O akşam da Selçuk Okulu’nun bahçesinde, banklardan birinin başında toplanmış, sohbet ediyorduk. Hava soğuktu.
Ayakta dikilen Hasan abi:
— Böyle işte Ahmet, dedi.
Ahmet:
— Tam emin olamadım ya…
Bir süre çıt çıkmadı. Dalmışlardı. Gençlikte meşrebince dalınırdı ya… Kimi platonik aşkını, kimi dün gölde yaktığı ateşi, kimi de.. Peki kucağımdaki kedi? Gece nerede uyuyacağını mı? Yoksa dondurucu soğuğu mu düşünüyordu? Sonbahar diye fısıldasam anlar mıydı?..
Bir ölüm yahut doğum haberi gibi gelirdi sonbahar, İznik’e. Fark etmezdik… Koca çınarların yaprakları bir anda dökülür, Güneş aniden ortadan kaybolur, kara bulutlar peyda olurdu gökyüzünde. Belki de bunun sebebi is tutmuş bacaların kara dumanlarıydı… Kim bilir?
Ardından İznik’in kuvvetli kalkanı düşer, niceleri tarafından aşılamamış surlar rüzgara karşı koyamazdı… Rüzgar peşinden yağmuru da getirirdi. Değişirdi işte İznik…
Hasan abi:
— Şunlar kim ya?
Önümüzden genç bir çift geçti. Biri
konuşuyor, diğeri gülüyordu. Okulun arka tarafına gittiler.
İznik’in okulları da garipti ya…
Gecesi, gündüzü bir olmazdı. Sabah öğrencileri derse, tenefüse çağıran
birbirinden ilginç şarkılar, marşlar… Akşamları ya efkârlı ya da şuan herkesce
dinlenen bir müzik duyulurdu, oradan geçen herhangi biri için. Sadece duyulan
ses de değil, işlevleri de değişiverirdi. Gündüzleri çocukların neşesine,
cıvıltısına, akşamsa kiminin yalnızlığına, kiminin kavgasına, kiminin uykusuna,
kimilerinin de sohbetine ev sahibi olurdu…
Hasan Abi:
— Duydunuz mu, bizim Murat evlenmiş.
Solumda oturan klarnetçi:
— Hangi Murat?
Elini göl tarafına kaldırarak:
— Ya.. hani yok mu? EML’ de okuyan… dedi Hasan abi.
Bu sefer elini başka yöne atarak:
— Sizin mahallede oturuyor hattâ.
İznik’in uzak bir köşesiydi işaret
ettiği mahalle… Kale dibi derdik. Evler eskiydi. Belki, ev bile değillerdi…
Görsen ‘’Boştur ya…’’ derdin ama içinde kaç kişi yaşar tahmin bile edemezdin.
Şanslı olanın bacasında linyit kömürü tüterdi. Siyah bir duman yükselirdi
gökyüzüne. Baktıkça hüzünlenirdin… Hele duyduğunda kulübelerden birinin
içindekilerle kül olduğunu, kahrolurdun… Toplumdan uzak kesimlerdi bunlar.
Surlara sırtını dayamış insan yuvalarıydı.
Klarnetçi:
— Ha…
Buranın insanı da sert olurdu ama
öyle havasından değil. Bazı gerçekler ile küçük yaşta tanışır, ergen olmadan
alışırdı. Çocukluk lükstü ya kale dibinde… Hemen herkes ya yetişkin ya da
ihtiyardı. Ve hiçbiri doğduğu yerde ölmezdi. Kanlarında vardı belki de… Kafalarına
etsimi koşarlardı atlarını… Gerisi nasip!
Yine susmuştuk. Herkes gözlerini
yere dikmişti. Akıllarında ne vardı pek bilinmez ama.. herhalde Murat’ı
düşünüyorlardı.
Anımsadığım kadarıyla kara tenli,
uzunca boylu bir çocuktu. Pek zayıf değildi ama kalıpsızdı. Sigarası da vardı…
Olmayan kim yoktu ki zaten şu İznik’te?… Yürüyüşü de bir değişikti. Eli, kolu
durmazdı. Göğsü dik, kendinden emindi. Böyle çocuklarda dik yürüyüş bir siperdi
sanki hayata karşı…
Bir keresinde halısaha maçında
denk gelmiştik. Sert oynuyordu. Sanki oynamaya değil, kavga etmeye gelmişti…
Sur çocukları için zaten yaşamak bir kavga, öyle değil mi? Ara sıra yine
görüyorum. Mirası büyük olsa da İznik küçük yer…
Okulun ortasındaki yaşlı ağacın yaprakları, serin rüzgarı bize savuruyordu. Hâlâ terliydik. Yanımdakine kediyi tutmasını söyleyip, montumu giydim. Ayağımın dibindeki topu da kenara attım.
Ahmet:
— Nasıl evlenmişler abi ya?
Hasan abi:
— Valla.. ben de
bilmiyorum… Bugün hayırlı olsuna gittim. ‘’Hoşgeldin abi.’’ dedi,
‘’Hoşbuldum.’’ dedim. Ama hâlini hiç beğenmedim. Kızla da 1 yıldır falan
konuşuyorlarmış. 15 yaşında mı neymiş…
Klarnetçi:
— Vay be…
Abi:
— Uzaktan onu da gördüm. Oturuyordu öyle. Suratından belli ya.. yaşamış bir şeyler. Yalnız, eli kolu kuvvetli. Yanakları da dolgun…
Ahmet:
— Çok saçma.. 1 yıl ne ya?
Klarnetçi sırıtarak:
— Okulda şey diye dalga-
Aniden söze dalan Hasan abi:
— Ha, aynen aynen. Şey yapıyorlarmış. Hoca Melih’e kızınca ‘’Hocam, yapmayın. Evli, barklı adam ya…’’ diyorlarmış.
Birkaç küçük sessiz kahkaha attılar. Yine sessizlik… Hasan abi ve klarnetçi ellerindeki sigaralarıyla yine dalıp gitmişlerdi. Onlarda mı evlenmeyi kuruyordu? Kalp ağrısı mıydı? Bir rüyadan arta kalmanın hüznü müydü? Bilmem…
Davul.. kahkaha.. şenlik… Dayanamayıp lafa girdim:
— Öğle vaktinde şehir içine geçiyordum. O taraflardan klarnet sesleri geliyordu.
Abi bana baktı, bir şey söylemedi. Başıyla onayladı sadece. Böyle cevap vermesinin sebebi ağzındaki sigara mı, yoksa zihnini kurcalayan başka bir şey mi? Bilmiyorum… Kediyi tekrar kucağıma alıp, okşamaya devam ettim.
Telefonunu açıp:
— Benim şahine yeni bir CD yaptım. Dinleyin bak, dedi Hasan abi.
Her şey unutuldu.
Eren Ekim
Görsel: galeri.uludagsozluk.com/r/sokak-lambas%C4%B1-138249/