‘’ – Buraya geleli henüz bir hafta, buradaki zaman dilimiyle, olmadı diye tahmin ediyorum… Medeniyet Filoları’ndan payımıza düşen yelkenliyle yaptığımız ilk açık deniz seyahatimizde Bilinmezlik Denizleri’ndeki Bilinç Kayalıkları’na çarpmış ve paramparça olmuş durumdayız. Kazanın kaçınılmaz sonucu olarak bilincim devre dışı kaldı ve akıntıyla sürüklendiğim bu ıpıssız sahilde uzunca bir zamanı kıpırtısız geçirdim… Fakat merak etmeyin artık daha iyiyim, nice sonra bir şeyler de yedim… Şimdi burada geçirdiğim ve görünen o ki geçireceğim zamanı değerlendirmek, ona kendimce bir anlam yüklemek görevini edinmiş bulunmaktayım. Bu uğurda bazı düşünce süreçlerimi bir amaca yahut sonuca varma ideali gütmeden paylaşmak, okuduğunuzu farz ederek avunmak -en azından ruhsal açıdan- tek niyetim, tesellim sevgili dostlarım…’’
‘’Kaza anıyla ilgili sizlerle paylaşmak istediğim çok mühim bir şey var ki; hayatımda ilk defa, bu çok trajik bir kaza bile olsa, sadece bana ait şekliyle gerçek bir şey hissettim -ki yolculuğa bir amaç eşliğinde çıktıysak bundan iyi bir amaç olabilir miydi?- Ve hala içimde bu hissi muhafaza ediyorum. Nasıl mı hissediyorum? Kayıp… Aslında hiçbir şekilde bir yere ait olmayan fakat bu bilincin ağır yükünden korkarak babalarının hatta onlarında babalarının yapa geldiği üzere bir yere aitmiş gibi davranan ‘medeni insanların’ bana layık gördükleri sıfat bu oldu. Haklılar da. Kayıp; evet zihnen ve bedenen de devasa bir boşluktaki devasa bir hamakta sallanıyorum. Lakin çok ama çok ince bir farkla… Ben kendi teşhisimi koymaktan ve onların bana koyduğu teşhisi de göz önünde bulundurmaktan çekinmedim, bunun üzerine düşündüm. Günler ve geceler boyu… Kayboluşumuzu reddetmek ona başka anlamlar yüklemek veya başkalarının üzerine atmak istemedim, bu yalanla yaşayamaz, görmezden gelemezdim. Hayır, verdiği acıya, çaresizliğe rağmen anlamak istedim. Çünkü aksi iddia edilse de yapacak daha iyi bir işim yoktu. Sonuç olarak nerede olduğum konusunda yine en ufak bir fikrim olmasa bile en azından artık kayıp olduğumu yani bir başka deyişle ‘nerede olmadığımı’ çok iyi biliyorum.’’
‘’Şimdi ise teşhisimin önümde açtığı bu yeni ufka dayanarak bir soru sorma cesaretini bile göstermiş bulunmaktayım sevgili dostlarım. Fakat bu noktadan sonra yapmam gereken soruyu cevaplamak değil. Hayır, asla… Hayır, yapmam gereken yegâne şey onu olabildiğince zihnimde tutmak. Evet, soruyu sordum fakat bu soruyu hemen, şuan ki bilinç düzeyimin, akli melekelerimin ışığında yanıtlamaya çalışmak onu kaçırmak, daha da kötüsü katılaştırmak sonucunu doğuracaktır… ‘’
‘’Bir soru bulmanın verdiği kıvançla paylaşmak isterim ki yanıtlamamaya ve aklımda tutmaya çalıştığım soru; ‘‘Gidişatın, buna kayboluşumuzda dahil, doğrusal bir amacı veya nihayeti var mı? ’’ Bu soru burada böylece duracak. Tek merak ettiğim ve üzerine bolca düşündüğüm, çünkü burada hayati gereksinimleri karşıladıktan sonra geriye yapacak pek de bir şey kalmıyor, husus bu. Dediğim gibi bu soru aklımda cevaplanmaya çalışılmadan ve katılaşmadan durduğu, sadece ve sadece yönümü bulmama yardımcı bir pusula gibi danışıldığı takdirde çokça işime yaradı ve evcilleştirdiğim vahşi bir köpek misali beni korudu… Deliliğe ve çokça başka zihni karışıklıklara karşı korudu…’’
‘’Bunu bir yana bırakırsak, yine buradaki zamanın verdiği imkanlar doğrultusunda gelişen düşünce sürecimin bana açmış olduğu yolda bu defa bir soruyla değil fakat bir sorunla karşılaştım… Yokluk; işte size sunmak üzere seçtiğim kelime…’’
‘’Farz-ı misal bir adada değil de küçük bir uzay kapsülündeyim ve gerçek yiyeceklerden, içeceklerden, düşüncelerden, gereksinimlerden, daha nicelerinden ve hatta zamandan, bugüne kadar tanıdığım zamandan da yoksunum. Ve insan bir kere yoksunluğunun farkına vardı mı, ona alışmak durumunda kaldı mı, şartlar ne derece değişirse değişsin artık hiçbir zaman tam anlamıyla varsıl olamayacaktır. Burada sizi ve böylece kendimi bir yanılgıya düşmekten kurtarayım, bu sanıldığı kadar, hatta aksine hiç de kötü bir şey değildir.’’
‘’Nasıl yukarıda bahsettiğimiz cevaplanması gereken bir soru değilse bu da, yani yokluk, çözülmesi gereken bir sorun değil. Ne şuan ne de herhangi bir başka zaman için. Tersine anlaşılması ve olduğu gibi kabul edilmesi, evcilleştirilmesi gereken bir sorun. Evcilleştirildiği ve bir pusula gibi kullanıldığı takdirde bize büyük resmi gösterebilecek, bu defa aklı değil fakat vicdanımızı, maneviyatımızı koruyabilecek bir sorun. Bencilliğe, hissizliğe ve çokça başka ruh düğümlenmelerine karşı… Eğer ortada çözülmesi gereken bir sorun varsa o da şu ki; ‘sorun kavramının yanlış ele alınması’ ve ‘her sorunun bir çözümü olmalı’ veya ‘sorunun üzerine gidip kaybedilecekler pahasına onunla yüzleşilmeli’ anlayışı; gerçek sorun işte bu anlayış pek sevgili dostlarım.’’
‘’Kısacası gerçek sorun neyi sorun olarak ele aldığımız. Çünkü buradan daha net görebildiğim kadarıyla işleyişi su götürmez yasalara ve gerçeklere dayanan doğadan örnek verecek olursak bazı gerçeklerin ve yasaların yapıcı yolda sonuçlar edinebilmesi için birçok kere pekâlâ yıkıcı bir yol izlemesi gerekebiliyor. Ve eğer bizler tüm acziyetimize bakmadan bu eksik anladığımız yıkıcı yolu bir sorun olarak niteler ve onunla yüzleşmeye, onu ortadan kaldırmaya çalışırsak pek doğal ki ilmeği, belki de adını medeniyet koyduğumuz ilmeği, kendi elimizle boynumuza geçirmiş oluruz. İşte doğa bize cevabı verdi… Buradan açıkça şu sonuç çıkarılabilir ki yokluk sorununu ele alış biçimimizi değiştirmediğimiz, onu bir düşman, yok edilmesi gereken bir olgu olarak görmeye devam ettiğimiz takdirde yokluğu yok etmek için girişeceğimiz ve pekâlâ medeniyetimizin bugün geldiği noktadaki gereksinimlerinin de desteklediği aşağılık ve adi yöntemler, yokluğu yok etmek bir yana elimizde var olanı da alacak, nihayetinde kaçınılmaz sonumuzu getirecektir…’’
‘’Evet sevgili dostlarım, buradan gördüğüm ve anlamaya, size ve böylece kendime de anlatmaya çalıştığım manzara şimdilik bu kıvamda. Yazının başında da değindiğim gibi bu beni ruhsal ve zihinsel açıdan biraz da olsa oyalayacak ve avutacaktır diye düşünmekteyim. Hissediyormuş gibi yaptığım ikame varlıklarınızla beni çok mutlu ettiniz ve bir an içinde olsa bu ıssız adadaki yalnızlığımı unutturmayı başardınız. Hepinize sevgiler, bol güneşler. Kalın sağlıcakla…’’
Kazazede,
Ipıssız Ada/ sahildeki büyük kaya, 17:12 civarı,
Ege Ündağ