Kitabın Adı:Ölümcül Kimlikler
Yazarı:Amin Maalouf
Yayınevi:Yapı Kredi Yayınları
Sayfa: 133
1976 yılında Lübnan’ı terk ederek Fransa’ya yerleşen ünlü yazar Amin Maalouf’un, 1998 yılında yazmış olduğu ‘Ölümcül Kimlikler’ isimli eseri, günümüz dünyasının en tartışmalı konularından biri olan -kimlik- kavramı üzerinde durmaktadır.
“Dünya Kime Ait?”sorusuyla kimlik kavramını derinlemesine inceleyen ve kimliği doğru bir şekilde tanımlamaya çalışan yazar Maalouf’a göre:
“Kimliğim beni başka hiç kimseye benzemez yapan şeydir.”
Öyleyse kimlik kavramının kimileri için ulus, kimileri içinse din ya da sınıf olduğunu düşünebiliriz. Hatta kimlik deyince, başkasından daha üstün, tek bir ana aidiyetin olduğunu da düşünebiliriz. Ancak “Dünya Kime Ait?”sorusuna yeniden dönecek olursak, dünyada hiçbir aidiyetin mutlak surette baskın olamadığını rahatlıkla görebiliriz. Bunun için dünyada olup biten farklı çatışmalara bakmamız yeterlidir. Çünkü ‘kimlik’ öyle bir çırpıda verilmez insana. İnsan, yaşamı boyunca kimliğini adım adım kazanır ve bu sürekli değişir.
Nitekim Lübnan asıllı ve aynı zamanda bir Fransız vatandaşı olan Maalouf, hayatıyla ilgili bir kesitinde şöyle der: “Fransa’ya yerleştiğimden beri, son derece iyi niyetli olarak, kendimi ‘daha çok Fransız’ mı, yoksa ‘daha çok Lübnanlı’ mı hissettiğim sorulmuştur bana. Cevabım hiç değişmez: Her ikisi de!”
Yazarın bu sözleri aslında herhangi bir denge kurmaya çalışmasından değil, aksine karşılaştığı bu soruya farklı bir cevap verecek olsa, yalan söylemiş olacağını biliyor olmasından kaynaklanır. Çünkü yazara göre her insan istisnasız karma bir kimlikle donanmıştır. Fakat bizler, hepimiz sanki karma bir kimlikle donanmamışız gibi davranıyoruz. Kolayına kaçıp birbirinden farklı insanları aynı kefeye koyuyoruz ve sırf kolaylık olsun diye birbirinden farklı insanlara ortak görüşler yüklüyoruz. Bu nedenle de yazar, “Sırplar katliam yaptı, İngilizler yağmalandı, Yahudiler el koydu, Siyahlar ateşe verdi, Araplar reddediyor…” gibi söylemlerin aslında pek de masum olmadığını belirterek, bunun bir çeşit ‘öz nefret’ olduğuna işaret eder.
Eğer her ülkeden, her durumda, her inançta insanlar kolayca kıyıcı katillere dönüşebiliyorsa ve eğer her çeşitten bağnaz çıkıp kendisini kolayca kimlik savunucusu olarak kabul ettirebiliyorsa, bunun üzerinde çok ciddi bir şekilde düşünmek gerekir.
Tarih boyunca kötü ve ölümcül sonuçlar doğurmuş bu kimlik kavgasını daha az ölümcül hale getirmenin yollarını belki de bu anlamda özellikle anlamamız gerekir. Aksi takdirde kendisini, kendini yadsımak ya da ötekini yadsımak arasında seçim yapmak zorunda olduğuna inanan herkes, yolunu kaybetmiş kan dökücü çılgınlar gibi birbirini yemek durumunda olacaktır.
Bu eser ile fanatikliğe karşı çıkan ve insanların karma kimliklerle huzur içinde yaşayabileceklerine inanan yazar Maalouf, hedefini çok alçakgönüllü ve belirgin bir şekilde ortaya koysa da aşırılıklarımızı, eşitsizliklerimizi ve ölümcül sonuçlar doğuran o kontrolden çıkışlarımızı kınamaktan geri durmaz ve son olarak şöyle der:
“Dünyada kim bilir kaç insan ‘kimlik kavgası’ nedeniyle, kendini boşluğa kaptırıp, ne olup bittiğini bile anlamadan, dünyanın nüfuz edilmez bir yer, insanların ise birer düşman, hatta insan yiyici ve şeytani olduğuna kanaat etmiştir. Ve kim bilir dünyada kaç insan sırf bu yüzden evrensel kültüre yapacağı katkılardan vazgeçmiştir.”
İnsan kültürlerinin çeşitliliğine inanan insanlar bilir ki, dünya hiçbir özel ırka ve hiçbir özel ulusa ait değildir. Öyleyse dünyada kendine bir yer açmayı isteyen ve şaşırtıcı olsalar da dünyayı kavramaya çalışan herkese ait bir dünya dileğiyle…
Şimdilik hoşçakalın…
Gülden Çokkalender