Kitabın Adı: Korku ve Titreme
Yazarı: Soren Kierkegaard
Yayınevi: Ağaç Kitapevi
Sayfa: 178
“Tanrı İbrahim’e dedi ki, git ve bana bir evlat kurban et!
İbrahim cevap verdi: Tanrım, bana çok ağır bir yük yüklüyorsun!”
Danimarkalı filozof ve teolog olan Soren Kierkegaard’ın 1843 yılında kaleme aldığı ‘Korku ve Titreme’ isimli kitabın başlangıç cümlesini oluşturan bu öykü yüzyıllardır üzerinde konuşulan ve farklı şekillerde yorumlanan İbrahim Peygamber’in öyküsüdür.
İbrahim Peygamber’in oğlunu kurban etmek için dağa yapmış olduğu yolculuk, bu kitabın ana temasını oluşturur. İman, itaat ve merhamet gibi sosyal erdemleri sorgulayan Kierkegaard, modern bilinç açısından bu öykünün, bir yok etme veya ham gücün anti sosyal kıssası olarak görülebileceğinin olası olduğuna işaret eder.
Kierkegaard’a göre İbrahim Peygamber, iman sınavında çektiklerinden dolayı yücedir. Dolayısıyla İbrahim Peygamber’in bu öyküsüyle okuyucuyu ıstırabın doğasına odaklayan Kierkegaard, şu üç temel problem üzerinde durur:
Biricisi, “Etik olanın teolojik olarak askıya alınması diye bir şey var mıdır?”
İkincisi, “Tanrı’ya karşı mutlak bir görev var mıdır?”
Son olarak ise, “İbrahim’in maksadını Sara’dan, Eleazar’dan ve oğlundan gizlemesi etiksel olarak savunulabilir miydi?”
Evet, Kierkegaard, okuyucuyu İbrahim’in yüceliğiyle etkilerken, okuyucunun dikkatini bu üç temel soruya çekmek ister. Tartışma amaçlı olan bu kitap, ‘iman’ın ne olduğunu ve eğer ‘iman’ herhangi bir şey ise hakkında konuşulup konuşulamayacağına vurgu yapar.
Nitekim Kierkegaard’ın, imanın babası olarak nitelendirdiği İbrahim Peygamber yücedir. Çünkü bu dünyada kişinin kalpten saldıracak kadar çok güçlü duygularla istediği bir şey olmadıkça, teslimiyet olmaz. Teslimiyet olmadan da ‘iman’ olmaz.
Teslimiyet, eskiden olduğu gibi, kişinin en çok sevdiği ümitlerinin, erişilmez olduğunu gördüğünde terk etmesidir. Ancak ümitlerinin hakkında düşünmekten vazgeçmesi demek değildir. Yani Kierkegaard’ın burada“iman”la kastettiği şey, kişinin her şeyi terk ettiğini varsayan bir şey değil, kişinin “her şeyden feragat etmek” için gereksinim duyduğu şeydir.
Kierkegaard’ın anlayışına göre, eğer İbrahim Peygamber yüce ise insan onun gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamak ve onun yüceliğini net bir şekilde resmetmek zorundadır. Çünkü ‘iman’ bir mucizedir ve yine de hiçbir insanoğlu ondan dışlanmamıştır. İmanda bütün bir insan yaşamı tutku içinde birleşir. Bu nedenle ‘iman’ın dar yolunda ilerleyen ve yürüyen bir kimseye, kimse tavsiyede bulunamaz ve kimse onu anlayamaz.
Ancak Korku ve Titreme isimli bu kitapta Kierkegaard’ın İbrahim Peygamber’i anlama çabasındaki derin samimiyeti şu sözlerle net bir şekilde ortaya konur.
“Beni yüce yapan bana olan şey değil, benim yaptığımdır ve büyük piyango ödülünü kazanmakla birisinin yüceleşeceğine inanan hiç kimse yoktur.”
Demek ki muteber olmaya herkesin eşit olarak hakkı vardır. Bu da kişinin ruhsal yeterlilik testini geçmesi ya da geçememesiyle alakalıdır. Yani buradaki sorun İbrahim Peygamber’in eyleminin yüceliğini görebilme sorunudur.
Günümüz bu imanı ve teslimiyeti uygulamada asla başarılı olamayan ancak yine de her şeyi nasıl açıklayacağını bilen kimselerle doludur. Bunlar yaygın olarak nehirleri ve dağları, yeni yıldızları, parlak kuşları, garip balıkları ve sıra dışı insanları görmek için dünyanın her yerini gezerler ama var oluş karşısında ağzı açık kalırlar.
‘iman’ı anlayabilmek için “İbrahim olma”yı anlamanın zorunluluğuna dikkat çeken Kierkegaard; İbrahim Peygamber için şöyle der: “O, kendisini sınayanın her şeye kadir olan Tanrı olduğunu biliyordu, bunun ondan istenebilecek en ağır özveri olduğunu biliyordu; ancak o ayrıca Tanrı isteğinde hiçbir özverinin imkânsız olmadığını da biliyordu… Ve oğlunu kurban etmek için bıçağını çekti!”
Kierkegaard’a göre İbrahim’i yücelten itaat ve teslimiyetin de ötesinde ‘iman’ nosyonudur. Çünkü bu öyle bir iman ki oğlunun boğazına bıçağı dayadığında bile, oğlunun kendisine geri verileceğinden bir an bile şüphe etmedi. Yani İbrahim’i yüceleştiren onun Tanrı’ya olan saf itaati karşısında belki de inanarak beklediğiydi.
O, beklenen imkânsızın ta kendisiydi.
O, imkânsızı imkâna çevirecek bir imanın eseriydi.
Sonuç olarak denilebilir ki, insanoğlundaki en yüce tutku ‘iman’dır. Her kim ki ‘iman’ noktasına gelirse, ister çok yetenekli isterse basit fikirli olsun fark etmez, orada asla durgun kalmayacaktır. Bu anlamda çağımızda bunu keşfedemeyen birçok insan olup olmadığı sorusunu açık bırakarak bu kitabın okunması ve sorgulanması gerektiğine inanıyorum.
Çünkü soru sormak anlamanın yarısıdır! Bu kitabı okumanız ve toplumsal yaşama dair cevapları bulmanız dileğiyle…
Not: İspayol Film Yönetmeni Pedro Almodovar’ın 1978 yılında yapmış olduğu ilk çalışması olan Salomé isimli film bu kitaptan esinlenerek kurgulanmıştır. Film severlere.
Gülden Çokkalender