Yaşlı kötü kalpli Kurt öyle bir çarşamba sabahı öldü. Özel bir gün değildi. Ne yaz hasadı kutlanıyordu ne ülker fırtınasının son günüydü, ne de kutsaldı. Yağmur bile yağmadı. Kara Orman’da bir köknarın gölgesine çekildi ve kasları gerilirken ulumadan, sessizce nefesi bedeninden süzüldü. Ertesi gün cenazesini defnetmek için toplanan kısır topluluğun içinde Kırmızı Başlıklı Kız da vardı.
Vlad Tepeş genzini temizleyip beyaz kefene sarılmış kemikli bedeni defnetmeden önce bir şeyler söylemek istedi: “Ah onurlu ölünün yüce dostu İsa efendimiz, onu Aziz Peter’in kapısına taşırken bütün acılarından azad eyle ve… Ah, üzgünüm uzun zamandır bu tip şeylerle uğraşmadım. En son gittiğim, ahretliğimin cenazesi asırlar önce Edirne’deydi ve ağlamaktan zar zor iki kelime edebilmiştim. Mağrur zamanlarmış. Eh, söyleyeceği olan var mı?”
Küçük Kara Balık uzun trençkotunun cebinden çıkardığı reçeteli psikosomatik ilacından içmek dışında bir şey yapmadı. Kafasındaki sarı yüzgeçlerini örten köşeli Çarşamba kasketiyle büyük siyah bir gözlük takmıştı.
“Kimseyi manen gücendirmek istemem; heyhat şu yüce babamız İsa saçmalıklarını bitirdiysen zavallı yaratığı gömelim de bitsin. Hava çok soğuk ve yaşayanlar için hala hasta olmama umudu var. Fazlaca kış görmüş, zalim aptalın tekiydi, üzerine biraz toprak örtün ve bir daha çıkmasın diye umut edelim.”
Hafif esinti tekke faresi kadar yoksul görünen eski mezarlığın mermerleri arasında uğuldadı. Topluluğun içinde gerginliği gösteren o zayıf fısıltı dolandı. Biri en sonunda konuştuğunda herkesin konuşmasını beklediği son kişiydi: “Ben onun İslam’ı seçtiğini duymuştum. Belki yeni inancına uygun bir tören yapmalıyız. Aranızda gerçekten neye inandığını bilen var mı?” Alışılanın aksine giydiği bordo pelerinin başlığını geri attı. Çilleri solmaya başlamış genç, kızıl saçlı bir kızdı. Öyle acı bir güzelliği yoktu ama güzeldi işte. Kurnaz Tilki beyaz uçlu kulaklarını oynatarak ekşi ekşi güldü.
“Saçmalama kızıl kafa, o pagandı diğer orman ahalisi gibi, hem ne önemi var? Size onunla ilgili bir öykü anlatayım: Yunanistan’ın doğusunda bir ada sahilinde yıkanan güzel sesli Erato’yu şiirler okurken iki gün boyunca izledi. Sonra kızı çenesiyle boğup mideye indirdi. Yemeden önce de neler yaptığını tanrılar bilir. Gömün yaşlı puştu ve bırakın öteki tarafta muhatabı kimse, o alsın cehennemine koysun. Ben bu zamanlarda artık bildiğim duaları da hatırlayamıyorum. Kürküme tutunmuş pireler bile dondu. Burası esiyor.”
Vlad Tepeş, gözleri uçları kanlı ve kıvrık yaralı parmaklarındayken: “Bu ne kötü bir uğurlama! Sakın ben öldükten sonra bir Hıristiyan olduğumu unutmayın beni inançlı bir adam gibi gömün. Kalbimde bir kazık, dudaklarımda ölümün mor öpücüğü olsun.”
“Aforoz edilmiş bir Hıristiyan,” diye alay etti, Tinkerbell. İnce kanatları hafifçe süzülürken görünmüyorlardı. Kırmızı başlıklı kızın omzuna kondu. Minik parmağıyla kızın ince telli saçlarından bir bukle yaptı. “Onun için iyi şeyler hissetmezsen anlarım hayatım, biri beni bütün olarak yutsaydı muhtemelen aynını hissederdim. İstersen bu konuşma işini bitirebiliriz.”
Yaşlı Tilki gülümsedi. “Seni bir hamlede yiyip kusabilirim güzel şey ve beraber uyuyacağımız şafağa dek buna devam ederim. Gecenin hepsi bizim olur, okuyacağım türkülerdeki ses ise senin.”
Tinkerbell aksi doğasının tersine mutlu göründü: “Seni yaşlı şeker kamışı, eminim kötü bir tadın yoktur. Üstüne alınma ama ben hayvanlardan nefret ederim.”
Yaşlı Tilki kuyruğunu sallamakla yetindi. Sinek kuşlarını kıskandıracak minik kanatlarıyla süzülen Tinkerbell yutkundu: “Aslında yıllardır kimseyle sevişmedim. Bunun cidden ne kadar zor olduğunu bilemezsiniz. Yani sevgiyle diyorum, bir ağaç dalına sürtünmek gibi değil, kalbini elinde tutan kişiyle. Şehvet o zaman asla yalnızca çiftleşmek olmaz. Nasıl desem? Birinin sadece ellerini düşünüp mutlu olmayı özledim. En sevdiğimiz için seçme şansımız olmaması ne kaba bir talihsizlik.”
Kırmızı başlıklı kız konuşmasına devam edemeyen periyi avucunun ayasına oturttu ve nazikçe kanatlarını okşadı. Küçük Kara Balık ufak kılıcının kabzasıyla oynarmış gibi yaparken: “Gerçekten kimsenin kalbini kırmak istemem beni bilirsiniz ancak bir cenazede olduğumuzu hatırlatmak isterim. Yani aşk ve aşk yapmak güzel konular lakin konumuz ölüm ve ölüler olmalı. Bence tabii, kimse gücenmesin yine de şu an hepimiz azgın bir perinin gece güncesini dinliyoruz.”
Vlad derinden bir iç çekti.
“Ölüm’ün konuşulmaya ihtiyacı olmaz küçük kara kardeşim. O her yerde. O şu an Rize’de bebeklere Dada* denilen köyün sağlık ocağında kıyımda. O Paris’te üretilecek parfümler için insan yağı toplayan bir çetenin kabile katliamında, Kırım sahilinde anevrizma geçiren milyarderin yatında, milyonlarca ışık yılı uzakta zamanın bizim için akmadığı bir galakside biricik güneşleri sönen gezegenin ağıtlarını dinliyor. Anca şu tabutun içindeki mahlukata ölüm yok artık.”
Tilki bilmişçe sırıttı: “Bunu bir yerden mi arakladın? Aklıma bir öykü getirdi. Dinle şimdi Evliya Çelebi ile Kalmukistan civarlarında bir Çerkez Ejder’i avlıyoruz.” Küçük Kara Balık gürültüyle öksürdü. Tilki dudaklarını yalayarak sustu. Bütün ahali bakışlarını sonunda Kırmızı Başlıklı Kıza çevirdi. Kız küreğe uzanıp biraz toprak aldı.
“Sen büyük annemi yedin yaşlı kurt. Sonra onun giysilerine bürünüp beni yemek için bekledin ve ben soyunup senin yanına girdim. Sıcaklığın hoştu, nefesin ıtır ve yaşlı kadın koksa da nazik bir aşıktın…”
Tilki sessizce hırladı: “Aha da kusacağım.”
“…Yok, yani öyle değil. Onun büyükannemi yediğini bilmiyordum yalnızca büyükannem olmadığını anlamıştım ve ona dokunmak hoştu… Bazen ne düşündüğümü bilmiyorum. Bulimik olmamdan ya da düşünmek istemememden kaynaklanabilir. Sonra olanları biliyorsunuz beni yuttu, ormancının gelişi, tüm o liposuction işleri falan filan. Sevdiğimiz insanların hayatından o kadar çabuk geçip gidiyoruz ki, her zaman yalnızca acı ve katı, elemli deriler bırakmanın âlemi yok. Bazen kötü bir olayda bile ufak, iyi bir yan görmek istiyorum. En nihayetinde küçük kızları kandıran aptal yaşlı bir kurttun ama seni affediyorum. Seni affetme hakkına sahibim sanırım evet, seni affediyorum.”
Toprağı çukura boca etti.
Tinkerbell, Vlad ve Kurnaz Tilki’de ona yardım ettiler. Küçük Kara Balık, Yasin okudu.
Tepecik kısa sürede oluştu.
“Bu yeterli sanırım, güzel konuşmaydı hanımefendi. Affetmek benim kültürümde önemlidir; iyi bir şeyi kabul etmek daha da önemli tabii,” dedi Küçük Kara Balık.
Kurnaz tilki heyecanla lafa atladı.
“Evet önemlidir. Benim bir öyküm var mesela: Bir gün o kadar çok çam balı yemiştim ki kalın bağırsağım içeride midemin sonuna yapışmıştı her osurduğumda herkes bana ‘afiyet olsun’ diyor ve yemeği beğendiğimi göstermek için geğirdiğimde de kokudan bayılıyorlardı…”
“Bu bir öykü değil, yaşlı sefil seni.” Tinkerbell şimdi süzülmek yerine yürüyordu.
“Yalnızca cenazelerde bir araya gelmemiz ne kötü,” dedi Vlad. “Bence bir piknik tertipleyebiliriz ya da yazın toplanıp Saroz’a denize gidelim, orada bir arkadaşım var. Bir evi var konaklamadan parasından yırtabiliriz adı Tukan mıydı? Tolsun? Ah yok, Tolga…”
Kırmızı Başlıklı Kız hepsine gülümsedi.
*Böyle bir köy, yörede hakikaten mevcuttur. Eğer Tilki’ye sorarsanız, kendisi yarı Karadenizli yarı Boşnak Ergene buğdayı renginde saçları olan tıfıl bir kızdan üç bilmece, efsunlu fasulyeler ya da öyle bir bok püsür karşılığında bu bilgiyi aldığını iddia edecektir.
“Cidden bir araya gelmeliyiz ama önce uyumak istiyorum. Dört gecedir kahveme sıvı amfetamin damlatıyorum ve her uyumak istediğimde çıplak bir Hindu prensesini tulum çalarken görüyorum.”
Tinkerbell’in başı hüzünle salınırken, “Biz nasıl bu hale geldik?” dedi.
Yürüyerek hep beraber gölbaşına gidip çekirdekli simit ve çayla kahvaltı ettiler. Hava ne hissedeceğini bilmeyen yedi yaşında bir kız misali sabah pusluyken öğlen çayında güneş açtı. Sonra ahali için yağmurlu bir perşembe olarak son buldu. Onlar tepeyi terk ettikten sonra ağaç rengi ormancı gömleği giymiş iri bir siluet taze mezarın başında durdu. Uzun baltasıyla yerden destek alıyordu. Puslu havada hala temiz bir esinti vardı. Adam nasırlı elini tepeciğe gömdü. Toprak avucunda bulgur kıvamına gelene dek ufaladı. Rüzgar sesinin tamamını ötelere götürmeden önce, “Yağmur geliyor,” diye mırıldandığını duyabilirdiniz.
Tolga Aydın
Fotoğraf Vlad Lukyanenko – Unsplash