Resim: Hans Holbein |
Tanrı, önceleyin ezel ve ebet arasındaki o muazzam boşluğun içinde yapayalnız duruyordu. İçten içe yaratıcı sıfatının olduğunu biliyor ve bunu hiç kullanmadığı için rahatsız oluyordu. Bir gün ne yaratabileceğini görmek istedi ve boşluğun içine fısıldadı: “Ol!” dedi.
İşte, her şey bu şekilde var oldu. Tanrı, önünde boylu boyunca uzanan kainata baktı ve çok beğendi. Sonra derin bir soluk alıp kuvvetlice üfledi. Böylelikle kainat toz olup boşluğa uçtu. Tozları toparlayıp birleştirdi ve kainatı yeniden inşa etti. Bu yap-boz çok hoşuna gitti. Fakat bir süre sonra, bu yap bozun kendini sonsuza dek mutlu edemeyeceğini anladı. Böylelikle, insanı yarattı.
Var oldukları an, Adem ve Havva şaşkınlıkla bedenlerini incelediler. Tanrı, onları gülümseyerek izliyordu. İlk şoku atlattıktan sonra Adem başını öne eğip : “Biz yaratıldık ama ne yapacağımızı bilmiyoruz.” dedi. Gerçekten de ne yapacaklarına dair bir fikirleri yoktu. Tanrı, “Sadece yaşayın.” dedi. Onlar cennete doğru yollanırken arkalarından kıs kıs güldü.
Adem ve Havva cennette yaşamaya koyuldular. Cennette ihtiyaçları olabilecek her şey vardı. Tanrı, kendi başına hareket edebilen bu yaratıkları izleyip katıla katıla gülüyordu. Ama bir süre sonra onların aklını sınamak istedi. O ikisini çok seviyordu, bu yüzden hafif bir şakanın yeterli olacağını düşündü. Adem ve Havva’ya, yasak meyveyi yememelerini, yoksa sürgün edileceklerini söyledi. Bu şakayı yaparken gülmemek için kendini zor tuttu.
Adem ve Havva, yasak meyveye dokunmayacaklarını söylemelerine rağmen sürekli meyveyi düşünüyorlardı. Tanrı, onların ikircikle süren yaşantısını muzip kıkırtılarla izliyordu. Bir gün geldi -o günün geleceğini hepsi biliyorlardı- yasak meyvenin dibinde Adem ve Havva birbirlerine sarıldılar. Gözyaşları içinde meyveden birer ısırık alan Adem ve Havva’yı kahkahalarla izledi Tanrı. Fakat, Adem ve Havva dünyaya düşünce şaşırdı. Onlara şaka yaparken “Ol!” demesiyle her şeyin gerçekleştiğini unutmuştu.
Af dileyen Adem ve Havva’nın duaları kabul olmadı. Dünyada yaşamak zorunda olduklarını anladılar. Önce bir dil yaratmakla başladılar işe. Havva, Adem’e döndü ve ciğerlerinden ses tellerine doğru bir hava kütlesini ittirerek “Ğağ.” dedi. İlk kelime böyle doğdu. O zamanlar dünyada hiçbir şeyin adı yoktu.
Tanrı, eğer isteseydi onları cennete geri alabilirdi ama bunun yerine şen kahkahalarla onları izlemeyi tercih etti. Ancak hala rayına oturmayan bir şeyler olduğunu sezinliyordu. Bir süre bu konu üzerine kafa yordu ve her insana bir son yazmakta karar kıldı. Bu yüzden düz bir çember yaratıp bunu insan evrenine yerleştirdi. Bu düz çemberin adına da zaman dedi.
Zaman yaratıldığında göz göze geldi Adem ile Havva. Hiç bilmedikleri bir karanlığın, kendileri için hazırlandığını hissettiler ve sıkıca sarıldılar. Sadece aynı kaderi paylaşan insanların bildiği bir dille, nesillerini devam ettirmeleri gerektiğine karar verdiler.
Geceden kara, günahtan tatlı o meyveyi ısırmalarının üzerinden bir yıl geçtikten sonra ilk ikizleri doğdu. Adem, birine birinci çocuk, diğerine de ikinci çocuk demeyi önerdi ama Havva kabul etmedi. Onlara ad verdi. Böylece yıllar yılları kovaladı, Adem ile Havva’nın bir sürü çocuğu oldu. Çocukları evlendi ve onların da çocukları oldu. Aileler sülalelere dönüşmeye başladı. Adem ve havanın çocuklarının torunları dünyaya geldi ve boylar oluşturdular. Üreyip genişlediler.
O zamanlar dünyada nimetler çok boldu ve Adem ile Havva tonton ihtiyarlara dönüşmüşlerdi. Mutluydular. Öncüsü oldukları bu nesli gururla izliyorlardı. Ancak bir gün, Havva’nın çocuklarından Habil ile Kabil ormanda gezinmeye çıktılar. Kabil kendine hakim olamadı ve yerden aldığı iri bir kaya parçasını Habil’in kafasına vurdu. Habil yere yığılınca ama Kabil vurmaya devam etti. Bunu gören Tanrı olduğu yerde donakaldı. Habil’in acı çekmemesi için hemen Azrail’i gönderip Habil’i yanına getirmesini söyledi. İlk katil, kardeşini gömdü.
Habil, ezik başıyla Tanrı’nın huzuruna geldi. Tanrı, mahcup bir edayla duruyordu. Habil, ellerini beline koydu, başındaki yaradan hatırı sayılır miktarda kan sızıyordu. Gözlerinde yaşlarla sordu: “Sence bu yaptığın komik mi?” Tanrı, hafifçe kızardı. “Eee, şey, ben sadece şaka yapmıştım.” dedi. “Başka şakaların da var mı?” diye sordu Habil. Tanrı, ne diyeceğini bilemedi. Gerçekten sonrasını planlamamıştı. “Ehe, şey, adını henüz koymadım ama üzerinde çalıştığım bir projem var.” diyebildi sadece.
Bir kahkaha sesi duyuldu göklerden. Kıyametin kahkahalarla geleceğini kimse bilemezdi.
Onur Tuncay