1.
Benden veya benim kuşağımdan önce yazılmış
şiirleri kendi değerleriyle başbaşa bırakarak araya kesin bir çizgi çizdiğime
inanıyorum. Bu çizginin başlangıç noktasına, oluşumuna, bugüne gelişine,
kısacası belli bir şiir sürecinin ayrıntılarına değinmek istemiyorum.
Oteller kenti, şiirimin vardığı son
durak değil elbette. Ne var ki, bundan sonra şunu şunu amaçlıyorum da
demiyorum. Çünkü amaçlamak, özel olsun, biçimsel olsun şematizmin şiirde
geçerli olduğunu kanıtlamak anlamına gelir ki, bu da şiirin özgül işleyişine
ters düşer.
2.
Bireyi toplum içinde somut olarak görünür
duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dramını
kurcalamak cabasındayım.
3.
Şiirle düşünmek! Yalnızca buna inanırım.
Şiirle düşünmenin karşıtı felsefe yapmaktır. Felsefe ise şiirin temeli olan
imgeyi dışlar. Gene felsefe duygusallığa da karşıdır.
Şu da var: Uzun şiirlerimde hiçbir
sorunsalı yanıtlamaya kalkışmam. Sorular sormaya, bu soruları çoğaltmaya (ama
yanıtsız bırakmaya) çalışırım hep. Nedeni, yazdıkça bilmediklerime,
tanımadıklarıma, daha önce duyup düşünmediklerime rastlarım da ondan. Zaten
insanın iç dünyasını kesin olarak tanıtlamak demek, saltık insanı yokken var
etmek anlamına gelmez mi?
4.
Büyük büyük sorunlara el atmak şiiri
küçültebilir kanımca. (Ayrıca büyük sorunlar nedir, küçük sorunlar nedir, bu da
başlı başına bir tartışma konusudur.) Örneğin pek yaygın olan Hamlet tipini
günümüz aydınıyla karşılaştırdığımızda, Hamlet’in kişiliğinde daha bir büyüklük
ya da derinlik bulabileceğimizi hiç sanmıyorum. Şair yetinmesini bilmeli;
büyüklüğü, derinliği dilde aramalıdır.
5.
Bütün sanatların şiire, şiirin de
sanatlara katkısı vardır elbette. Örneğin Oteller Kenti’nin “Sera
Oteli” bölümündeki düzyazısal şiirler dikkatle okunduğunda görülecektir
ki, dizelerden daha yoğun bir dizeler bireşimi ön plana geçmektedir. Bu
böyleyse, bir düzyazı örgüsü, bir düzyazı dokusu şiiri çerçevelemiyor,
bunaltmıyor, onun özgür yapısını kısıtlamıyor demektir.
Uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince,
öyküden çok bir “anlatma” söz konusudur burada da. Ayrıca her şiir
önünde sonunda (az ya da çok) bir “anlatma” değilse nedir?
Ekleyeyim: Sait Faik’ in “Hişt
Hişt” öyküsünde ne kadar şiir varsa, benim şiirlerimde de o kadar öykü
vardır.
Diyebilirim ki, bütün sanatsal türler,
şiirin potasında eriyebildiğince, şiirin doğal gereçleridirler.
6.
Dünya yazınında bütün yazın türleri iç içe
geçebiliyor. Bizde ise bu tutum yadırganıyor nedense. Bence bu karşılıklı
trafiği yadsımak, şiirimizi alışkanlıklardan kurtararak çeşitlendirememekten,
onu dünya şiirinin süreci dışında düşünmekten başka hiçbir anlama gelmiyor.
7.
Şiirlerimdeki kişiler satranç taşlarına benzerler.
Onlar, düşsel ya da gerçek, bende olup bitenlerin toplamıdırlar olsa olsa.
Gene de…
Şair kendi özel kişiliğini şiirinin ardında
gizlemesini iyi bilmelidir. Forster, “Yazarın yüzü okuyucunun yüzüne çok
yaklaşıyor,” der.
8.
Güzellik düşündürücüdür. Bu yüzden de lirizmle
hiçbir ilişkim olmadı diyebilirim. “Liriği söyleyen kimse, kendi
duygulanışının bilincinden çok, duygu anının bilincindedir,” der James
Joyce.
9.
Oteller Kenti’inde yalnızca insanlar
insanlara yaklaşıp kopmuyor. Onların yedeğinde nesneler de aynı işlemi sürdürüyorlar.
Üçüncü bölümdeki üç kavas, zaman kavramını ortadan
kaldırmakla görevli. Acılarını iyi tanıyan Bayan Sara ise, cin
kadehlerinin eşliğinde değişik bir orkestraya katılıyor; “Dişi bir
İsa gibi” kendi kendini yaşama ya da ölüme çiviliyor. Doğrusu iyi
bilmiyorum, yaşama mı, ölüme mi? Bütün bildiğim bilemediklerimden sızan bir kan
gibi kitabı kendi rengine boyuyor.
10.
Köklerinden aldığı suyun yeterliliğini ya da yetersizliğini bir ağaç ne kadar bilebilirse…
Edip CANSEVER
Kaynak: www.siir.gen.tr