Gözlerimi, tiksindirici bir kokuyla birlikte sarı, belirsiz bir boşluğa açıyorum. Koku, burun deliklerimde sıcaklaşıp keskinleşiyor. Kalp atışlarım farklı aralıklarla, kalbimi sökmeye çalışıyor göğüs kafesimden. Ürkekçe etrafa dokunmaya başlıyorum. Ellerim, kaygan ve kirli bir zeminin üzerinde korkuyla yavaş yavaş hareket ediyor. Nefesim derinleştikçe, boğazımdaki yanıklık şiddetleniyor. Yanıklığı atmak için öksürmeye çalışıyorum. Etkisiz, devam ediyor. Kuru boğazımdan, tükürükler saçmaya çalışıyorum . Ellerimin ayaklarımın ağrısı artmaya başlıyor . Şaşkınlık, korkuyla karışık midemden yukarı doğru çıkıyor. Panik içinde kafamı, ellerimi kontrol etmeye başlıyorum. Altımda koyu mavi bir pantolon, üzerimde çizgili bir gömlek ve ayaklarımda eski bir ayakkabı var. Her şeyin yerli yerinde olduğunu üstünkörü anlayıp devam ediyorum. Kafamı tedirginlikle biraz kaldırıp etrafa baktığımda, benden kat kat büyük , kare kare işlemeli büyük dikdörtgenler, gözlerimi daha da yukarı diktiğimde sarkık duvar boyaların parçaları yırtık gölgeleriyle üzerimde sallanıyor. Gözlerim, sarkık duvar boyalarının ucuna takılıyor. Ne kadar büyük ve ürkünç diyorum. Biraz daha alçalttığımda bakışlarımı, boyalı fayansları görüyorum ve fayansların neden boyanması gerektiğini düşünüyorum. İnsan her şeyi düşünür ve düşünebilir. Sizin de düşünürken anlamsız bulduğunuz ama nedense kendinizi alıkoyamadığınız şeyler vardır. Tuhaf değildir. Düşünürüz. Fayansların bir kaç kare altında yeşil, etrafı işlemeli bir ayna ve onun altında koskocaman, oval şekilde kıvrılan bir çanak görüyorum. Gözlerim büyüyor. Görüntüler netleştikçe mide bulantım, korkudan tetikleniyor.
Tepedeki koca sarı ışık, sarılığıyla kızgın bir güneşi andırıyor. Panik hızla dolaşıyor etrafımda. Bok kokusu, ufak bir esintiyle kendini yeniden hissettiriyor. Midem, korkudan ve kokudan boğazıma yükseliyor. Geriye sürünüyorum. Etrafımı anlamaya çalışarak, yalpalayarak yersiz ve yönsüz ilerlemeye başlıyorum. Olabildiğince güzel şeyler düşünmeye, bu küçük ve değersiz vücudu, uzaklaştırmaya çalışıyorum. Koku, vücudumun her zerresinde, damarlarımın içinde, kanıma karışmış bir şekilde dolaşıyor.
Büyüklüğünü tahmin edemeyeceğiniz kadar büyüklükte, bir tuvaletin içindeyim ve kendini ara sıra unutturmayan bok kokusuyla birlikteyim. Etrafı anlamama rağmen, çözümlemek kolay olsa bile çaresizlikle etrafı yeniden süzmeye başlıyorum. Kafamı sol tarafa doğru çevirdiğimde, işe yarayacağını düşündüğüm tek şeye bakıyorum. Benden yedi, sekiz kat büyüklükteki mavi renkte bir maşrapa. Yanına doğru yürümeye başlıyorum. Suyun düşündürdüğü ufak mutlulukla etrafa dikkat etmeden, hayallere dalarak devam ediyorum. Dev mavi maşrapanın yanına geldiğimde, duruyorum. Boyum en alttaki çizginin azıcık altında. Sayıların yazmaması boş bir şekilde sevindiriyor. Şansım var ki maşrapa, musluğun tam altında değil. Musluğun ağzında, yuvarlak su topunu görebiliyorum. Açım ve susuzum. Nasıl soruları anlamsız geliyor. Fazla seçeneğim yok. Su damlası, benim kaçışım. Mideme küçücük bir parça atmadan ayrılmak istemiyorum.
Su damlası kum saatiyken, zamanım boşa harcamamalıyım. Fazla uzaklaşmak istemiyorum. Kendimi daha fazla yormaktan korkuyorum. Tuvaleti keşfetmek herkesin yapacağı iş değildir. Düşünsenize boktan küçük, bir karıncadan hafifçe büyüğüm. Tahminen düşündüğüm boyut budur herhalde. Şimdi, büyükken göremediğim şeyleri daha yakından görürüm . Keşfedilebilecek tek şey burada tuvalet deliği göremediğim tek yer. Yani bu halimle göremediğim tek yer. Geriye dönüp yürümeye başlıyorum. Birileri varmış gibi küçüklüğümün ağırlıyla yürüyorum. Gördüklerimle birlikte öyle ne kadar büyük hissederim diyorum . Bir fayans çizgisi, bir mermer. . .
Deliğin etrafındayım. Hemen hemen benimle aynı boyda, girintili çıkıntılı tuvalet mermerine bakıyorum. Girinti olan yerden, tedbiri elden bırakmadan yavaşça kendimi yukarı itiyorum. Yormayacak bir mesafeden sonra, deliğin ağzındayım. Yaklaşıyorum ve kafamı aşağı sarkıtıyorum. Uyandığımdan beri yapmayı istemediğim şey artık son çırpınışlarına geliyor. Bir kusma merasimi başlıyor. Gözyaşlarım, kusmuğa karışıyor. İnce bir ip gibi kusmuğum, süzülüyor derine. Deliğin çeperinin yeşilliği gözüme çarpıyor. Ufak dalgalarla birlikte kendi küçük silüetimi görüyorum. Nefesimi derinleştiremeden yavaş yavaş geri çekiliyorum . Kriz devam ediyor. Gerilere gidiyorum. Yine aynı dikkatle girintiden iniyorum. Yere çömelip su damlasına doğru bir göz atıyorum. Yorgunum. Parmağımla ritim tutarak ne zaman damlayacağını tahmin etmeye çalışıyorum. Kullanabileceğim hiç bir materyal yok. İçimden ”Keşke yanımda bir kalem olsa” diyorum. Öbek öbek kir topaklarına bakıyorum. Gördüğüm pislikleri birleştirip, fayansa yaklaşıp, gelişigüzel yazılar yazmaya başlıyorum. Fayansa pek işlemiyor. Belli belirsiz bir şeyler gözüküyor. Ya biri gelirse, ya beni bulursa. Bu halimle olabilecek en kötü şeylerden bir tanesi olur. Kafese koyup incelemeye başlar?. Hızlıca, yarım yamalak yazdığım yazıları siliyorum. Su damlasından önceki tek keşfimin biraz uzağındayım. İlk deneyim. İlk tecrübe. Su damlasının hafif gürültüsüyle olduğum yerde irkiliyorum. Hızlı adımlarla yürümeye başlıyorum. Yorgunluk, bu gereksiz yerde, en gereksiz derdim . Susuzluk ve açlık. Uyanışım ve Bekleyişim. Su sanki daha önce kavramadığım bir şeymiş gibi geliyor. Burada suyun anlamı yemekten önce yerini alıyor. Sudan bir parça koparıyorum ve bir çekişte boğazımdan mideme yuvarlanıyor. Tadı ve kokusu çok kötü. Bir, iki, üç, dört. . . Yüzüm gözüm battığından yüzüme de su çarpıyorum. Yelkovan, akrebi ittiriyor. Zamanı, net hareketlerle anlıyorum. Tuvaletin giriş kısmına artık yönelebileceğimi, bir çıkış yolu bulabileceğimi düşünüyorum.
Bu devasa bokluktan uzaklaşmaya çalışıyorum. Ters tarafa doğru yürümeye başlıyorum. Kokunun gittikçe azalması umabileceğim güzel bir şey. Gri renkli devasa kapı yaklaştıkça , bok kokusu yerini umuda bırakıyor. Kapının üzerinde sanki özellikle yapılmış gibi çizimler, şekiller görüyorum. Bir tanesi sanki köpeği andırıyor. Çok büyük ve evsiz bir köpek. Ne kadar anlam verebilirim?Kafamı indirip, benden çok az daha büyük olan kapının eşiğine yaklaşıyorum. Kapının altındayım. Zifiri karanlığın içine doğru bakıyorum hiçbir şey görünmüyor. Biraz daha zorlayarak bir şeyler bulmaya çalışıyorum. Sadece karanlık beni görüyor. Kafamı diğer tarafa çeviriyorum ışık bütün pisliğini yüzüme vuruyor. Karanlık;sonsuz ve belirsiz. Aydınlık;pis ve kötü. Bilmediğim taraf daha çekici geliyor. Henüz hiç bir şey bilmediğim bir yer. Karanlığa yürümeye başlıyorum. Adımlar yerinde ve temkinli ilerliyor. Adımlarla birlikte ufak değişimler hissediyorum. Bir şekilde, bu dev karanlık, boyutlarımla oynuyor gibi hissetmeye başlıyorum. Karşılaştırabileceğim bir arkamda soluk ışık var. Işığın verdiği hisle, büyümenin, güçlü olmanın, var olmanın verdiği hissi karşılaştırıyorum. Vakit yok. Baktıkça ışığa rahatsız oluyorum . Onu da aradan çekmem lazım. Benim karanlığım. Adımlarımı hızlandırıp ışığa bakmamaya çalışıyorum. Kendimi bile göremiyorum artık. Işık arkamda solukluğuyla kayboluyor. Koşmaya başlıyorum. Adımlarım kuvvetleniyor, havayı sonuna kadar çekip veriyorum. Zaman, boyut ve her şey yok oluyor. Şimdi daha büyük hissediyorum ve gururuyla en derin nefesimi çekiyorum. Ufak ufak damlalar hissediyorum omuzlarımda. Hissetmenin verdiği keyfi, sonuna kadar çıkarıyorum. Karanlık benim için bir boşluktan öte hayal edebileceğim, anlam verebileceğim bir yer haline geliyor. Kaslarım, her istediğimi yapmama hazır. Beynim taze ve yeni işlevini gösteriyor. Büyüyorum.
Benim için otuz dakika, senin için bir saniye geçiyor. Her şey benim elimde değil mi ? Geriye baktığımda hiç bir ışık yok. Adımlarım yavaşlıyor. Deli gibi dönemeye başlıyorum. Kollarım ve bacaklarım ağrıyor. Su damlasını beklediğim zaman geliyor aklıma. Boğazımın kuruluğunu, yutkunarak atmaya uğraşıyorum. Birden yine tiksindirici bir esinti geliyor burnuma. Her şeyimi kaybetmeye başlıyorum. İsmim, yaşım, boyum, kilom. . . Nefes nefeseyim. Açlık, midemi yoklamaya başlıyor. Canlılığım gidiyor ve yok olmaya başlıyorum. Gözlerimi kapatıyorum sadece böyle karşı çıkabiliyorum.
Karanlık, karanlığı örtüyor.
Tozum, küçücük bir toz tanesi.
Onurcan Irmak