Pek çok insanın şikayeti olan yalnızlıktan söz etmek istiyorum. Benim anladığım boyutuyla değil ilk akla gelen boyutuyla bir sevgilinin yokluğundan husule gelmiş olan yalnızlıktan. Al yazmalım filminin klişesine girmeksizin sevgi nedir diye sormak istiyorum sizlere. Hani şu herkesin dilinden düşmeyen ve yokluğundan şikayet edinilen şey. Sonra ilişkilerden bahsetmek istiyorum, hani kimileyin midelerimizi kaldıran sözde insanların var ettiği ilişkilerden…
Hayatta karar mekanizmamızı etkileyen üç temel esas vardır. Aşağıdan yukarı doğru; dürtülerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz. İlk gençlik yıllarından itibaren, istisnaları saymazsak tabii, aşağıdan yukarı doğru verir insan kararlarının çoğunu. Ergenlik dediğimiz çağda hormonların ruhumuzu bombardıman ettiğinin farkına varmaksızın ve ayrımsamaksızın asıl gerçeği, dürtülerimizin etkisiyle çekim alanına dahil olduğumuz insanlara kendimizi biraz daha masum göstermek ve isteklerimizi meşru bir hale getirmek için duygularımız itibariyle aldığımız kararların neticesi gibi gösteririz davranışlarımızı. Ne yapmışsak sevgimizden yapmışızdır, belki çok büyük heyecanlar, mutluluklar yaşamışızdır o ilişki esnasında belki alkol, sigara ve daha ne acılar neler neler… Aslında bu çağda sevgi sanılan pek çok şey dürtülerin bir mahsulü olarak çıkar karşımıza. Bu yüzdendir en güzele en yakışıklıya olan rağbet çünkü en önemli şeyler bedene dahil olanlardır bu noktada.
Bazı yaşanmışlıkların ardından sona eren duygular ve heyecanlar büyük hüsranlara sebep olur bazı insanlarda. bazılarıysa çiçeğin özünü alan arı misali yola koyulur bir başka çiçeğin özüne inmek için. İşte burdan itibaren başlar insanların sevgiyle olan o fırtınalı geçmişi. Çünkü duygularıyla kandırılanlar için acı tecrübelere dönüşür insanlar. Yine de diyerek çıkılan yolda ve o hormon etkisinden biraz daha arındırılmışlıkla ama yine de uçarı sayılabilecek bir bilinçle devam eder ilişkiler. Artık daha duygusal ve saf yaklaşımlar geleceği planlamamızda büyük yol gösterici olur, boyunun posunun güzelliğinin yanında karakteri de değerlendirilmeye başlanır. Her ne kadar akıllandığımız iddiasını sürdürsekte asıl karar mekanizması bi tık yukarıya yüreğimize çıkmıştır. Yine farklı maksatların farkına varmadan yahut bizim için doğru olanı anlamadan dahil ederiz insanları hayatlarımıza. Büyük bir hata yaptığımızın farkına varabilmek için ya bir ihanetin gerçekleşmesi ya da huzuru kaçmış bir birlikteliğin sarsıcı kavgalarında alışkanlıklarına teslim olamayacak kadar cesur olabilenler noktalar bu tür ilişkileri.
Bir de menfaatlerini duygularıyla maskeleyenler, bana Ferrari alsana berkcanlar vardır bu esnada, onları tenzih ediyoruz. Çünkü burada salt sevgiden bahsediyoruz. Onların ağına yakalanarak sevgisinden vurulan insanların varlığı azımsanmayacak derecede olsa da biz bu tarz bir yaklaşımı sevginin özünü irdelediğimiz yerde ele almak istemiyoruz.
Eğer ilk aşkımızla evlenmeyi başaramamışsak yahut doğru insanla tesadüf edememişsek hala, artık biriken yalnızlığın ve yıkılan güvenlerin sonunda bir gelecek kaygısı çöker üstlerimize. Bir yuva kurup çoluk çocuğa karışmanın arzu ve beklentisine kapılırız. Etrafımızdaki mutlu aile ya da ilişki tablolarına rağmen bizim umutlarımız tükenmişse, artık duyguların aldatıcılığının farkına tamamen varmışsak yani kalbimizi aklımızın tekeline almışsak büyüdük demektir. Hayatımıza dahil edeceğimiz insanın bize ne verebileceği ( sadece maddi anlamda değil) sorusundan yola çıkarak mantık dediğimiz ilişki boyutuna geçeriz. Her ne kadar bu tür ilişkiler kulağa daha sağlıklı gelsede sevginin getirisi olan tolerans bu tür yapılarda düşük kalır. Sevgiye bağlı olarak katlanılabilen kimi şeyler yıkıcı etkiler doğurabilir böyle zamanlarda.
İşte bu hal içindeyken hangi karar mekanizmasıyla hareket etmiş olursak olalım çıkış noktamız yalnızlık olmuştur. Bizim ilişkilerimizin var edicisi olan şeyler ister duygular, ister dürtüler, isterse fikirler olsun ki hepsinin içinde diğerlerinden mutlaka bulunur, yalnızlık ekseninden hareketle sürükler . Yalnızlığımızı bir şekilde bastırabiliriz elbet ama ya sevgisizlik? Her ilişki bir sevgi temeli üzerinde mi yükselir ya da sevgi temelinde yükselen ilişkilerde sevgi hiç yitime uğramaz mı? Zaten ihanetin, kavgaların ve ayrılıkların çoğu zaman sebebi bu sevgisizlik değil midir? Hiç sarılırken bile yalnız hissetmemiş miyizdir kendimizi? İşte o sevgisizliğin soğukluğu değil midir başka bir bedende şekillenen? O zaman yalnızlığı aşmanın yolu sevmek, ve sevilmek midir yoksa bir ilişki adı altında bir şeyler yapmak mıdır?
Sevginin anlamına ermek zor elbet. Emek deyip geçelim bu noktada çünkü değil mi ki sevgi mesafelere meydan okumakla mümkündür. Değil mi ki bir mahkumu yahut bir gideni hiçbir şüphe ve yılgınlığa düşmeksizin onu bekleme azminde bizi sebat ettiren. Değil mi ki Aşık veyselcesine hiç görmeden üstüne şiirler yazdırıp, nazımcasına aralarındaki parmaklıklara ve mesafelere rağmen deli divane gibi özleten.
Demem o ki yalnızlık sevgisiz bir bedende paylaşılabilecek bir şey değildir. Ve üstelik içerisinde sevgi taşıyan bir bedenin yalnız kalması da söz konusu değildir. Bir vuslat söz konusu olmasa bile yani ellerini hiç tutamayacağını bile bile özlemden geberirken bile sarılabileceğin bir hayalin varlığı, üzerine hayaller kurabileceğin bir insanın sureti yalnızlık denilen mefhumu aşmak için kafidir. Ama siz bedeninizi saran ateşi söndürmek, istikbalde sizi bekleyen o müphemiyeti dindirmek ve bir aile olmak fikrinden yola çıkarak ilişkiler kuracak olursanız ne yalnızlığınız sona erer ne de içinizi dolduran o soğuk ürperti diner…
Berkan Çalışkan