Yağmurlu bir pazar sabahı, bir adam suskunluğuyla öldürüyordu bir kadını. Kadının iç sesleri koca bir çığ oluşturup, adamı ezip geçmeye hazırlanıyordu. “Durun!” dedi kadın. Sustu ve siktir olup gitti. Kapının çarpma sesiyle ayılan adam, kalemine kağıdına sarıldı. Yazdı boşalma dürtüsüyle, kadını gömme arzusuyla, kadına dair söylenecek tek kelime kalmayana kadar yazdı viski bardağına dudaklarını öptürürken. Karakterleri isimlendirmesine gerek yoktu. Bir adam bir kadını her gün başka coğrafyalarda, başka başka şekillerde ödürüyordu zaten. En gaddarcası susarak öldürmek. Ama basıp gidebilen kadın karakterse, gaddar olan da oydu. Kalıp düzeltmeye çalışabilirdi. Hiç konuşmadan, içten bir sarılma her şeyi düzelte de bilirdi. Ama adam istemiyordu. Mutluluk; kürtajla aldırdığı, hiç sarılıp koklayamadığı, emzirmediği çocuğuydu adamın. Acıyı, karanlığı, terk edilmeyi seviyordu kadının osuruk pembe düşlerinin aksine.
“Varoluşun bir nirvanası varsa, oraya ancak acı çekerek ulaşabilirim. diyordu adam. Başkalarının acıklı hikayeleriyle, kayıplarıyla beslenen bir canavar vardı içinde. Her defasında “Daha çok acı!” diye kükrüyordu. Mutlu olmasına ramak kala; kaçış planı hazırda, doğru anı beklemeye koyuluyordu adam. Kesinlikle kadın düşmanı değildi. Hepsinden çaldığı mutlaka bir şeyler vard. Her birinden birkaç parça ruhunda. Bu yüzden kadın sevişerek azalırdı erkek çoğalırken.
Hiçbir zaman bir aile kurmayacaktı. Salona bir göz gezdirdi, ortalıkta çocukların koşturduğunu hayal etmek bile midesini bulandırmaya yetmişti. Asla gerçek bir işi olmayacaktı. O aptal kumaşlardan dokunma, eğreti takım elbiselerinin içine girmeyecekti. Tasmanın modernleştrilimiş hali olan kravatı takıp, prim alabilmek için patronuna kuyruk sallamayacaktı. Gardırobunu açtı. Tek kravatını aldı. Boynuna takıp aynanın karşısına geçti. “Çok da kötü değil.” dedi. Belki bir köpek almalıydı kendine. Belki de doğaya kaçmalıydı. Atalarının yaptığı gibi çadırdan bir medeniyet kurup, avlanarak hayatta kalabilirdi. Hem belki alkolü ve sigarayı bırakırdı bu kokuşmuş şehirden firar ederse. Ya da bir heykel yapmalıydı, ağızsız bir kadın heykeli. ” Kadınım, Galatea’m” diye fısıldamalıydı kulağına, canlanmasını beklerken.
“Belki de ölmeliyim, hemen şimdi.” diye mırıldandı kravatını sıkarken.
Medine Tek