Kamil abi manyağın tekiydi. Karısını dağa tepeye götürür yağmur çamur dinlemeden yalın ayak yürütüp fotoğraflarını çekerdi. Nereden mi biliyorum? Benimkileri de çekmişti de ondan. Sonra beni çekmeyi bıraktı, ‘’fazla büyümüşüm’’ dediğine göre. Biz komşuyduk Kamil abilerle. Aslında köyde Kamil abinin manyağın teki olduğunu bilmeyen yoktu…
Kamil abi büyük şehirdendi. Hatice abla üniversite okumaya Isparta’ya gittiğinde tanışmışlar. Sıcak bir yaz günü. İlk görüşte aşk. En azından Kamil abi için. ‘’Hayatımda gördüğüm en güzel ayaklardı’’ diyor Kamil abi. ‘’Ama o yıpranmış, astarı kalkmış sandaletler bütün büyüyü bozuyordu’’ diye de ekliyor. İlk iş yeni bir çift sandalet hediye etmiş Hatice ablaya. Böyle başlamış büyük aşkları. Herkese de anlatmaz he! Beni çok severdi ama. Benden laf çıkmayacağını iyi bilirdi. Keyfi yerindeyse, iki de tek attıysa başlardı anlatmaya. Diğer zamanlar ağzını bıçak açmazdı.
Hatice abla biraz safçaydı. Hani yüreği temiz derler ya. Kamil abinin sanatçı olduğuna tüm kalbiyle inanır bir dediğini iki etmezdi. Gerçi Kamil abi pek aldırmazdı öyle sanat sepet işlerine. Hatice ablalar köyün en varlıklı ailesiydi. Hatice abla da tek torun. Parayla dertleri yoktu anlayacağınız. Karı koca keyfe keder yaşamayı pek güzel becerirlerdi ama. Kimi sıkılır beceremez. Ya da sapıtır, görgüsüzleşir. Kıyak çiftti doğrusu. Neyse Hatice ablanın babası epey karşı çıktı bu işe ilk başta lakin söz geçiremedi. Zaten olan olmuştu üniversite yıllarında. Kamil abi boylu boslu bir adamdı. Elinden de her iş gelirdi hani. Çok da iyi atıcıydı. Tüm garipliklerine rağmen köyde kimsenin yüreği yetmezdi yüzüne karşı bir laf etmeye. Yazın gelen turistler dışında dışarıdan geleni sevmez buranın köylüsü. Ne kızını verir ne toprağını. Kamil abi bir istisnaydı.
Yaz geldi mi Kamil abi sahile iner, ağaç altındaki meşhur masasına kurulur gün boyu gelip geçen ayakları seyrederdi. Bir oturuşta da bütün gün içebilirdi hani. Piri gelse anlamazdı sarhoş olduğunu. Hafif çakırkeyif oldu muydu bir kurban kestirirdi gözüne. Kadınlar severdi Kamil abiyi. Karizmatik adamdı Allah için. Böyle durumlarda sık sık kaybolurdu ortalıktan. Fotoğraf makinası omzundan sarkar halde hiç olmadık yerden; sahilin berisindeki mandalina bahçesinden, azmaktan, park alanından ya da bir apartın odasından çıkarken rastlayabilirdiniz ona. Ama dikkatliydi. Benim dışımda kimse bilmezdi nereden gelip gittiğini. Ağzında pis bir sırıtışla söylediğine göre de ‘’dizden yukarı çıkmazmış.’’ Günahı boynuna…
***
Kamil abi iyi hoştu da her geçen yıl biraz daha sapıttı sanki. Çok takıldı bu ayak işine. Boşluktan olsa gerek. Köy hayatına alışamamıştı belki de. Şehirden gelene zordur, kışın tenha olur buralar pek kimse dolanmaz etrafta… Birkaç kış geçtikten sonra Kamil abi hemen her hafta sonu ilçeye gidip gelmeye başladı. İki kış sonra da ile dadandı. ‘’Ava gidiyorum’’ derdi soranlara. Yalan da sayılmazdı hani. Dönüşte mutlaka göl civarına uğrar birkaç keklik vurup öyle gelirdi. Bir keresinde ben de gittim onuna göle. İyi atıcıydı hakikaten. Bu arada bir kızları oldu. Adını Leyla koydular. Sonradan çıkan bir dedikoduya göre bebekken ayaklarını sararmış fazla büyümesinler diye. Kamil abi bu köyün başına gelen en garip hadiseydi…
Neyse gel zaman git zaman bu hafta sonu avları köyde iyiden iyiye konuşulmaya başlandı. Kayınpederi çekmiş bunu kenara. ‘’Bak!’’ demiş ‘’Kamil’’, söylediğine göre. ‘’Başta senden zaten pek hazzetmemdi bilirsin. Ben karşı çıkıverdim bu işe ama olan oldu bi kere…Yine de bozuk adam çıkmadın, iyi kötü alıştık gari sana. Kızım da mutlu. Anası da torununa kavuştu onun da hali keyfi yerinde. Ama şu av işine bi son veriver. Köyde lafı çıkıpduru… Hatice benim tek kızım. Her şey size kalıvercek biliyon… Yediğiniz önünüzde içtiğiniz berinizde. Karışanın görüşenin desen yok. Çalışın diyen de… Ama sen de köylük yerde beni mahcup düşürme. Köylünün ağzına sakız olmayam gari yeter. Tek isteğim bu senden…’’
Kamil abi tek kelime etmemiş. O kış bir daha çıkmadı ava. Köylü de konuşmadı daha fazla. Fakat çok içmeye başladı. Gün boyu kadehi boş kalmazdı. Şarap, bira, rakı… Artık o günkü ruh haline göre. Şişeleri atmak için iki tur yapması gerekirdi çöpe. Bazen beni yollardı markete iyi de harçlık verirdi. Önceleri biraz balığa takıldı hatta kendine ufak bir kayık bile aldı. Lakin pek keyif almamış olacak ki bir süre sonra alemciliğe döndü iş. Köyde ne kadar ayyaş varsa kayığa doldurur, yalandan biraz açılıp başlarlardı içmeye. Sesleri koyda yankılanır durur, sözde balık kovasına boş şişleri doldurup dönerlerdi. İskeleye her dönüşlerinde de ayakta duramayacak halde birbirlerini tebrik eder, avın ne kadar iyi geçtiğine dair hep aynı geyiği yaparlardı.
Bir ara kayınpeder tekrar el attı işe. Gel demiş sana ilçede bir fotoğrafçı açalım. Hani madem bu kadar seviyorsun bu işleri en azından başında duracak bir dükkanın olur. Kamil abi geçiştirmek için ilkin tamam demiş ama iş ciddiye binince sömestrı bahane ederek Hatice ablayla Leyla’yı alıp bir aylığına İstanbul’a gitti. Dönünce de bir daha lafını ettirmedi.
O kışı geçirdi Kamil abi ama bir sonraki kış yeniden başladı bu av işi. Dayanamadı herhalde. Düşününce tutkuyla yaptığı tek şey de oydu zaten. Başta yine laf söz çıkar gibi oldu ama hiç taviz vermedi bu sefer. Ağzını açtırmadı kimseye. Tersi de pistir hani… Gerçi pek seyrekti ya yine de gidiyordu. Bir süre sonra ise ayda bire sabitledi. Her ayın ikinci pazarı. Dünya yıkılsa kimse ayın o günü gitmekten alıkoyamazdı Kamil abiyi. Böylece iki yıl daha geçti…
***
Çok iyi hatırlıyorum o günü. Ayın ikinci pazarı. Gökten boşanırcasına yağıyordu yağmur. Fırtına desen gırla. O uğultuda bile Hatice ablanın çığlıkları ta bizim evden duyulmuştu. Kamil abi Muğla’da kaldırıldığı hastanede vefat etmiş. Çifteyle tek atış. Tam göğsüne. Oracıkta bitmiş işi aslında ama kesin ölüm hastanede oluyor… Atlayıp gittiler Muğla’ya cenazeyi almaya. İşin aslı sonradan çıktı ki; Kamil abiyi her ay Muğla’da görüştüğü kızın abisi vurmuş. Namus cinayeti deniliyor. Bizim burada pek olmaz gerçi böyle şeyler ama bu aile dışarıdanmış. Kız on dokuz yaşında. İki senedir görüşüyorlarmış Kamil abiyle. İnternette tanışmışlar ilkin. Aşıkmış Kamil abiye, olaydan sonra intihar etmeye kalkışmış, bileklerini kesmiş… Ama kurtardılar. Sonra da zorla bekaret kontrolü yaptırdılar. Bakire çıktı. Aile memleketine döndü. Abi de müebbetlik zaten.
Hatice abla o günden sonra hiç konuşmadı. Polisin işi bitince, Kamil abinin fotoğraf makinesini kendisine teslim ettiler. Elini bile sürmedi ama benim bakmama da bir şey demedi. Bütün fotoğraflar tek çift ayağa aitti. Farklı renkte ojeler ama aynı ayak… Ha bu arada Kamil abi öldükten sonra çalışma odasındaki kanepenin altından kocaman bir katalog çıktı. Civarda çekilmeye değer bütün ayaklar vardı içinde…
Fotoğraf makinesi ve tüm ekipmanları Leyla’ya kaldı. Şimdilerde on altı, on yedisinde olması lazım. İnternette görüyorum ara sıra, bayılıyor fotoğraf çekmeye. Daha çok manzara falan… İyi de çekiyor hani. Armut dibine düşer. Olaydan bir yıl sonra annesiyle İstanbul’a taşındılar. On yıl olmuştur belki… Kamil abi öldükten sonra köyde adı ‘Şipşak Kamil’e çıktı. Artık rahat rahat konuşabiliyorlar arkasından. Ben Kamil abiyi hep saydım. Manyağın tekiydi belki ama kıyak adamdı. O da öyleydi işte…
Ege ÜNDAĞ
27.12.2020