Taşrada bir adam yaşardı. İsmi de pek bilinmedik ve kullanışı da pek hoş olmayan argo bir sözcük olan Bay Bok’tu. Bok yıllardan beri taşrada N. köyünde oturuyordu. Geçimini ise adı gibi boktan sağlamaktaydı. Aslında bok alır bok satardı köylülere. Köylüler boku ısınmak ve tarlalarında gübre için kullanırdı. Çok az kişiyle yakın bir temas kuran Bay Bok, köyde vaktini en çok evinin bir odasını paylaştığı Bayan Bok ile geçirirdi. Bay ve Bayan Boklar aslında hem ev arkadaşı hem de köylülerin tabiriyle evlilerdi. Lakin bu evlilik ise herkesin bildiği bir evlilikten öte başka uzantılara başka nedenlere başka ilişkilere dayalı hem sıradan hem de sıra dışı bir evlilikti. İşte hikaye tam burada duruyor ve geriye gitmeye başlıyordu.
Uzun upuzun süre önce Bay Bok o sıralar akademinin kapısından kafasını biraz olsun içeriye uzatmıştı. Dinliyordu içeriyi, yoğun ve derinlere kulak vermeye çalışıyordu. Koca bir şatoya benzeyen bu akademinin adını koskoca renkli bir tabelaya herkesin görebileceği şeklinde yazmışlardı: BOK AKADEMİSİ. Gözleri açıldı iyice, iyice kulağını kabarttı. İçeriden yüzlerce binlerce kişinin uğultularını duyuyordu. Ayrıca görkemli Bok Akademisinin şatafatlı ve ürpertici ve de dehşeti andıran, koca kaba taşlarla örülmüş duvarlarının hemen yere basan ve tam da duvarın orta yerindeki kapının üstüne herkesin görebileceği şekilde akademiye giriş için şartlar yazıyordu.
Şartlara göz gezdiren Bay Bok, ki o zamanki adıyla Bay Z, için göze çarpan akademiye girebilmek için öncelikle ismini silip Bok olarak değiştirmek gerekiyordu. Tabi bu şart, diye düşündü en önemli en dikkate değer olmalı. Yavaşça kapıya yaklaştı. Şimdi daha rahat şartları yazan tabelayı görüyordu. Madde madde, fıkra fıkra yazılmış şartları detaylı bir şekilde okuduktan sonra isminin Bok olarak değişmesi için adımların ayrıntılarını ve yapması gerekenleri dikkatlice okudu.
İsim değişikliği için kapının ziline iki defa basılması gerekiyordu çünkü isim değişikliği ikincil şarttı. İlk şart ise kendi kendine yeten bir kişi olması gerekiyordu adayın, bu şartı taşıyorum diye içinden geçirdi kendinden emin şekilde Bay Z. Zile iki defa bastı. Gong ardından gong diye inledi akademi. Koskoca kapının görünmeyen sol alt tarafına insanın görebileceği bir aralıktan akademinin bekçisi seslendi: “Ne istiyorsun yabancı?” “Ben yabancı değilim, ayaklarım, kollarım, gözlerim, saçım, burnum yani kendime dair ne varsa buraya ait hissediyorum” diye cevapladı bekçinin sorusuna Bay Z. Bekçi tekrar sordu: “Öyleyse ne istiyorsun yabancı?” “Öncelikle kendimi tanıtayım. İsmim Bay Z, ve akademiye başvuru için ismimin Bok olması için başvurmak istiyorum diye sorusuna karşılık verdi. Bekçinin sadece gözleri deliğin arkasından tam olarak görülebiliyordu. İri gözleri, siyah göz bebekleri iyice açılmış sanki ateş fışkırıyordu. Bekçiyi zihninde canlandırmaya çalışan Bay Z, sesin bir kadına ait olduğunu açık olarak anlayabilmekte zorlanmamıştı.
Bekçi yavaşça kapıyı açtı. Bir güzellik bir heyecan bir huzur almıştı Bay Z’yi. Yavaş adımlarla gelen bekçi kendini tanıttı: “Bayan Bok” ve elini uzattı Bay Z’ye. “Bay Bok” diye ağzından çıkıveren sözcüklere başta inanamayan Bay Bok buna hemen alışmışa benziyordu.
Hikaye tam olarak bu anda başladı. Buraya kadar anlatmamın sebebi sadece tanışma anlarına sizin tanık olmanızı istediğim içindir.
Gong Gong diye evin zili çalınca Bay Bok kapıyı açmak için oturduğu masadan kalktı. Kapıyı açtı. Gelen Bayan Bok’tu. Elinde tuttuğu paketi Bay Bok’a uzattı. Anlaşılan bugün yine ve hep bugüne özel olan doğum günü hediyesiydi. Hediye Bay Bok içindi. Paketi alan Bay Bok hemen kendi odasına gitti. Paket heyecanlandırmışa benziyordu onu. Masasının yanında bulunan sandalyeye oturdu ve paketi masanın üstüne koydu. Kalp atışlarının ritmi değişmişti sanki. Korku içinde bir kaygı bir telaş alır gibi de olsa da Bay Bok paketi birden ve ansızın açıverdi.
Paketin içinden bir kitap çıkacağını bile bile açmıştı Bay Bok. Kitabı eline aldı. Kitap aslında Bok Akademisinin bir armağanıydı. Kitapta ilk dikkati çeken şey Bay Bok için, kapaktaki Bay Bok’un kendi fotoğrafıydı. Portre bir fotoğraftı. Bayan Bok tarafından çekilmişti ilk akademiye başvuru sırasında, hemen hatırlamıştı bu anı Bay Bok. Kitabın yazarı ise Bayan Bok’tu. Belli ki kitap Bay Bok’u anlatıyordu, bunu düşünürken tereddüt etmemişti.
Kum saatini eline alıp ters çevirdi kitabı okumak için kitabın ilk sayfasını açtı. Sonra ikinci ve sonra üçüncü. Dört sayfalık oldukça iyi betimlemelere sahip etkili bir kitap olduğu her sayfasında kendini belli ediyordu. Bay Bok kitapta bir er olarak tasvir ediliyordu. Savaş olmayan bir meydanda savaşan bir erdi. Hiç kimse değildi savaştığı kendinden başka. Bir tür resmi andıran fotoğraflarla güçlendirilmiş bu kısa kitap, Bay Bok’un yaşamsal anlamda kendini nasıl tükettiğini ve kendini nasıl yeniden ürettiğini bir çırpıda anlatıveren ve bir çırpıda yüzüne haykıran ama vurucu kırıcı ve yıkıcıydı. Kitabın her cümlesini özen göstererek sabahtan akşama kadar yavaş ve dikkatli okuyarak bitirebildi. Her cümlesi sembollerle inşa edilmiş kitabın içeriği ise Bay Bok’un etkileyici ve derinlemesine analiz etme gücünün ne kadar da değerli fakat kimi zaman ise bunun yıkıcı olmadığını aksine daha da yakıcı ve yıkıcı olması gerektiği üzerinde duruyordu. Kitabın her cümlesini okumadan parmaklarıyla dokunarak hissetmeye çalışıyordu Bay Bok. Bir tür okuma refleksi bir tür sezgisel ve içgüdüsel okuma yapıyordu Bay Bok. Her kelimesi kitabın gözünden yaş olarak damlıyordu. Hüzünleniyor ardından daha çok heyecanlanıyordu.
Odadan oldukça yüksek sesli bir savaş marşı yükseliyordu.
Dalıyor kitaba daldıkça içine çekiliyor bunun ardından bir ses duyuyordu koca ve yüksek ve de karanlık. Kulaklarını iyice kabarttı sese; şöyle diyordu müziğin sözlerinde, “Gökten gelen bir ses sana ne diyor dinle…” Gözlerini iyice kapadı kendini sımsıkı sıkabildiği kadar sıktı ardından hedefine kilitlenmiş bir ok gibi gerildi. Ayağa kalkıp sese yürüdü ve bir aslan gibi kükredi odaya göğe ve de kendine.
Birden kapı çalındı. Gong gong… Odaya giren Bayan Bok’tan başkası değildi. Bayan Bok ona baktı. O ise pencereye dayanmış göğe sesleniyordu. Korkunç bir ses korkunç bir ruh ve korkunç gözler… Yavaşça yaklaştı Bay Bok’a. Sırtına dokundu. Saçlarına dokundu. Sonra ellerini tuttu.
Ve onu alıp yürüdü başka kapıya başka odaya… Gidilecek onca kapı onca oda vardı ki Bay Bok için… Kapıdan çıktılar. Odadan çıktılar. Evden çıktılar. Sokaktan… Köyden… Taşradan… Dünyadan…
Ali Akkoç