Nedir gerçek? diye sorsa kendisine, ağlamadan, yerlere kadar eğilip anlını Dünya’nın toprağına koyup yahut ellerini gökyüzüne kaldırıp boğazı acıyana kadar bağırmadan duramaz. Kendini kaybeder bir nevi. Gözleri kıpkırmızı kesilir, bedeni titrer, bir şey göremez olur. Herhangi bir uzvunu oynatsa şaşar kalır.
O an yapabildiği tek şey düşünmek olur. Düşündüğü şeyi inkâr etse bile yapar bunu… Çevresini, kendini bir farklı görür. Varlığını hisseder, anlar. Ayna karşısına geçip, gözlerinin içine odaklanır ama gördüğü, bu garip evrende bedeni dediği bir şeydir. Onu kendine ait bir parça olarak saymaktan acizdir. Gözleri yuvalarından fırlayacak kadar derin bakar aynaya… Fakat bir türlü kendini bulamaz, göremez, duyumsayamaz.
Sorular, şüpheler içinde boğulur: Ben neyim? Gerçekten var mıyım? Gerçek nedir? Sorduğum bunca soruyu nasıl soruyorum? Nasıl düşünüyorum? Düşünmek nedir? Sonra Tanrı’yı sorgulama kısmı falan başlar: Tanrı kimdir? Var mı, yok mu? Niçin hayattayız? Hayat nedir?
Yeter! demek gelir içinden ama başaramaz. Sinirleri gerildikçe gerilir… Küfürler, hakaretler havada uçuşur. Bilinmezliğe karşı olan nefretini kusar… Daha fazla sorgular, daha da fazla soru üretir. Sonra daha çok göz yaşı döker. Sonsuza kadar ağlamak gelir içinden, bağıra bağıra ağlamak. Ama onu da beceremez. Ağlarken nefes bile alamaz bazen.
Ne çıkar peki bundan? Yine bir hiç. Bu sefer elinden oturup, gözlerini bir noktaya dikip, hiçbir şey düşünmemeye çalışmak gelir sadece. Azıcık soluklanır.
Ne sorsa, cevap olarak bilmem der artık. Ama bu da yakar içini. Sonsuz bir uykuya dalmak ister. Tanrı’yı görmek, onu hissetmek ister. Önünde diz çöker, yalvarır. ‘’Neden?’’ diye sormak, onunla sohbet etmek ister. Gerçeği yahut doğruyu bulmayı arzular…
Sonra karanlıktan korkar. Boş bir yerlerde, sonsuza kadar durmak ürpertir bedenini. İnsan ne yapar ki oralarda? Zamansız, mekansız… Bazen de orada daha rahat ağlayıp, haykıracağını düşünür… Belki de sırt ağrısı olmadan uyur?
Doğru’yu böyle arar işte. Bir cevabın olduğunu bilmez. Varsa doğru, yanlış bilmez… Bildiği tek şeyin, hiçbir şeyi bilemeyeceği olduğunu da bilmez. Bilmeyişinin de bir kesinlik bildirdiğini düşünürse yine bilmez… Ben bir hiçim dese, hiçlik nedir bilmez.
İşte böyle yavaş yavaş ezilir, büzülür, yorgun düşer. ‘’Ne yapayım lan ben?’’ falan der.
Bir noktadan sonra, her şeyin doğruluğu kadar yanlışlığı vardır diye düşünür… Daha demin doğru nedir bilmez demedi mi? Onu da bilmez… Sadece kendimin en aptal varlık olduğunu düşünür. Bazen eğlenir güler, bazen üzülür ağlar. Bazen okur, bazen yazar. Bazen dolaşır, yürür işte…
Tek isteği doğruyu bulmaktır. O yüzden ölmeyi ister.
Eren Ekim
Görsel: https://www.sabah.com.tr/galeri/yasam/amerikanin-dogal-guzellikleri