İtalya’nın en sembolik yönetmeni olarak kabul edilen Federico Fellini’nin filmleri özellikle 20’nci yüzyıl İtalyan yaşamı ve kültürünün vahşi ve zaman zaman aykırı halini yansıtır. La Dolce Vita (Tatlı Hayat), Otto e Mezzo, Amarcord ve diğer pek çok film, sinema sanatının mihenk taşlarını oluşturup pek çok jenerasyondandan yönetmeni etkilemeyi başarmıştır. Onun filmleri tutkulu karakterler ve her çağdan ve her sosyal seviyeden takıntılarla doludur.
La Dolce Vita, Otto e Mezzo ve E La Nave Va’nın hoş artistik elit tabakasından Satyricon, Amarcord ve Roma’da tasvir edilen romantik dönemin haydutlarla ilgili cazibelerine, Fellini, grotesk abartıya hiçbir şekilde kaçmadan gerçekliğin en egzotik ve garip parçalarını kucaklamayı başarmıştır. Fakat bu toplumlarda modernite hastalığına, politika hastalığına ve inanç hastalığına rağmen bir kalp vardır her zaman. O kalp de kadının ta kendisidir. Lakin herhangi türde bir kadın değildir bu. Marcello Mastroianni’nin Otto e Mezzo’daki karakteri gibi Fellini de kendi hayal dünyasında bir harem kurmuştur. Daha iyi bir tabirle o, büyük ve zor kadınlara düşkündür: Amarcord’daki tütün satıcısı, Roma’daki fahişeler, Otto e Mezzo’daki La Saraghina gibi. Fakat Otto e Mezzo’daki baş karakterin karısı gibi ince, zarif kadınlar ya da La Dolve Vita’da Anita Ekberg’in hayat verdiği yabancı film yıldızı gibi kadınlar için de kendi zihninde ve filmlerinde özel bir yer tahsis etmiştir.