Hapşırdığımda
Yokoi Yayu
Gözden yitirdim birden,
Tarlakuşunu
“Sakat bir köpek vardı, hatırladın mı? Gri, kangal kırması bir şey.”
“Onlardan çok vardı.”
“Bunun arka bacağı kısaydı. Kral diye çağırırdık.”
“Bana hepsi aynı gibi gelirdi.”
“Öyleydi harbiden. Neyse işte. İnsan çocuk olmayı özlüyor.”
“Bence köpekler de çocukları özlüyordur.”
“Evet. Belki de böyle düşünmek daha iyidir. Sağ ol.”
***
Yakup’u herkes severdi. Onu özlüyorum. İntiharından aylar sonra cesaret edip yalnız yaşadığı köy evine gittim. Haftada bir bahçesinde çilingir sofrası kurar, gün ayana dek içerdik. Benim için yedek bir anahtar yaptırmıştı. O gece ay tepedeydi. Ölüm sessizliğinde içeri girdim. Soğuktu. Tek bir ışık açmaya cesaret edemedim. Anılar yüzüme vuracak diye ödüm kopuyordu. Gözlerim karanlığa alışana kadar Yakup’un yatağına uzandım ve gecenin seslerini dinledim. İnsanın bir anda yok olması çok tuhaf.
Sonra ışığı açtım. İlk gördüğüm çıplak zeminde duran siyah terlikleri oldu. Raftaki kitaplar tozla kaplıydı. Komodinin üzerinde çocukken çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Çilli yanaklarına kederli bir tebessüm yayılmıştı ve masmavi gözleri ışıldıyordu. Hep böyleydi. Kelimelerle arası iyi değildi ama gözleriyle çok şey anlatırdı. Tam üç tane av köpeği ve sayısız kedisi vardı. Köpeklerden biri talihsiz bir kazada sakat kalmıştı. Yakup onunla yürürken topallardı. Şimdi onu daha iyi anlıyorum.
Çekmecelerden birinde paslı, teneke bir kutu buldum. İçi defalarca katlanmış defter yapraklarıyla doluydu; yüzlerce kağıt vardı. Tek tek okudum. Hemen hepsi Yakup’un lisede acemice yazdığı şiirlerden ibaretti. Sonuncusu bir mektuptu. Saman rengi kağıda çocukça bir el yazısıyla yazılmıştı. Güzel yüzlü Melike diye başlıyordu.
Sen çok güzelsin. Saçların ve gözlerin de çok güzel. Bugün biraz ağladım çünkü eve dönerken yanında bir çocuk vardı ve gülüyordunuz. Bak bunlar benim gözyaşlarım.
——–_ _ _ _ _—–_ _ _———_ _ _ _—– — – -_ _ _ _
Buz gibi bir şubat akşamı kapımı çalıp biraz borç para istemişti. Zil zurna sarhoştu; saçları karman çorman, burnunun ucu kıpkırmızıydı. Dilinin döndüğünce biriken faturalarından söz etti. Evliliğin aşkı nasıl öldürdüğüyle ilgili bir şeyler geveledi. Sonra birden hıçkırarak ağlamaya başladı ve hemen ardından isterik bir kahkahaya tutuldu. Yakup liseden sonra okumamıştı. Eczacı bir kızla evlendi. Sanırım adı Melis’ti. Üç ay sonra boşandılar.
Dolabında ona çok yakışan kadife ceketi buldum. Kolları yamalıydı. Çok içtiğimiz bir gece eski tavuk çiftliğinin yıkık duvarları dibinde sızmıştık. Uyandığımda üstümü yorgan gibi örten bu ceketin altında sıcacıktım. Havada anızların kokusu vardı. Dumandan bir bulut üstümüzden geçiyordu ve biz uzaklardaki tarlanın ateşini izleyerek bir süre sessizce oturmuştuk. Yakup ince gömleğinin altında titriyordu. Benden üç yaş büyüktü, içinde hep bir abi şefkati vardı.
Ceketi giydim ve Yakup’un kırık aynasında yüzümdeki çizgilere baktım. Banyo ufacıktı, ince buzlu cam rüzgarda titreşiyor, içerde donuk bir uğultu yankılanıyordu. Aniden gelen bir dürtüyle ceketin ceplerini karıştırdım. Biraz bozuk para ve eski bir market fişi dışında bir şey yoktu. Sekizli tuvalet kağıdı, dörtlü kağıt havlu, nane özlü bir şampuan, bir paket sigara ve kremalı bisküvi alınmıştı. Arkasını çevirdiğimde boğazıma bir yumru oturdu. Okunaklı bir el yazısıydı ve sanki her harf kendi yalnızlığını taşıyordu. Yalın bir gerçeği itiraf eder gibi dürüstçe yazılmıştı. Köpekler de çocukları özler.
Yakup’a ait her şeyi orada bırakıp dışarı çıktım. Bahçe kapısından usulca süzüldüm. Gecenin sakinliği içimi ürpertti. Sokak ışıklarının altında ayakuçlarıma bakarak yürüyordum. İnsan kendinden kaçamıyor. Yalnız olmadığımı fark ettiğimde ayaz içime işlemişti. Ne zamandır peşimdeydi bilmiyorum. Arkamı döndüğümde durdu ve beni kuyruğuyla selamladı. Arka bacaklarından biri eksikti. Engin gözlerini yüzüme dikmiş kırpmadan izliyordu. Sonra ağzını açıp kocaman esnedi. Başını okşadım ve yürümeye devam ettim. Minik patileriyle ardımdan geliyordu.
Ayağımı büküp hafifçe topalladım.
Ekin Gökgöz