Fotoğraf: Murat Kaan “www.muratkaan.org” |
Nefes alıp verdikçe ağzından çıkan rakı kokusu, şehrin tozlu havasıyla birleşip tekrardan akciğerine doluyordu. O sırada önünden geçen takım elbiseli bir çift onu süzdü. Omzunu meyhanecinin paslanmış kapısına dayadı ve güldü:
-Siz sevmezsiniz tabi berduşluğu. Sevmezsiniz çünkü bilmezsiniz. Yoksa geçip gider misiniz böyle?
Arkalarına bile bakmadan Sofyalı Sokağının karanlığında kayboldular. Sinirlendi. Koşayım arkalarından ”Ne diye cevap vermiyorsunuz lan?” diye hesap sorayım, diye düşündü. İki adım attı devrilecek gibi oldu. Tekrardan meyhanenin paslı kapısına yasladı omzunu. Karşısındaki çöp kutusunu süzdü:
”Kim ne diye cevap versin ulan benim gibi berduşa? Daha iki adım atamazken bir de saygı bekliyorum. Benim kendime bile saygım yok. Şu kıyafetlerime bak. Çöpe atsam yabancılık çekmezler. Belki de kıyafetleri taşıyamayan benim. Belki onlar beni çöpe atmalı. Hem de tam şu karşımdaki çöpe. Ağzına kadar dolu. Olsun, bir kenara kıvrılırım. Küçük bir yer açamayacak değiller ya. Çöpteki her şey zaten bir kenara kıvrılmamış mıdır? Şu siyah torbaya bak. Kenarda sıkışmaktan şişmiş. Düşünür müydü bir gün bu karanlık sokakta bir çöp kutusunun içinde olacağını? Ne, Ben mi? Ben düşünmezdim. Programlı adamdım ya ben. Bir şekilde düzenimi koruyordum. Ağzıma içki sürmüşlüğüm yoktu benim bu berduşluğa başlayana kadar. Berduşum ben. Evet, artık işim bu benim. Başıboş gezerim, serserilik yaparım. Karıya kıza laf atar, zengin züppelerin önüne tükürürüm. Tükürürüm tabi! Onlar da bana tükürsünler. Nasıl bir adam olduğumu hatırlarım belki. Ama nerede onlarda o cesaret! Ne, onlar gibi olmak mı? Hah, ben kendimi zamana düzdürmektense girer içeri sabaha kadar içerim. Ben bu yüzden güçlüyüm hâlâ, bak devrilmedim. Senin gibi şişmedim henüz. Vaktim var. Vaktim var…”
Sağ elinin bileğine baktı. Zamanı merak etmişti ama saati yoktu bileğinde. Gözlerini meyhaneye çevirdi. İçeri girdi. Ağzından çıkan rakı kokusu artık sigara dumanı ve şarkı sözleriyle karışıyordu. Bulamadı saatini, çıktı dışarı. Sövdü. Cebinden paketini çıkardı, baktı 2 tane sigarası kalmış. Ona da sövdü. Bir bakkal bulmalıydı. Galata Köprüsüne doğru yola koyuldu. Elini bir ara cebine götürdü. Ne kadar parası vardı saymadı ama bir paket sigaraya yetmezdi. Bu sefer güldü. Yürümeye devam etti. Sokağın sonunda yere çömelmiş bir adam gördü. Geçti adamın karşısına o da çömeldi. Adam hararetli bir şekilde telefonla konuşuyordu. Onu dikkatle dinlemeye başladı.
-Ağabey sen söyle o zaman. Doğru mu yanlış mı sen söyle. Nasıl yapayım şimdi ağabey. Hayır, hayır ağabey, ağabey bak ben uzun süre düşündüm bunu. Hayır, yanlış düşünmüş de olabilirim ama söyle bana bunu. Ben burada yaşamaya çalışıyorum. Şu an sokaktayım, karanlıkta oturmuşum. Evime gidemiyorum, daha ne olacak. Peki ağabey, bekliyorum haberini.Telefon konuşması bittikten sonra bir süre daha adama baktı. Yanına yaklaştı, telefonunu bir dakikalığına kullanmak istediğini söyledi. Adamın acelesi olduğunu duyunca güldü. ”-İyi git bakalım.” dedi. Adam giderken arkasından tükürdü. Tekrar köprünün yolunu tuttu.
Ensiz Sokağına geldiğinde bir barın önünde durdu. Elini cebine götürdü, paketinin hâlâ orada olduğunu hissedince rahatladı. Barın içinden bir kız çıktı. Siyah, dümdüz saçları vardı. Burnu hafif kıvrımlıydı. Yürüyüşü çevresindeki kızları imrendirecek kadar zarifti. Avuç içini diliyle ıslatıp saçını düzeltti. Kızın peşine takıldı. Dizlerinin biraz üzerinde siyah bir etek giymişti kız. Siyah çorapları vardı. Topuklu ayakkabı giymekten sıkılmış olacak ki yolda birkaç kez kızın bela okuduğunu duydu. Yol boyunca aralarında on adımlık bir mesafe sağladı. Kız onu fark etmişti, bu yüzden de adımlarını hızlandırdı. O da hızlandırdı. Hiç utanmıyordu yaptığından. Tam tersine mutluydu. Birilerinin ona karşı bir şeyler hissetmesini özlemişti. İyi veya kötü, bunu umursamıyordu. Ne olabilir ki en fazla, diye düşündü. O sırada kızın bir kafeye girdiğini gördü. Şaşırdı. Saatine bakmak istedi, bileğinde olmadığını bir kez daha fark etti. Sövdü. Kızın tek başına, cam kenarında bir masaya oturduğunu gördü. Bir an göz göze geldiler. İkisi de gözlerini ayırmıyordu birbirlerinden. Hoşuna gitti. Cebinden paketini çıkardı. Kalan iki sigarasından birini düşünmeden yaktı. Birbirlerine bakmaya devam ediyorlardı: ”Benden korkmuş olacak, peh! Hoşlanmadıysa adiyim. Egosunu tatmin ediyor. Zamanı uzatıyor bu yüzden de. Hoşuna gidiyor ilgi gösterilmesi. İstediği olsun.”
Sigarasının çabucak bittiğini düşündü. Yarısını rüzgar içti be, dedi. Saati merak etti, yoldan geçen birine sordu. Cevap alamadı, kızdı. Kafasını kızın oturduğu yere çevirdi, göremedi. Tekrardan yola koyuldu. Güzel kızdı ama şansı yoktu zaten. Öyle bir insanın çöpte ne aradığı olurdu ki? Bir şey kaybetmiştir, onu arıyordur. Ya da attığı bir şey yüzünden pişman olmuştur. Kimsenin çöpte kalıcı bir işi olmazdı. Bir tek kendisinin olurdu. Bir tek kendisinin.
Köprüye vardı. ”Barbaros!” dedi. Balıkçı arkasını döndü. Gülümsedi balıkçıya. Balıkçı tekrardan denize doğru döndü. Oltasını sağlamlaştırdı. Barbaros pek gülmezdi. İşini titizlikle yapardı. Neydi ki işi? Alt tarafı denize olta atıyor, birkaç dakika bekliyor. Olta hareket mi etti, sar makarayı.
-Barbaros, şaşırtmadın beni. Biliyordum burada bulacağımı seni.
-Sen de beni şaşırtmadın. Leş gibi içki kokuyorsun.
-Yapma Barbaros, ben en azından içki kokuyorum. Sen yalnızlık kokuyorsun.
Balıkçı gülümsedi. O da gülümsedi.
-Bu gece yalnızlık kokmayacağım desene.
-Sen hep yalnızlık kokarsın Barbaros. Seni bu yüzden severim. Yalnız olduğumu hissettiğim akşamlarda buraya gelirim. Seni gördükçe yalnız olmadığımı anlarım, Barbaros. Darılmıyorsun umarım bana.
-Ne darılacağım ben senin gibi berduşa!
-Hah şöyle! Sinirlenmek güzeldir. Gerçekleri gösterir.
-Benim gerçeğimi sen mi bileceksin.
-Tabi ben bileceğim Barbaros. Kim bilecek? 20 yıldır ayrı yattığın hanımın mı?
-Onu karıştırma, bozuşuruz ha!
-İyi hadi iyi. Buraya seni kızdırmaya gelmedim zaten.
-Ne diye geldin söyle bakam.
-Saati sormaya geldim ya Barbaros, inanır mısın?
-Vallahi deli adamsın sen.
-Ben deliyim de Barbaros, deliyle konuşana ne derler?
-Balıkçı.
-Hah iyi dedin şunu. Saatten ne haber?
-Bir buçuk. Ne yapıcan saati?
-Hiç.
Bir süre sustular. İkisi de denizin kokusuyla dolduruyordu akciğerlerini. Bir martı kondu Barbaros’un yanına.
-Heh geldi gene açgözlü kuş.
-Öyle deme Barbaros, o da senin benim gibi yaşamaya çalışıyor.
-Nereye yaşamaya çalışıyor! Basbayağı tembel kuşun teki bu. İşi yapan yaşamaya çalışır, tembel olan değil.
-İmkân mı veriyoruz be Barbaros.
-Konuşmaya başladın gene deli deli.
-Doğru değil mi? Baksana şuraya. Bizden adım atacak yerleri kalmamış. Her yer çöp, her yer biz!
-Ya ne yapalım, göster gidecek başka yer gidelim.
-Her yer insan be Barbaros, yalnızlığımızın nedeni de bu ya. Her yer insan.
Barbaros kendi tabiri ile kuşa bir balık verdi. O ise elini cebine götürdü. Paketinde tek sigarası olduğunu görünce içi rahatladı. Sigarasının dumanı denizle karışarak Barbaros’un ciğerlerini dolduruyordu. Bütün gece Barbaros, O ve martı denizi seyrettiler.
Efe Keser