Şiirin tamamı için görsele tıklayınız >>
“Her işimi kendim hallettiğimde
Kimseye ihtiyacım olmadığı duygusu giderek artıyor
Artık bu ne olumlu ne de olumsuz
Sadece bir veri elimizde”
İlk kıtada toplumda baskı altında yetiştirilmiş olan ve kendinin bir şey yapamayacağı ona sindirilen şair “her işimi kendim hallettiğimde/Kimseye ihtiyacım olmadığı duygusu giderek artıyor” diyerek aslında kimseye muhtaç olmadığını bir şeyleri kendinin de başarabildiğini görerek bu baskı kalıplarını yıkmaya çalıştığını ve bunu artan duygularla hissettiğini dile getiriyor.
Ancak şiirin devamında şair “Artık bu ne olumlu ne olumsuz/sadece bir veri elimizde” dizeleriyle bu baskıyı artık neredeyse atlattığını, bu duyguların geçmişte sadece bir veri olarak kaldığını dile getiriyor. Bununla birlikte her ne kadar bu baskıcı durum geçmişte kalmış olsa da bazen yine işlerini kendi başına hallettiğinde geçmişi hatırlayarak baskıcı ortadan kurtulmuş olduğunun bilincinde, daha kötüsünün de başına gelebileceği düşüncesinin aklında olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle şair geçmişte yaşadıklarını bir veri olarak elinde tutuyor.
“Elimdeki diğer tüm verileri ne yapacağıma karar veremeyip
tümünü sile bastım bir kuytuda
(Ne yapacağımızı bilemediğimiz günler çoğunluktadır Kadıköyü’nde)”
Bununla birlikte şair kendi iç dünyasında her ne kadar bu yaşanmışlıkların şimdiki yaşantısını önemli kıldığının bilincinde olsa da acı tecrübelerinden kurtulma isteğini de bir nevi dile getiriyor ve yukarıdaki dizelerle elindeki bu yaşanmış verilerin artık kendisi için bir önemi olmadığını hatırlatarak, geçmişte yaşadıklarını tümünü sil’e basıp tamamen sildiğini belirtiyor. Ancak şairin bu direnme sonucu belirli bir yere varmış olduğu görülse de ne yapacağını bilemediğini ve bir boşluğa düştüğünü de anlıyoruz.
Şair bu boşluğa düşmesinin ardından arayışını ise şu dizelerle anlatıyor:
“Yollarımı yeniden düşündüm, artık ne yapacağımı, silinenleri geri al”
Şair silinenleri geri alarak geçmişte oluşan yaralarını tekrar ele alıyor ve yollarını yeniden düşünüyor.
“Rıfaîlerden söz ettiğim bir günün ertesinde tarikatlanmadığıma dertlendim,
Bugün bir şeyhe sığınma ihtiyacım ağır basıyor, olsa onun yanına giderdim
Şiirden şeyhleri çıkardığımızda sene ikibinonbirdi
O sene küçük üstadım, on sekizime bastım ve Kadıköyü’nde belirdim”
Şair ne yapacağına karar verememekle birlikte geçmişini yeniden ele aldığında “Rıfailerden söz ettiğim bir günün ertesinde tarikatlanmadığıma dertlendim” dizeleriyle geçmişten gelen bu baskıcı durumun biraz da dini baskılama olduğu akıllara geliyor (kültürel dini baskı). Şairin her ne kadar geçmişindeki baskılardan kurtulmuş olduğu anlaşılsa da bazen dertlendiği durumlarda bu değiştirdiği duruma sığınma ihtiyacını hissettiğini de seziyoruz. Devam mısrasında “şiirden şeyhleri çıkardığımda sene ikibinonbirdi” diyerek 2011 yılında bu baskılardan kurtulmuş olduğu Kadıköy’e yerleştiğini anlıyoruz.
Ancak yukarıda yer alan kıtaya bir bütün halinde bakacak olursan şair baskıdan kurtulmasına rağmen bazen onların anlatılarını da özlediğini gözlemlenebiliyor.
“Tayy-ı mekân hoca dedemden miras kaldı bana ve bu gece ihtiyacım var yine,
Birkaç gecem daha oldu böyle, neyse ki imdadıma yetişilmedi,
Borçlu kalmayı sevmem.”
“Tayy-ı mekân hoca dedemden miras kaldı bana ve bu gece ihtiyacım var yine” dizeleriyle baskının kendi ailesinden de ötede başladığını, içine kadar işlediğini ve zaman zaman buna ihtiyaç da hissettiğini anlıyoruz. Ancak böyle birkaç ihtiyaç hissettiği dönem olsa da yine yardımına hiç kimsenin yetişmediğini belirten şair bu ihtiyacın boşuna olduğunu, belki de yardım edilse bile bunun karşılıklı olarak gerçekleşeceği hissiyatını yine yukarıdaki dizelerle bize anlatıyor.
“Sabaha kadarın evinde dört bira var
Onlar bize yetmez, ağlayacağız,
Olan ve olacak olanların başında.”
Şair yukarıda yer alan dizelerle bu düşünce yapısının değiştiğine memnun ki artık baskılardan kurtulmuş, rahata ermiş ve sadece evde dört biranın geceyi çıkarmaması nedeniyle ağlayacağını belirtiyor. Aynı zamanda evde yani Kadıköy’ünde olan ve olacak olanlar üzerine düşünüyor ve bir nevi kendi içinde şiiri yeniden ele alıyor.
Yukarıda yer alan mısraları birlikte değerlendirdiğimizde şair her ne kadar kültürel baskıdan Kadıköy’e taşınarak kurtulmuş gibi görünse de çocukken yetiştiği o kültüre -ve belki de memleketine- zaman zaman özlem duyduğunu da anlıyoruz.
“Ankara’ya kadar sürdüğüm arabaya koyduğum benzin bu ağustos anca yarım hafta yetiyor şehir içinde.
Sıfır kilometreyim yine,
Bana ruhsat sormadılar, kırmızı bidonu doldurdum.
Bu gece onunla nereleri yakacağız:
bugünlerde seni nasıl sevdiğimi hiç unutmanın arka yüzündeki gri evi yakacağız,
Sinirli ve lirik.”
Şair bu dizelerle bir nevi geçmiş olaylardan arınarak günümüze yani şimdiye dönüyor. Ve yukarıda yaşanan olayların geçtiği Ankara’ya geri gidiyor. Ancak bu sefer farklı. Sıfır kilometre. Yani yeni bir hayata yeniden, sıfırdan başlamış. Artık ona baskısı yapılmıyor. Yani ruhsat sorulmuyor. Ve bu defa geçmişte sevenlerinden baskı görse de -ve hala sevse de- geçmişte içinde bulunduğu bu durumun arka yüzünü evi yakmaya gidiyor. İnsanları değil, çünkü kini insanlardan daha çok düşünce yapısı. İşte bu düşünce yapısını yakmaya gidiyor. (“Bugünlerde seni nasıl sevdiğimi hiç unutmanın arka yüzündeki…” diyerek aslında oradaki insanların da onu sevdiğini dile getiriyor.) Kafası rahatlamış. Baskı altında değil ve rahat. Ancak sinirli ve de coşkulu (lirik).
“Hayır, ben büyü yapmadım size, aşkın gücünü ilk kez görüyordunuz sadece.
Şimdi aşkımızı yakacağız, yalnızca lirik.
Rehan: Güzel kokulu bir bitki. Bir yanlış anlaşılmadan ibaret.
Yalnız ağladım evet, bu defa gözyaşlarım zehirli, tattınız.
Ben sizi affettim küçük üstadım, Cebeci’deki o akşamüstü yürüyüşünün ağırlığı asılı kalır belki biraz daha üstümde.”
Şair karşısındakilerin de kendinin değiştiğinin farkında olduklarını belirterek bunu kendinin yapmadığını zaten böyle olduğunu, aşkın, gerçeğin yüzünü şimdi görebildiklerini belirtiyor. Kendisi bir çiçek, güzel de kokuyor. Yani fikirleri doğru ancak sadece yanlış anlaşılıyor. Bu nedenle yalnız kalıyor, yalnız ağlıyor. Ancak bu defa ağladığını belli ediyor. Çünkü güçlü, direnebiliyor, karşı koyabiliyor (zehirli gözyaşı). Ancak her şeye rağmen şair onları burada affettiğini de belirtiyor. “yürüyüşünün ağırlığı asılı kalır belki biraz daha üstümde” dizeleriyle bir uzlaşıya varıldığı anlaşılmakla birlikte bu uzlaşının üzerinde tesir bıraktığını da belirtiyor. Çünkü o da oradaki insanlara karşı -her ne kadar düşünce yapısını beğenmese de- içinde bir sevgi duyuyor.
“Hiç teşbih: Teşbihsiz.
Hiç tariz: Tarizsiz.”
Teşbih-benzetme: yani bu yaşananlar benzetmesiz gerçekler.
Tariz-iğneleme: yani bu yaşananlarda bir iğneleme çabası yok. Şair geçmişiyle barışmış. Yaşananlar saf gerçekler.
“Şimdi en başa dönüp Erenköy’deki ağaçlı yolu ve Süleyman denen kel adamla paylaşılan evdeki mavi masayı yakacağız, Kadıköyü’nde belirdikten hemen sonra kız lisesi dolaylarında.
Beyaz polo kara tabut, sen bu yolun yolcususun.”
Bu dizelerle de şair geçmişini tamamen kapatıyor, yakıyor. Önceki dizelerde yollarını düşünmüştü, artık anlıyor. O bu yolun yolcusu. İçinde her ne kadar onlara karşı öfkeyle karışık bir sevgi bulunsa da o kültürde yaşayamayacağının farkında. Kara tabut ile birlikte o artık Kadıköyü’nde bu yolun yolcusu.
Şiiri genel olarak incelersek şairin kendini bulmada kısa bir yolculuğunu görmüş oluyoruz. Şair her ne kadar değişse de kendi geçmişindeki çalkantıdan sıyrılma girişimini bir daha ele alıyor. Bu itibarla da şairin gelişim sürecine tanık olabiliyoruz.
Not: Şiir birinci tekil şahıs ağzından yazıldığından metinde her ne kadar şairden bahsediliyormuş gibi dursa da bu şiirde yer alan birinci tekil şahıs olup şairle ilgisi olup olmadığı bilinmemektedir.
R. Demirel