Yanıma gel,
Gözlerimden öp.
Keder uzaktan bakınca ağaç dalında oturan hayalet bir çocuğa benzer.
Kadir Uşkun kronik depresyonla geçen üç yılın ardından, ona göre başakların sarardığı mevsim geldiğinde ansızın babasının vasiyetini hatırladı ve yatağın yanındaki çıngıraklı zili kibarca çınlattı. Çok geçmeden siyah ketenler içinde şık bir uşak kapının eşiğinde belirdi.
Kızıl meşeden bir tabut istiyorum. Annemin rahatça uzanabileceği şekilde tasarlansın. Bolca nemli toprak istiyorum. Kazma, kürek gibi şeyler de ayarlayın. Yola çıkıyoruz.
Peki efendim.
Bugün yağış var mı?
Gün boyu hava açık efendim.
O zaman yağmur da istiyorum. Kederle çiselemeli.
Kadir Uşkun zengindi. Ezgin başakların salındığı tarlaları, minik kuzuların otladığı otlakları, kavaklarla çevrili koca bir çiftlik evi, sadık hizmetkarları vardı.
Kadir Uşkun nadiren kendini iyi hissettiğinde mavi örgü beresini, üzerine bol gelen kadife ceketini ve mora çalan havlu çoraplarını giyerdi. Yuvarlak bir yüzü, çukur bakışları ve gamzeleri vardı. Özellikle düşünceli olduğunda kaşları kederle kıvrılırdı.
Kadir Uşkun uzunca süren derin inzivasının ardından dünyaya adım attığında tam olarak üstte tarif edildiği gibi giyinmişti. Ve kaşları kederle kıvrılmıştı. O gün ilk kez özel aracında şoförün yanına oturdu. Arka koltukta en sadık iki uşağı vardı. Yol boyunca çocuksu bir merakla aracın filmli camından dışarıyı izledi. Minik kuzuları, benekli inekleri, kavakları ve ağaç dalına tüneyen dişi bir atmaca gördü.
Hiçbir şey hissetmedi.
Öğle güneşinin altında irili ufaklı köylerin içinden geçtiler. Yaşamın bittiği yerde ufka doğru sapsarı burçaklar uzanıyordu.
Buranın ardında ne var?
Çamur var efendim. Çıplak arazinin ortasında heybetli, üryan bir ceviz köklenmiş. Dalları asla yeşillenmiyor.
Yeterince kederli. Annemin hoşuna gidecek.
Sonra annesinin ahir vakitlerini bir başına geçirdiği minik kulübesine sürdüler. Bahçede oradan oraya koşuşturan sayısız sincap vardı. Beyaz papatyalar ve rengarenk başka çiçekler de vardı. Kadir Uşkun bahçenin bu neşeli halinden pek hoşlanmadı. Emriyle birlikte sadık çalışanları çiçekleri bir bir kopardılar. Yerlere kuru güz yaprakları serptiler. Bahçe çitlerini çürük sarmaşıklarla örtüp evin sıvalarını döktüler. Sonunda manzara Kadir Uşkun’u tatmin ettiğinde kapıyı çaldılar.
Yaşlı kadın dökülen saçları ve tebeşir beyazı suratıyla eşikte belirdi. Göz çukurlarının derinlerinden nemli bakışlarla oğlunun ardına uzunca baktı. Sonra lekeli ellerini dehşetle yüzüne kapadı.
Ah oğlum! Daha dün bahardı. Ne ara kış geldi?
Zaman alın yazısı gibidir anne. Elbet gelir.
Benim için de mi?
Sanırım öyle. Babamın yasını yeterince tuttun mu?
Tutmaz mıyım! Sefil haldeyim oğlum.
Yeri doldurulamaz bir yokluk hissettin mi?
Elbette!
Onsuz yaşamın bir anlamı olmadığına ve ruhunda ketum bir kasvetin hüküm sürdüğüne hemfikir miyiz?
Hem de nasıl!
Vazifeni hakkıyla yerine getirmişsin anne. O halde artık toprağa girebilirsin. Biliyorsun, sevgili babamın son isteği hepimizin kendisi gibi toprağa karışması.
Öyle mi diyorsun? Tüh! Aslında yaşasaydım onun için daha nice gözyaşları dökerdim oğlum.
Kadir Uşkun diğer tüm meziyetleri dışında babasına olan sadakatiyle de bilinirdi. Onun sonsuz kudretinden en ufak bir şüphe duymadan büyümüştü. Zalim dünyada başını sokacak sıcak bir yuvası, yiyecek kuru bir ekmeği varsa bu, babasının bereketle dolu varlığı sayesindeydi.
Annesinin bu sefil tavrı onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Bunu özellikle sesli şekilde belirtip sadık hizmetkarlarına yaşlı kadını ayıplamalarını ve sonrasında tabuta koymalarını emretti. Başakların içinden geçtiler. Islak çamurda bata çıka ilerlediler. Cevizin altına geldiklerinde tabutu açtılar. Kadıncağız ağlamaktan bitap düşmüştü. Kadir Uşkun annesinin saçlarını yumuşak uçlu bir tarakla tek tek taradı. Gözlerini kuruladı, yüzündeki kırışıkları ve ellerini bolca kremledi.
Sonra yaşlı kadına beyaz bir entari giydirip kazdıkları küçük çukura gömdüler. Yağmuru beklerken bir ara annesi Kadir Uşkun’a anlamlı sayılabilecek bir ifadeyle baktı.
Sen bari kız kardeşin gibi ol yavrum. Yaşamayı dene.
Sonra yağdı, incelikli bir kederle döküldü. Üstünü toprakla örterken Kadir Uşkun annesine hiç bakmadı. Onun yerine ufukta alçalan güneşi ve turuncuya dönen bulutları izledi.
Göğsümde
büyüyor,
Dalları
kavakların.
Kadir Uşkun akşam saatlerinde taze demlenmiş kahvenin yanında sade kruvasan yerdi. Ve küçük sarayının camından odasına dolan günbatımı ışığında zihnini boşaltırdı. Bu onun sayısız ritüellerinden yalnızca biriydi.
O akşam ağır meşeden yuvarlak masasının başında kahvesini yudumlarken kız kardeşini düşündü. Yanakları öfkeyle kasılmıştı. Korkak! Diye geçirdi içinden. Kardeşinin aksine doğduğu toprakları hiç terk etmemişti o. İnsan babası nereliyse oralıydı, insan eninde sonunda babasına benzerdi. Kaderden kaçmak acizlikti. Kız kardeşi babasına benzemekten korkup başka diyarlara kaçmıştı. Zamanında peşine işinin ehli hafiyeleri takmıştı Kadir Uşkun ama sonuçsuz kalmıştı bu gayreti. El değmemiş topraklarda sürünüyor olmalıydı şimdi. Kendi yaşasa bile vicdanı kayıp bir ruh gibi semada acıyla süzülüyordu kesin. Öyle değilse bile babası bu yaptığını affetmeyecekti.
Camdan içeri dolan çocuk seslerine kulak verdi Kadir Uşkun. Dışarı baktı. Yeşil tepeciklerin ardından geliyordu sesler. Köylü çocuklar arazisine izinsiz girmişti yine. Belki köyü de satın alırsa onları evlerine tıkmayı ancak becerebilirdi. Böylece kız kardeşi gibi oradan oraya özgürce koşuşan çocuklar görmemiş olurdu artık.
Kadir Uşkun gittikçe yükselen şen çığlıklara kulaklarını tıkayıp çocukların ortaya çıkmasını bekledi ama kimseler yoktu. Melodik kahkahaları gökyüzünde yankılanıyordu ama onları göremedi. Hava karardığında gülüşmeler hala duyuluyordu ama o vazgeçmişti artık.
Temiz bir kağıt çıkarıp aklında canlanan ilk yüzü kabaca çizdi. Kadir Uşkun resim yapardı, sayısız hobisinden yalnızca biriydi bu. Sonra saç ekledi. Dudakları konusunda kararsız kaldı, gülmeli miydi? Yanaklarına biraz çil ekledi. Gözlerindeki anlamı bulmaya çalıştı. Yorulmuştu.
Kız kardeşi böyle bir şeye mi benziyordu? Unutmuştu bile. Bir çocuk neye benzerse ona benzerdi işte. Bilmiyordu, kendisi çoktan büyümüştü. Ona sorsan insan sadece korktuğu şeylere benzerdi. Kadir Uşkun babasına benzemekten hiç korkmamıştı, aksine bununla gurur duyuyordu. Mesela babasının kronik depresyonu genetik yolla ona da geçmişti. Aldığı en özel hediyeydi.
O gece küçük sarayında bir ziyafet düzenleyip tüm sadık hizmetkarlarını davet etti. Orkestra onlar için çalarken hep birlikte yiyip içtiler. Yıllanmış şarap kanına işlediğinde Kadir Uşkun kıdemli uşaklarından birini yanına çağırıp kulağına fısıldadı:
Akşamüstü bahçede hiç çocuk gören oldu mu?
Hayır efendim.
Gürültülerinden doğru düzgün düşünemedim bile. Biliyorsun akşam saatlerinde masama oturup düşünürüm.
Biliyorum efendim ama tüm akşam bahçede çalıştım. Her zamanki gibi sessizdi.
Delirmiyorum di mi?
Mümkün değil efendim. Siz hep ne yaptığını bilen biri oldunuz.
Doğru. Yarın sabah yola çıkalım. Kendim için içi pamuklu yumuşak bir tabut istiyorum. İçine ince kar taneleri serpiştirin. Çocukken babamla kartopu oynardık. Narin ve dokunaklı bir veda olmalı.
Peki efendim.
Yarın yağışlı mı?
Gün boyu hava açık efendim.
Yağmalı. Biliyorsun.
Cümbüş gece boyu devam etti. Kadir Uşkun kadehini bitirirken şömine karşısında alevleri izledi. Hiçbir şey hissetmedi. Sonrasında davetlilerle(sadık hizmetkarları) tek tek vedalaşıp odasında inzivaya çekildi.
Bahçenin karanlığında sümükleri dudaklarına dökülen bir çocuk elma ağacının dalına tutunmuş tırmanıyordu. Çiftlik evinin üst katındaki ışık yanınca aniden irkildi. Dala tutunup yükseldi ve yaprakların arasına kendini gizledi. İçerde genç ve ciddi bir adam üstüne rengi solmuş kareli pijamasını giyiyordu. Dede gibi diye geçirdi çocuk içinden, sonra sessizce kıkırdadı. Taze elmalardan birini koparıp iştahla ısırdı ve yalnız adamı izlemeye devam etti.
Ağaç dalları odanın duvarlarında gölgeleniyordu.
Ekin Gökgöz