Mektup – R. Demirel


mektup-erdogan-gezgin-merdiven-alti-yazar-gustav-klimt-aglayan-kadin

Bir karanlığın sonunda, bir göz yaşının ardında, uykusuz gecelerde ve söylendiğinde acısı artan, söylenemeyen, ya da belki de hiç söylenmemesi gereken kelimelerin sonunda, seni görüyorum. Bulanık bir film sahnesindeymişiz gibi sakince kulağıma eğilip “umut var” diyorsun, “Bizi hayatta tutan yegane şey o”. Ama ne olduysa birdenbire oldu işte. Bazı şeyler belki de birdenbire olursa güzeldir.

“Her şey birdenbire oldu.

Birdenbire vurdu gün ışığı yere;

Gökyüzü birdenbire oldu;

Mavi birdenbire.

Her şey birdenbire oldu;

Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;

Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.

Yemiş birdenbire oldu.

Birdenbire,

Birdenbire;

Her şey birdenbire oldu.

Kız birdenbire, oğlan birdenbire;

Yollar, kırlar, kediler, insanlar…

Aşk birdenbire oldu,

Sevinç birdenbire.”*

Belki daha da erken olabilirdi her şey. Ancak beklemek bazı şeyleri olgunlaştırıyor olabilir. Ama beklemek de yolda olmak kadar yorucudur. Neyin ne zaman hangi koşulda meydana geleceğini bilemeyiz. Bizi biz yapan şey de bu değil midir aslında; birden karşımıza çıkan olaylar karşısında verdiğimiz tepki. Gözlerime bakıp başını öne eğiyorsun zarifçe, dünya duruyor. Şimdi durmak yolda olmaktan daha heyecanlı. Belki yaşananlar yaşanmalıydı ve yaşandı da.

“Belki de biraz geç rastladım sana

Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza

1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi

Eksikliğe mi alışmışız, mutsuzluğa mı yoksa?”**

Gelmesinden korktuğumuz ama geldiğinde geçmesini istemediğimiz zamanlar vardır. Masaya oturuşundaki asaletle birlikte başlayan bir zaman. Gözlerinin içine acemice bakışımdaki o tedirginlik. Sonra zarifçe çantanı masaya bırakıyorsun, masa taşıdığı yükün farkında değil. Ya da alelade bir yolda yürüyorsun. Yol olabildiğince uzun, saçların olabildiğince dağınık rüzgardan. İşte ben o zamana ait olmak isterdim, ya da bu zamana inanmak. Bu zamanın bir adı olsun. Mesela “Güzel Günler Zamanı”. Hani bir keresinde bir şarkı dinlemiştik beraber “Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar.”

“Hani şimdi biz
Bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı caddelerde mağazaları

İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar.”***

Bazı yaşanmış anları, rüyaları, tarihleri hatırlamamak, tekrarlamamak, unutmak gerekir. Çünkü ne kadar tekrarlanırsa o kadar canlı kalacaklar. Bazı anılar neşeli olmakla birlikte bazıları da öldürülmelidir.

Örneğin bir gülüşün hayatta yaşanan tüm kaoslara, tüm ölümlere, susuzluklara, katliamlara, haksızlıklara rağmen her şeyi unutturup bir insanın içini ısıtabileceği aklına gelir miydi? Ama bazen her şey böyle olmuyor değil mi? Acaba güneş bizi ısıttığının, bahar bizi umutlandırdığının veya yağmur bizi hüzünlendirdiğinin ne kadar farkında? Bazı yağmurları anılar gibi unutmak gerekir. Seni o son görüşüm…

Bazen gitmek geliyor aklıma. Bu zamana kadar kimin aklına gelmemiştir ki bu düşünce? Ama neden kaçacağımı bilmiyorum. Beynimi yiyip bitiriyor bu. Neden? Bir elma kurdu elmayı delemiyorsa eğer o elmayı terk eder. Hayatın içine giremediğimi hissediyorum bazen. Bir film izlemiştim adı “Joker”. Orada Arthur söyle diyordu “Kısa bir süreye dek kimse beni görmüyor gibiydi. Var mıyım yok muyum bilmiyordum.” Ben ya da biz var mıyız? Kaç insan bizim farkımızda? Hayatın içinde miyiz? Sen benim farkımda mısın? Ben bazen önemsiz bir meseleyim.

Kullandığın parfümü buldum dün odada. Ve içime çekerek kokuyu, tüm evrene bıraktım. Gözlerini kapatırsan bu rahatlamayı ya da acıyı sen de hissedebilirsin. Hırçın ama hoş bir pembe.

“gül kokuyorsun bir de

amansız, acımasız kokuyorsun

gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun

dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun

hırçın hırçın, pembe pembe

öfkeli öfkeli gül

gül kokuyorsun nefes nefese.” ****

Umut demiştin değil mi? Bazen midem bulanıyor bu kelimeden. Bir şeyler yolunda gitmiyor ve yol bizi balçıklarla dolu bir yere itiyor. Buradan tek çıkar yol umut mu sahi? Ama hep unutuyorum, balçıktan nefret ederdin sen.

Bazen bazı şeyler söylenmiyor. Boğazımda adını bilmediğim bir yumru beni rahatsız ediyor sürekli. Gözlerine bakıp kelime bulamayışım gibi biraz. Hayır, bu yöresel bir ağızdan kaynaklanmıyor. Dudaklarımı hücrelerinle dikiyorlar gibi bir his. Kimse yok ve sessizlik…

“Şimdi sözü aşka nasıl getirmeli

Herkes eve dönmüş ve üzerine rahat bir şeyler giymişken

Televizyonda çok ilginç canlılar varken yine bu gece

Dünya nüfusu benim sayılarımla sıfırken

Sözü aşka nasıl getirmeli” *****

Senin için bir şeyler söylememin anlamı var mı ya da hiç oldu mu bilmiyorum. Ama sessizlik en büyük felakettir. Söyleyebileceğim tek bir söz kaldı artık sanırım.

-Hoşça kal, gerçekten…


R. Demirel




* Orhan Veli Kanık – Birdenbire

** Cemal Süreya – Uçurumda Açan

*** Nazım Hikmet – Güzel Günler Göreceğiz

**** Edip Cansever – Gül Kokuyorsun

***** Onur Bayrak – Konusu Kalmayan Karşılıklar – İzdiham Yayınları “Şairi Öldürdüler” kitabı


Görsel: Gustav Klimt – Ağlayan Kadın


  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

Bazen yazar.

Yazarın Profili
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir