Yağmurlu bir kış gecesiydi.
Sokakta kediler üşüyordu.
Ay Işığına Mektuplar Tiyatrosu’nda
Sen Çocukluğumdan Kalmasın isimli oyun oynanıyordu.
sen çocukluğumdan kalmasın
geçen gece bir cümle girdi atmosferime
şiir icabı kaydı
ve
iz bıraktı gökyüzümde
ay gibi parlak
çocukluğum gibi uzak
ay ışığı
küçük harflerden patika bir yol yapmıştı şiirime
ödünç almıştım atölyedeki düşlerimden birkaç pırıltılı mesafeyi
yeni ayakkabılarıyla bağ bozumuna ulaşsın diye mektuplarım
mektuplarım yolları severdi
yollar çocukluğumu
ben ay ışığını severdim
o bunu bilmezdi
gonk vurulur
tok bir erkek sesiyle dış ses yükselir;
‘‘sen çocukluğumdan kalmasın’’
ışıklar karardı
seyirci sessizleşti
perde açıldı
sahne
ateşler içinde yanarken sirke kokan çocukluğum
cıvalı derecenin kontrolündeydi annemin sabrı
kalem bile tükenirken onun sabrı tükenmezdi
ama hiç bir şiire de böyle başlanmazdı
elektrik kesintileri ile başlayan gölge oyunlarında
oyunun ömrünü belirleyen mumun büyüklüğü değil
tek’in (*) keyfiydi
sonra özelleştirdiler oyunlarımı
özelimi de özelleştirdiler daha sonra
tığ işi bir dantelin altında tüplü televizyon
üstünde tek kanallı çocukluğum
bütün oyunlarımda sarı yağmurluklu bir hayaletti yaşlılığım
köpek havlamalarıyla gelir
sarı
çamurlu çizmeleriyle tekmelerdi kapıyı
ben
sobaya âşık kestaneleri koruyan vasıfsız itfaiye eri
gel
ne olursan ol yine gel diyemezdim
sarı renk olmalıydı yaşlılığım
sobaya içini açan kestaneler gibi
açardım perdelerimi ay ışığına
gel
ne olursan ol yine gel derdim
ay ışığı hayallerimin hep başrolünde
bir köşesi asma yapraklarıyla kaplı
bir köşesi deniz gören pencerenin sıcak tarafındaydı yatağım
gece lambamdı ay
ben ay ışığını severdim
o bunu bilmezdi
bilmesi de gerekmezdi
ben severdim
o yeterdi
bazı geceler radyasyon bulutları geçerdi ayımın önünden
uykularım çok korkardı ay ışığından
ay ışığını görür görmez kaçardı
şeytan alıp götürmüş ve satmış olmalıydı ki
kaçan uykularım bir daha geri gelmezdi
gelmesi teklif dâhi edilemezdi
kaçan uykularımı ararken
bir şiirler arası otobüste rastladım didem’e (**)
can kenarındaki koltuğu çok elverişliydi hayal kurmaya
birkaç çiçek ıslamaktan bahsetti bardağa
bir de balkonda uçuşan yeşil fanilasını anlattı bana
sicim yağmur taklidi
o
gölge fesleğeniydi
çocukluğunu çerçeveleyip duvara asan kadındı o
yeniden çocuk olmak istedim
oysa didem’in yeşil fanilası büyükler içindi
olsundu
ben çocuk olmak istiyorumdu
ah tanrım
ne büyük acıdır
bedenle ruhun birlikte yaşlanmaması
yaradılış hatası
çocukken çabucak büyümek istemek
büyüyünce çocukluğuna dönmek istemek
ama hiç birini gerçekleştirememek
ah tanrım
ne büyük acıdır
ölmüş birinin çocukluk fotoğrafına bakmak
yeni anladım 46 yaşına basmış kıdemli bir çocuk olarak
110 milyar ölünün içinde
8 milyar canlı insanız
bizim sözümüz geçecek değildi ya
salon ışıkları yanar
perde kapanır
15 dakika ara
patlamış mısır kokuyor kamaşık gözlü dünyalılar
bazıları sıkılıyor ve terk ediyorlar hayatımı
salonu terk eder gibi
bazılarının gidişine gerçekten üzülüyorum
üzülmek diye bir ülke var biliyorum
ben üzülmek için yaratılmışım anlıyorum
aslında
üzümler de üzülür
bazıları üzüntüden kururlar bile biliyorum
müdavimdir bütün üzümler
ay ışığının açık hava meyhanesine
şimdi
salkımından kopup etrafa dağılan üzümler gibi
konu dağıldı şiirimde
okul sokağının köşesinde bisiklet sürerken başlıyor ikinci yarı
ışıklar kararır
perde son kez açılır
salondaki boşalan koltuklar dökülen saçlarımı sembolize eder
sana doğru bisiklet sürerken çocukluğum
beni gördü ve dondurmayla ödüllendirdi tanrı
tanrı maraşlı olmalı
maraşlı bir usta gibi bana oyun oynadı
külah bende kaldı
dondurma onda
tutanaklara şahit diye geçti
tezgahının üstündeki rengârenk ışıklar ve çanlar
her çocuk severdi rengârenk ışıkları ve tanrıyı
benim sevdiğim ay ışığıydı
o bunu bilmezdi
çocukluğumun ertesi günü
kentsel dönüşüm ordusunun askerleri kuşatınca çocukluk anılarımı
ellerinde büyüdüğüm şehrin
umut vaat eden kelimeler sokağına sığındım
ay çöreklerinde aradım seni
kuru üzüm tadıydı umut
atılan kahkahanın ardındaki hüznü gizlemeye çalışanlar kabilesi’yle
içip içip sarhoşluğunu gizlemeye çalışanlar beyliği
savaşa tutuşunca
komisyonlar kuruldu çalar saatlere
susarak bile yalan söylenebileceği resmen kabul edildi
gece yarısı şarkılar çalanlar hırsız
vakit öldürenler katil sayıldı
ben çocukluktan atıldım
artık sakalım gibiydi hüznüm
kendi kendine büyüyordu
yaşamak zorunluluk
bilmek sorumluluktu
aynı hatalar bıkmak bilmedi sürekli beni görmekten karşılarında
uyumak için sebep gerekliydi
uyku çoktu
sebep yoktu
uykuyla ölüm kardeş olmalı
yağmurla gözyaşı gibi
ağladı ay ışığı karanlık bir gündüz vakti
siyah maske
siyah gözlük
bulutlar siyah
ağladı siyah arkadaşlarım
yağmur dedi cemaat
yağmur yağdı soğuk bir mermerin üstünde yatan çocukluğumun üstüne
şimdi herkes kendi çocukluğunun cenazesini kaldırsın
safları sıklaştırırken nasıl oluyor da oluyor
cenazeye gelenler gelmeyenleri görüyor
seyirci gerilir
final sahnesinin yaklaştığı hissedilir
bazı seyirciler ceplerindeki araba anahtarlarını kontrol ederler
araba anahtarları önemli tabi
şimdi
gecenin bulutlarına sarınıp uyurken ay
şalına sarınan kadın gibi görünüyor bir çocuk şaire
kadının üzerinde bir ölüm hüznü var
içinde şiirimsi yeşil fanila
ben
istikrarlı hayallerimin başkentinde
çocukluğumdan kalma bir gezegen keşfetmişim
hayat belirtisi arıyorum ay çöreklerinde
ziyan olmasın diye gece ışıkları açmıyorum
azalmasın diye acılarım ağlamıyorum
cenaze nedeniyle içine kapanan bir dükkan gibiyim
açılmak istiyorum boyumu geçen denizlere
son bir fotoğraf çekinelim o iğde ağacının altında
artık toprak değil fotoğraf oluyor insan ölünce
bir yanımda çocukluğumdan kalma ay ışığı
bir yanımda defolu yalnızlığım
yalnızım
yani gittiğim her yerin yabancısıyım
geceleri canım sıkılsa sakal bıyık çizerim yalnızlığıma
yalnızlığım komiktir aslında
fotoğraf çekinmeye üzüm motifli terlikleriyle gelmiş mesela
sen çek tanrım
yaşıyormuşum gibi çıksın ama
ve
fotoğrafın adını yazalım arkasına
sen çocukluğumdan kalmasın
ince bir keman sesi duyulur
tempolu ama acıklı bir melodi yükselir
afrika gibi siyah
yanık renkli
bir kadın sesi eşlik eder kemana
kadının dilini kimse anlamaz
aslında salondaki kimse kimseyi anlamaz
anlamadıklarını da anlamazlar
ışıklar yanar
perde kapanır
belli belirsiz bir alkış sesi duyulur
çok kısa sürer ve biter
sonrası sessizlik
istisnasız bütün insanlar boyun eğerler
cep telefonlarına
cep telefonları önemli tabi
insanlar
kendi hayatlarına
döner
ay
dünyasına
ben
içime
Burak Ketenci
29 haziran – 26 temmuz 2022
atlas okyanusu – baltık denizi
(*) tek / türkiye elektrik kurumu
(**) didem / şair didem madak ve şiiri ‘bıktığım şeyler ve yeşil fanila’