masadan silinen rüyaların öncesi
ihtimallerin sıfırla çarpıldığı öğleden sonrası
Zeyra’nın dünyaya dik açıyla bakan gözleri
evini bilir, evinden çıkmaz
kazak örmüş ruhunu bekler askılığın gölgesi
nasıl olmuş nerden doğmuş derdi duyulmamış
masal evvela iyiler bahçesinde imgesi
söz gelimi bir çıtırtı huzursuzluğu çığ
acısıyla ipleri bağlamış sonsuz kere
durmuş koca çınarı ağlatan çocuklar
kendiliğinden midir bu aynanın karşısındaki varlığı
yerle gök arasına dalmış pencereden
kızıl çemberinde insan bağ, kördüğüm
yukarıdan baksa düşer aşağıdan mavi
menekşelere dokunur küçük külsüz parmakları
yerden çekilen bacakları nedendir havada
araladığı bulutu tutmuş berjere sermeli
sepet sanır ya ondandır o ipin ucu
gücü kalmıyor yekten bırakıyor vücudunu boşluğa
süzülüyor son nefeslerin bıraktığı rüzgarla
yanından geçen boncukla velet nasıl bağlı
kitap tutmuş elleri gülüşmüş iki çift göz
yaşından yüzüğü eskimiş kakülleri siyaha düşman
hayalden büyümüş dişleri dökülmemiş ilk anneler
topraksız köylerden isyana dirilen göbek bağları
gördü, anladı dünya neyden mahrum
usulca aralarından uçtu geçmişin kırıklığına
beyaz tenli sıcaklık ısıtmazmış kış günü
gri örtmezmiş dirseğinde kalan zamanı
yürüdüğü yollarda yine yürüyeceğini bilir
müzik bir çare değilmiş sesinin kısıklığına
koca yaşlı tipsizin tepesinde dört döner
herkes bilir ki kendi etrafında dönüyor
aramadığından bulamaz en sevdiği oyuncağı
karanlığa doğru koşar vazgeçtiğini sanır
belki gelirsin şehri rehin alır
durduğu yerden kendini göremez şahane
kaldırımdan yürür de hiçliğiyle alakası yok
sırtına binmiş kainatı pazara götürür
giderken boş bir ev bırakır kaplumbağalar gibi
arkadaşlarını biriktirir ekmek kırıntılarında
bu şehirden bilirim dediği hataları
durmuş düşünmenin ağırlığıyla tartıya çıkar
ağaçlardan düşer kokusunu kavanozlarda saklar
yüzünü dönmüş dik yokuşlardan yarına
doğmak pansuman en güzel yarasına
Zeyra ağlar sığınacak bir yer var oradan izler
küçükken çizemezdi sönmüştü çünkü
Metin Arslan