Sanırım yalnız değilim. Daha doğrusu yalnız olmadığımı düşünmeyi tercih ediyorum. Sizlerin arasında da benim gibi birilerinin olduğunu umut etmek istiyorum. Benimle aynı durumda olan zavallı insanlar olmasını istiyorum. Belki bencillik yapıyorum, belki korkuyorum. Ama yalnız olmak istemiyorum. Uzun yıllar boyunca yalnızlık çekmiş birisi olarak bu noktadan sonra dayanma gücümü yitirdiğimi, direncimin kırıldığını hissediyorum. İçinde yaşadığım toplum tarafından kabullenilememek, ne yaparsam yapayım çevre koşullarına uyum sağlayamamak artık kendi topluluğumu bulmam gerektiği yönünde beynimde büyük bir baskı ve gereklilik hissi yaratıyor. Uzun uzun düşünüyorum bu konu üzerine, hatta o kadar çok düşünüyorum ki artık düşünme eylemi beni eylemsizliğe iter hale geliyor. Bazı şeyler çözümsüz kalacağına veya çözüm ararken bitap düşeceğime en iyisi hiç mi düşünmesem diyorum. İşin içinden cehaletle mi çıksam yoksa kendimi mi değiştirsem bilmiyorum. Hangisi daha kolay acaba?
Kendini değiştirmek veya değiştirebilmek, mümkün mü acaba? Nasıl yapılır, nerden başlanır ve var olmanın ideali nedir? Daha doğrusu mutlağa yakın bir doğruluk var mıdır ki varoluşa ilişkin. Her birimiz “unique” değil miyiz bizlere öğretildiği gibi. Yoksa mitoz bölünme yoluyla üreyen bakteriler gibi bir canlı türüyken evrimleşen, çeşitlenen bir oluşumdan mı ibaretiz. İnanç sisteminin de işin içine girdiği bir yaklaşımdan günümüz toplum şartları açısından kaçınmak sanırım en doğrusu olacak. Yazarken, düşünürken bile ürettiğim şeylerin başkalarını nasıl etkiler, daha doğrusu ait olduğum toplulukta nasıl karşılanır düşüncesini üzerimden atamamam ne kadar da çok ironi içeriyor. Ne yazık değil mi düşünürken bile zincirlerimizi üzerimizden atamamamız. Olmuyor yani, hayata ve yaşama dair bir bebeğin bakış açısını yakalamamız mümkün olmuyor. Neden yaşam ve hayat diye ikiye ayırdığımı sorarsanız eğer size cevabım benim için farklı anlamlar ifade etmesinden dolayı olduğunu söylerim. Bu konuya burada değinmek istemediğim için özet geçersem eğer hayatın bize sunulan yani bir oluş, yaşamın ise elde edilen bir tercih olduğu görüşündeyim. Eminim ne demek istediğimi birçoğunuz anlayacak fakat bu daha sonrasında uzun uzadıya konuşmak istediğim bir mevzu. Şimdi asıl meseleye gelirsek eğer açıkçası bana göre bir hücreli canlının evrimleşerek bugünkü insan haline gelmesi o kadar da olağanüstü olmasa gerek. Hayal gücünden uzak, bilime dayanan bir yaklaşım, normal şartlar altında kesinlikle savunacağım bir mantık içeren bir görüş. Fakat hayatımın fiziksel olarak sağlıklı geçen bir evresinde, yaşam kalitemi etkileyen unsurların düşünceler ve duygular olduğu bir noktada ben açıkçası yaratıma inanmak istiyorum, böyle olursa eğer bazı şeyleri kabullenmenin veya tahammül etmenin daha kolay olacağı görüşündeyim. Ah gerçi beraber yaşadığımız insanları gördükçe evrime inanıp onlarında günün birinde evrimlerini tamamlayabileceklerine inanmak istiyorum ama tabi umut fakirin ekmeği diye boşuna dememişler.
Ama asıl sebebe gelecek olursak eğer açıkçası evrim teorilerini veya bir yaratıcı tarafından mükemmel bir tasarım olarak yaratıldığımız fikrini bir kenara bırakmamız kısa vadede ömrü sınırlı biz faniler için daha faydalı olacak diye düşünüyorum. Hiç olmazsa benim için. Sizleri bilmiyorum ama benim için zaman oldukça hızlı akıyor. Sürekli bir yerlere yetişmenin telaşında tamamlanması gereken işlerin stresi altında kaldığımı, hatta ve hatta monotona bağlamış hayatımın bile peşinden koştuğumu fark ediyorum. Tabi bu durum sadece koşabildiğim zamanlar için geçerli. Bir de artık gücümün yetmediği noktada durup beklemeye çalıştığım anlar var hayatımda. Sadece duruyorum o anlarda. Peşinden koşup da yetişemediğim otobüsün arkasından bakarmışçasına duruyorum. İpliği iğneye geçiremeyen insanın kızgınlığıyla duruyorum. Sedye üzerinde uzanmış, iğne olmayı bekleyen hastanın ürkekliğiyle duruyorum. Bir nokta geliyor ki artık beklentisizce ve kaygısızca, sanki bütün benliğim bedenimden söküp koparılmışçasına duruyorum. Bekliyorum, başkalarına göre belki birkaç gün, bana ise sanki varoluşumdan itibaren bekliyormuş gibi bekliyorum. Tekrar mücadele edecek gücü bulmak için mi, tekrar bilinçli kayıtsızlığıma geri dönebilmek için mi yoksa bilmiyorum ama bir şeyleri beklediğimi bilircesine… Nitekim gene o meşhur anlardan biri gelip çatıyor, yaşam nehrimin kıyısında böyle durmuş beklerken tekrar kendimi giriyorum o devinimi bitmek bilmez sulara. Koyverip gidiyorum kendimi, boğulma ümidiyle.
Serhat Alper
Yine harika canısı
Yazınızda kendimi buldum. Bu kadar olamaz
Size ulaşmak istiyorum.mümkünmü