Söğüt Ağacı/Majid Majidi – Asıl körlük görmemek değil – Cüneyt Alkış


‘Kahrolası insan, ne kadar nankördür.’  Abese süresi – 17. Ayet

Dünyanın en önemli medeniyetlerinin hüküm sürdüğü İran coğrafyası kendine has yarattığı sinema diliyle de sektörde önemli bir yer edindi. 1979 İran İslam Rejimi ile derinden sarsılan ve birçok önemli sanatçının terk ettiği İran’ı terk etmeyen Majid Majidi, sade ve kültüründen taviz vermeden bir şeyler anlatabilme becerisiyle ortaya koyduğu başarılı filmler sayesinde ülkenin en önemli yönetmenlerinden biri oldu.

Birçok insanın son zamanlarda olumlu-olumsuz tartışmalara konu olan Hz Muhammed: Allahın Elçisi filmi ile tanıdığı Majidi’ye bu filmi ile ilgili eleştiri yapanlar önceki filmlerini izlemesi gerekiyor. 1996 yılından önce de sinema, kısa film, dizi ve belgesel dallarında birçok çalışmalarda bulunan ama ismini tam anlamıyla ilk 1996 yılında ‘Pedar’ filmiyle duyuran ve günümüze kadar çektiği filmler ile adım adım zirveye tırmanan bir yönetmen Majid Majidi. Hz. Muhammed’in çocukluk ve ilk gençlik dönemi ile İslam’ın doğuşunu anlatan son filmi 30 milyon dolar ile İran’ın en yüksek bütçeli filmi ünvanına sahip oldu. Ancak insanın kalbine, ruhuna dokunan, hayata farklı pencereler açabilen biri olan Majidi’yi anlamadan, önceki filmlerini izlemeden bu filmi anlayamayız.

Gelelim bu yazıya konu olan filmine…

Ustanın, psikolojiyi insanın en temel sorunlarından biri olarak gördüğü ve insanın eğitilmesi en zor yanı olan ‘hep daha fazla isteme’ durumuna dair oldukça dokunaklı ve sağlam bir filmi olan ‘Söğüt Ağacı’ndan çok etkilendim.

Söğüt Ağacı; Yusuf isimli 8 yaşında kör olmuş ve 45 yaşından sonra amcasının da yardımlarıyla Fransa’da görme yetisini tekrar kazanan bir adamın hikayesini konu ediniyor. Bu kısa tanıtımdan sonra filmin aslında basit bir konuyu işlediği algısına kapılabiliyoruz. İşte burada devreye Majid Majidi giriyor. Bir alışkanlıktır, film seçerken önce film ile ilgili konuyu okur; beğenirsek izler, beğenmezsek izlemeyiz. Bu alışkanlığa sahipseniz bu zamana kadar Majidi filmlerinden uzak kalmışsınız demektir. Yukarıda da bahsettiğim filmin konusu birçok insana çok sıra dışı ve cazip gelmemiştir ama işte orada devreye giren Majidi, kör olan ve gözlerinin açılmasıyla birlikte değişenin sadece sağlık değil hayata bakış açısı da olduğunu göstererek film boyunca bizi farklı duygulara sürüklerken karnımıza da sürekli yumruklar savurmayı ihmal etmiyor.

Tüyleri ürperten sahneler…

37 yıldır kör olan ancak kendisini bir kez bile görmemesine rağmen onun her fırsatta yanında olan eşi, bazen arkadaş gibi oynadığı bazen baba kız gibi sohbet ettiği bir kızı, başarılı kariyeri, çevresinde kendisini çok seven insanlar olan; kısacası kör olsa da kendi dünyasında huzurlu ve mutlu bir adam Yusuf. 37 yıldır kör olan gözlerinin açılması için sürekli Allah’a yalvarıyor ve açıldığında da onu yaratanın yolunda daha çok hizmet edeceğini söylüyor. Ve yüce Allah, Yusuf’un dualarını kabul ediyor.

Ameliyat sonrası 37 yıldır karanlıkta olmanın verdiği bıkkınlık, gözlerinin açılma ihtimali ve sabırsızlığı onun sabahı etmesini engelliyor ve gece acılar içinde bandajlarını açıyor. İşte burada bence filmin en güzel sahnesini izliyoruz. Yusuf’u canlandıran Parviz Parastui’ nin oynamadığı, adeta yaşadığı sahnedir bu. Gözlerinin ilk görmeye başladığı o andaki dehşet, hayret ve ne yapacağını bilememek o yaşta bir adamın çocuksu duygulara gark olduğunu biz de tüylerimiz ürpererek izliyoruz.

O gece Yusuf’un hayatında her şey değişir. Gözlerinin açılmasıyla huzurlu hayatından uyanan Yusuf daha huzurlu ve mutlu olacağı sandığı yeni hayatının uykusuna dalar. Yaşadığı evi bir cennet bahçesi olarak hayal eden, eşini dünyanın en güzel kadını olarak beyninde tasarlayan, görmenin, ışığın ve aydınlığın her şey olduğunu sanan Yusuf hayal kırıklığına uğrar. Yusuf görmeye başladıktan sonra her şey ve herkes yabancı gelmeye, gördükleri ona yetmemeye başlar. Allah’a verdiği ‘daha iyi bir kulu olacağım’ sözünü unutur ve Allah’ın merhametinden göz göre göre yüz çevirir. Karanlıktayken ışığın hayırlı olduğunu sanan Yusuf, karanlıkta cennet saydıklarımızın aydınlıkta cehenneme dönüşebileceğine ihtimal vermez. Dünya ile sıkı bir sınav veren ve bu sınavı kaybeden, kaybederken de sadece sınavı değil benliğini, kişiliğini, sevdiklerini kaybeden Yusuf bize, gerçek hayatta da sıkça söylediğimiz ‘İstediğin şeyin hayırlısı olup olmadığını biliyor musun? O yüzden isteğinde ısrar etme sadece hayırlısı de, muhakkak Allah her şeyin hayırlısını bilir.’ cümlesini tekrar hatırlatır.

Gerçekten nankör müyüz?..

İstekler, ikame özelliğine sahiptir. Sonu yoktur, ebedidir, doyumsuzluk verir. Önce bir işimiz olması için dua ederiz işimiz olur. Sonra ‘Ya bir de evim olsa ne iyi olurdu.’ deriz, olur. Aslında yazlık da fena olmaz diye iç geçiririz, o da olur. Ah bir arabam olsa da şöyle en güzelinden diye düşünürüz, olur. Yine de beğenmeyiz, isteklerimizin ardı arkası kesilmez. Maalesef istemeyi bildiğimiz kadar şükretmeyi, yetinmeyi bilmiyoruz.

Yaşadıklarıyla sınavı kaybeden ve kendini sokaklara atarak adeta mecnun olan Yusuf’un gözlerinin tekrar kapanması ve tekrar Allah’a sığınıp, yalvarması insanın acizliğini ve nankör oluşunu en güzel şekilde anlatıyor.

Onur Ünlü’nün Ah Muhsin Ünlü mahlasıyla yazdığı şiirlerinden birinde geçen ve biraz yüzümüzü güldürecek sözle bitireyim: ‘İnsan acizdir, muhtaçtır. Çok fazla artistlik yapmamalıdır.’

Asıl körlüğün görmemek olmadığını anlamamız dileğiyle…


Cüneyt ALKIŞ

  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

Merdiven Altı İnsan Kaynakları Müdürlüğü Konuk Yazar Bürosu

Yazarın Profili
Paylaş

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir