Sevgili Günlük,
Belki de zamanı gelmiştir artık. Belki de bir odaya kapanmanın zamanı gelmiş ve geçiyor sevgili günlük. Hem kalbimde pek istekli değil eskisi gibi yaşamaya. Kimi zaman adına spazm denilen bir sürece giriyor ve onun da yorulduğunu anlayabiliyorum artık. O da benim gibi pek yaşayamaz oldu anlaşılan. Nitekim yaşamak dediğimiz şu döngü, hani adını anlarla ördüğümüz sonuna erişilemeyen o kuyu… Ölürken mi yaklaşıyoruz bu erişilmemeye hep merak ederdim. Oysa karanlık bir gecede, bir odada yalnız başımayken ve vücudum tir tir titrerken bir erişilmezliğe sarılmamıştım, gördüğüm şey yalnızca zifiri bir karanlıktı. O an titreyen bedenimde kısa aralıklı titreme nöbetleri ve acıyı derinden duyumsuyordum. Yalan yok sevgili günlük, bir huzur da kaplamıştı her bir yanımı, belki de bir sondu o an. Son kez yatağa uzanmıştım. Son çayımı içmiş, son kez bir şeyler okumuş ve yarına kalkmak umuduyla uyumuştum. Hani derler ya bazı gecelerin sabahı olmaz. Sahi aklıma o an bu söz gelmişti. Onca acı içindeyken bedenim, zihnim bir sonsuzluğun ardından giderek düşünceler üzerine düşünceler üretiyordu. Demek demiştim kendime, bu gecenin bir sabahı yok. Sanki bu yaşamdan gidiyor olduğumu ve titreyen bu bedene veda edeceğimi sanmıştım. O yüzden bir gece yarısı kimselere haber vermeden bir bebekmişçesine emekleyerek hastaneye ulaşmıştım. İnsanlar bedenimi ruhsuz ve bensiz bir biçimde bulmasın diye yapayalnız bir odada, kendimi hastaneye götürmüştüm.
Yaşamak… Yaşamak sevgili günlük, ne tuhaf bir döngü. Şimdi kasılmaların bazen sıklıkla bazen ise gevşediği zaman dilimlerindeyken kalbim, yaşamayı tekrar öğreniyor gibiyim. Uzun süre uyumaya ve olabildiğince sağlıklı beslenmeye özen gösteriyorum. Her gün bir avuç dolusu ilaç bana eşlik ediyor. Hiç öğrenemez sanırdım bu durumları. Oysa her gece her gündüz hınca hınç merak dolarken zihnimde ve bu merakları geceli gündüzlü altı metrekare odamda cevaplamaya çalışırken henüz çok gençtim. Gözlerimin gördüğü her doktor, bedenimi hor kullandığımı ve ona acımamış olduğumu söylediler. Hem biliyor musun, bir sene boyunca sadece yatakta vakit geçirebilirmişim. Kabul etmedim, kızma bana lütfen. Kabul edemezdim. Bir doktor atları anlattı bana, atları durdurmazsan hep koşarlarmış çatlayana kadar ve sonunda dinlenmezlerse ölürlermiş. İşe bak, şimdi de bir at oldum! Hem biliyor musun sevgili günlük, bu yaşamın kıyısındayken ben daha neler oldum neler… Babam adam olmamı isterdi annem ise bir insan. Ben de kimi zaman adam oldum kimi zaman insan. Bedenine iyi bakamamış bir adam bir insan olarak yaşamıma nasıl baktım sevgili günlük? Yoksa bende kötü resim asarım korkusuyla duvara hiç resim asmayanlardan mıyım? Bir gün karar verip yahu ben kötü yaşarım, o halde hiç yaşamayayım mantığına mı büründüm? Yaşamak neydi sevgili günlük? Bir süreç miydi, yoksa süreklilik? Hmm? Eğer bir süreklilikse şu an sürekli olamayan ben yaşam kümesinin dışında mı kaldım? Bir süreç ise eğer… Söyle bana, tamamlandı mı o süreç?
İnsanlar etrafımızdayken ve o etrafımızda olan özneleri birer birer severken ve sevildiğimizi hissettiğimizde yaşam nasıl da tüketilemeyen bir huzur! Yanımızda kimseler yokken ve kalbimizin bile nasıl çalıştığını anlamadan geçen sürede, ben artık hiçbir kimseyi sevemem yahut yüreğim hiçbir dala çarpamaz artık, onu koruyorum masalının gerçeğe ulaşması mı tarif edilemeyen o huzursuzluk? Sevmek, öğrenilebilen bir duygu biliyor musun sevgili günlük? Bunu bir araştırmacıdan öğrenmiştim, sayfaların arasına sıkışmış bir araştırmacıdan. Ne yazık ki diye başlamıştı önce derin bir nefes çektiği cümleye, ne yazık ki sevmek öğrenilebilen bir duygu. Neden bu kadar hayıflandığını ve hüzünlendiğini sormuştum. Büyük bir felaketi ifade eder gibiydi, sanki kutsal kitaplarda yazan kıyametin alametini açıklar gibi: Bazıları hiç öğrenemez, fark edemez ne olduğunu.
Oysa insanın en temel ihtiyaçlarından biridir sevmeyi bilmek ve sevilmek. Bende bu oturduğum yerden aniden kalkıp birilerini sevebilirim sevgili günlük. Nasıl sevilirdi, neydi sorularını bir kenara bırakarak elbette. Belki de bu öğrenilen şey unutulan bir şeyde olabilir, değil mi? Hmm? Demek unutmuşum… Her neyse! Birilerini sevebilirim sevgili günlük! O halde bir oyunun parçası değil mi bu? Aynı iyi ve kötü olmak gibi ya da mutlu veya mutsuz olmak gibi. Sevmiş olduğun, en azından hatıralarında kalan şeylere maruz kalarak mutlu olabilirsin sevgili günlük, rahatsız olduğun olgu veya durumlardan dışarı çıkarak da. Şimdi söyle bana, bir oyunun parçası değil mi? Sana da sahiden öyle gelmiyor mu? Kıyafet giymek gibi, hmm? Kötü giyinirsem adı tarz olacak tamam mı? Hatta yeni bir tarz bu diyelim, eğer iyi giyinmişsem bir tercih olsun bu eylemin arka planı. Ha-ha-ha! İnsan olmak ne ilginç! O araştırmacı ne demişti biliyor musun bir gün, insan olmak bir evreler bütününe sahip olmaktır. Hayat boyu bu evreleri tamamlayabilmek için uğraşırız. Uğraş? Ha-ha-ha! Kalbimin bu hale gelmesine sebep olan uğraşın adı neydi sevgili günlük? Üzgünüm sevgili günlük, bu sefer cümlelere başlarken nasıl olduğunu, günlerinin nasıl geçtiğini sormadan hemen konuşmak istedim seninle. Şaşkınlığını anlayabiliyorum çünkü bir süredir yanımdan geçen insanlar da bana nasıl olduğumu veya günlerimin nasıl geçtiğini sormuyorlar. Yalnızca konuşuyorlar, bende onlar gibi konuşuyorum. Araya sıkışmışsa bir soru; nasılsın, nasıl oldun gibi ardına hemen sıralıyorum: İyiyim, daha iyiyim, daha iyi olacağım. Biliyor musun sevgili günlük? İyi olamadım. İyiyim dedim de hep eylemin son vurgusu ses tellerimde kaldı. Gerçeğe ulaşamadı, var olamadı. Doğru defterleri hep yarıda kaldı. Sağdaki ile soldaki melek arasında da sıkıştım kaldım, biliyor musun? Defterleri hep açık unuttum, noktasını koyamadığım her cümlem ucu açık bir soru olarak kaldı sınavlarda. Öğrenciler cevabını bulamadı, kimisi geceli gündüzlü çalışmıştı oysa. Bir cevabı var mıydı bilmiyorum fakat bilim insanlarınca bir doğruluk değeri vardı. Bu değer ne düzeydeydi, hep merak ettim. Bende cevaplayamadım. Bu münakaşaya edebiyat öğrencileri de karıştı. Kimi Divan’dan hesap sordu kimi Cumhuriyet Döneminden. Hem, ebced hesabına göre ölümün bir yaşı yokmuş. Kimine altmışında ulaşırmış bir el, kimine ise yetmişinde. Yirmi iki tane biriktirdiğim taş, bir mezarı sarabilir mi? Sarıp sarmaması mesele değil de… Her neyse… Ne umabiliriz ki artık? Yaş otuz beş olsun belki bakarız, hem belki yolun ortasına gelmek için yirmi üç tane taş da yeterli olur. Ne dersin?
Öyle susup durma sevgili günlük, sessizliğe tahammülüm yok artık! Hem bak bakalım, şu masalara. Yarısına sözde güneş oturmuş, yarısında gürül gürül akan şelaleler. Ne öyküsü vardır şimdi bu masaların, yirmi iki taşa bedel ne ayrılıklar ne kavuşmalar ne can sıkıntıları… Kimi eldivenler var ele benzeyen bu göğün rengiyle kendini hatırlattığı gökyüzünün altında. Giyilmek isteyen eller, ceplerde sanılan iç karartıcı dünyalar, yolsuzluktan hüküm giymiş hüzünler ve sevinçler… Hep sanıldı biliyor musun sevgili günlük, her dönem insanlarca birer birer sanılan şeyler vardı ve sanılan onca şeyin ardında anlatılmayan onca gerçek… Neyse sevgili günlük, neyse içim karardı. Hem sen böyle susarsan hep, yani başı ve sonu olmayan bir susmaya adarsan kendini bende susarım. Öyle çok susarım ki doktorlar duyamaz sesimi, EKG kayıtlarının her birinde sınıfta kalırım. Hem sen biliyor musun, sana gelirken ne kadar çok susmayı öğrendim ben! Madem öyleyse, tamam.
…
…
…
Pekâlâ sevgili günlük, her noktaya karışamıyorsam eğer… Yani ben belirleyemiyorsam bazı noktaları, o halde buradaki noktaya da ben karar vermek istiyorum fakat ucu açık bir soruyla noktalayacağım. Endişelenme, sadece aklına gelenleri yaz, bu dersten kalmazsın. Pekâlâ sevgili günlük, ölünce biz de iyi adam olur muyuz?
Evren Sarı