bakmaya başladım. Bir zamanlar insanı sıcacık sarıp sarmalayan bu duvarlar, şimdi buz gibi soğuk, anlamsız ve bomboş geliyordu. Bu duvarları ısıtan sevdiğim insanlardı ve onlar yokken tüm sıcaklığını kaybetmiş, nemli birer beton yığınına dönüşmüşlerdi. Bir gün bu evde yapayalnız öleceğimi hissettim. Üzerime doğru anlık, ağır bir titreme boşaldı. Belki de bu evde yapayalnız öldüğümden kimsenin haberi olmayacak, günlerce cansız bedenim mutfağın ya da yatak odasının bir köşesinde sessizce bekleyecekti. Belki de üst komşum kahve ziyaretine geldiğinde kapıyı açmamamdan şüphelenip polise haber verecek ve kapı kilidi kırılarak benim cansız bedenimi bir köşede kıvrılıp yatarken bulacaklardı.
Bunları düşünmek için çok erken Seda dedim kendi kendime. Daha yaşanacak uzun yıllar var kendine gel. Hadi şöyle oynak bir şeyler açalım, neşelenelim. Telefonumdan son günlerin popüler şarkılarından, hareketli mi hareketli, kıvrak mı kıvrak bir şarkı açıp kahvaltı etmek için mutfağa girdim. Aklıma bu sefer de ilk ilişkim düştü.
Liseyi bitirdikten sonra babamın tüm ısrarlarına rağmen üniversiteye gitmeyi hiç istemedim. Okumayı, ders çalışmayı oldum olası sevmedim, ama lise yıllarımda çok çalışkan bir çocuğa tutuldum. Uzun boylu, aslında yakışıklı sayılabilecek ama hayatı ders çalışmaktan ibaret olan bakımsız, saçı başı dağınık, asosyal Kenan’a. O yıllarda mini mini etekler giyen, itinayla dudağına ruj süren, gömleğinin üst düğmelerini açık bırakan havalı bir kızdım. Peşimden koşan o kadar erkek varken gönlüm Kenan’a kayıverdi. O diğerlerinden farklıydı. Diğer erkekler gezmelerde, arkadaş gruplarında, kızların peşindeyken o hep ders çalışır ve hem erkek hem de kız öğrenciler tarafından dışlanırdı. Benim bile ona yakınlaşmam kolay olmamıştı. Önce soğuk davranmış sonra onunla dalga geçtiğimi düşünerek benimle fazla iletişim kurmak istememişti. Sınıftaki kızlar da bana kızıyor, benim gibi bir kızın bu inekte ne bulduğumu anlamıyorlardı. Dedim ya, bizimkiler hep başka havalardaydı.
Kenan’ı ufak ufak açmış sonunda dışarıda buluşmaya ikna etmiştim. O gün, onu okul üniforması dışında ilk defa görmüştüm. Kot pantolon, üzerindeki boğazlı kazak ve jöleli saçlarıyla gözüme bambaşka görünmüştü. İlk defa ellerini ben tuttum, ilk öpücüğü ben dudaklarına kondurdum. Zamanla da ayrılmaz harika bir ikili olmuştuk. Kenan değişiyordu, o çekingen tavrı azalmış, bana güzel sözler söyleyen, belimden sarılıp yanaklarıma kocaman öpücükler konduran, espriler yapan bir çocuk haline dönüşmüştü.
Bir akşam evde ailece otururken telefon çaldı ve ablam bir kadının beni aradığını söyledi. Bu saatte beni kim arayabilirdi ki! Arkadaşlardan birisi sanarak telefonun avizesini elime alıp, ”Alo” dedim. Arayan Kenan’ın annesiydi. Benim yüzümden oğlunun derslerinin bozulduğunu, onun benim gibi hedefleri olmayan başıboş bir çocuk olmadığını, üniversiteye gideceğini ve oğlunun peşini bırakmam gerektiğini söyledi. Şaşkına dönmüş ne diyeceğimi bilememiştim. ”Biz birbirimizi seviyoruz.” demek istedim ama telefon salonda olduğundan ve herkesin gözü üzerimde olduğumdan, ”Tamamdır, ders notlarını yarın sana getiririm.” diyerek telefonu kapattım.
Kenan’dan bir sür uzak durmaya çalıştım, ama o ne olduğu konusunda ısrar edince durumu ona anlattım. Sonra yine eskisi gibi devam ettik. Hedefi İstanbul’da bir üniversiteyi kazanmaktı ama benim devreye girmem, zamanını, aklını çalmam nedeniyle Anadolu’da bir üniversiteyi kazanıp oraya gitti. Tabii ki annesi yine beni suçlamış ve oğlunun geleceğiyle oynadığımı söylemişti. O üniversiteye başladıktan sonra ben de bir mağazada satış elemanı olarak işe başlamıştım. Mektuplaşıyor, telefonlaşıyor, İstanbul’a geldiğinde görüşüyorduk, birbirimizden kopmak bir yana gün geçtikçe birbirimize daha çok bağlanıyorduk. Ta ki onun üniversiteyi bitirip Amerika’ya yerleşinceye kadar. Ben o dönemde büyük bir şirketin muhasebe işlerine bakıyordum. İşim ve gelirim fena sayılmazdı. Evleneceğimizi düşünüyordum ama ”beni bekle” diyerek Amerika’ya gitti ve birkaç ay sonra aramaz oldu, telefonlarıma çıkmaz oldu. Ben de artık beklemekten sıkılmıştım, yeni aşklara yelken açmak istedim ve onu unutmak için şimdi kimler olduğunu hatırlamadığım birkaç kişiyle saçma sapan aşk maceraları yaşadım. Yıllar sonra evlenip boşandığını duydum. Hatta sonra benimle evlenip Amerika’ya yerleşmemi istedi. Ne o eski kuvvetli duyguları hissedebildim ne de doğup büyüdüğüm toprakları bırakıp oralara gitmeyi göze alabildim.
Bu kez de kapı zilinin çalmasıyla irkildim. Üst komşum İdil’in dün gecesini dinleme saatim gelmişti.
Eşref Eryılmaz