Yavaş adımlarla uzaktan minaresi görünen köye doğru ilerliyordu Bay Z. Elinde çantası, bir elinde şemsiyesi çünkü yağmur çoktan başlamıştı. Kafasında siyah bir şapka, ayaklarında siyah bir askeri bot, üzerinde her zamanki siyah paltosu ve boynuna dolanmış bir atkı. Bay Z. Köye öğretmen olarak atanmıştı. Artık kadrolu bir memur, kadrolu bir öğretmendi. Hem de yedinci dereceden devlet görevlisi sayılırdı.
Üniversite yıllarını düşündü bir an. Henüz yirmili yaşlarda büyük bir şehre küçük bir öğrenci olarak gitmişti. Bu köye olduğu gibi o zaman da o şehre yabancıydı. Yalnızdı şimdi olduğu gibi. Yine elinde çantası elinde şemsiyesi paltosu atkısı ve botlarıyla adım atmıştı korkunç gürültülü, boğucu bir havası olan K. Şehrine. Üniversiteye başladığı zaman idealleri vardı. Büyük, çok büyük bir öğretmen olmak. Zekiydi, şiir okur, edebiyatla ilgilenir, bilime de oldukça meraklıydı. Tramvayda, otobüste, minibüste ufak bir boşluk bulsun okurdu ne bulsa. O zamanlar bir kitap düştü eline küçük bir sahaftan. Taşra ile ilgili. Sonra taşraya merak saldı. Daha çok okudu taşra ile ilgili kitap. Filmler izledi. Belgeseller izledi. Taşra aşkı hep büyüdü içinde. Kentteki büyükçe ve kıvrımlı nehrin kenarında yürürken şöyle demişti kendi kendine, gitmeliyim taşraya bir gün. Orada yaşamalı oralarda öğrenciler yetiştirmeliyim.
Taşraya gelmişti. Şimdi köye ayak basmak üzereydi. Köyün kapısına yanaştı. Köy kapısını hiç hayal etmemişti. Büyükçe bir kapıydı. Rengarenk gök kuşağını andıran renkleri insanın taşraya değil de daha büyük bir kente geldiğini anımsatıyordu. Kapı köyün görünmesini engelliyordu artık. Minare bile görünmüyordu. Kapının hemen yola yakın tarafında büyükçe bir zil vardı. Eli zile uzandı Bay Z.nin. Oldukça gürültülü bir ses yayıldı. Kapının küçük penceresi açıldı. Bekçi, diye düşündü Bay Z. Doğru tahmin etmişti. Köyün bekçisi yüksek sesle seslendi: “Kimsin?” “Köye öğretmen olarak atandım, ismim Bay Z.” diye cevap verdi. Bekçi ise biraz kızgın biraz da kaba bir tavırla: ”Bizim köyün öğretmene ihtiyacı yok.” “Ama nasıl olur ben bu köye atandım devlet tarafından.” “Senin buraya atanmış olman hiçbir fayda etmez köy halkı senin buraya girmene izin vermez zaten.” “Köyde okul yok mu?” dedi biraz sinirlenmiş olan Bay Z. “Olmasına var ama hiç kimse okula gitmez bu köyde.” ofladı bekçi cevapladıktan sonra.
Bay Z. Kapının yanında bulunan turuncu ve pembeyle karışık bir renge boyanmış banka oturdu. Çantasını yanına koydu. Yorulmuştu. Üzülmüştü. Birdenbire yıllarca hayalini kurduğu idealleri birdenbire çöp olmuş gibi hissetti. Düşünmeli tekrardan harekete geçmeliydi. Zorla da olsa köye girmeli okulu görmeli ve herkese okulun neden gerekli olduğunu anlatmalıydı. Bunu yapma gereksinimi sadece okulun öneminden kaynaklanmıyordu. Üstelik kendi evet kendi birikimleri, okumaları, bilgisi de önemsiz kalacaktı. Kaşlarını çattı, bir yandan kahroluyor bir yandan da bekçi ile mücadelesini bırakmak istemiyordu. Gerekirse zor kullanıp köye girmeyi bile göze almayı düşünmüştü o an. İdeallerini çocuklara köylülere taşımak uğruna ölebilirdi de ama ne önemi vardı yaşamanın bu durumda. Çantasını açtı. Sigara paketini ve kibritini çıkardı. Paketten bir sigara aldı. Yaktı hemen. Havanın biraz daha soğuduğunu şimdi hissediyordu. Sigarasından bir nefes çekti havaya üfledi. Bir daha bir daha çekti. Yağmur kesilmişti. Sonbahar havasıydı. Sarımtırak bir görüntü sarmış olduğunu ancak fark ediyordu. Uzaklara baktı. Dağlara kırlara doğru kafasını çevirdi.
Ali Akkoç