Naber?
Aşağıda dürüst olmaya çalıştım.
Örümcekler sığacı seviyorlar. Geceleri insanların gölgeleri boylarından daha uzun oluyor. Yeterince sessiz bir odadaysan dışarıda rüzgarın yaprakları süpürdüğünü duyabiliyorsun. Gözlerini sımsıkı kaparsan bir süre sonra hatıralar zihninde nar lekeleri gibi beliriyorlar. Çok fazla koşarsan kaygıları geride bırakabiliyorsun. Mavi renk gerçekten sakinleştiriyor. Canın yandığında kulaklarını kapayıp dudakların uyuşana dek mırıldanırsan acın hafifliyor. Kalbini kolayca açabilmen için çokça ağlamış olman gerekiyor.
Sen çok güzel ağlıyorsun.
İsmin hep göğsümde sıkışıyor. Buradaki cümlelerin içine gizledim onu.
Mmmmmmmmmmmmm…
Yapraklar da tıpkı cam gibi kırılabiliyorlar. Bunu anlatmam lazım. O pazar sabahı her şey yolunda gidiyordu. Gökyüzü masmaviydi ve havada tek bulut yoktu. Gece boyunca iki tepe arasındaki bir vadide arkadaşlarla kamp kurmuştuk. Sabaha kadar ateş başında birbirimize eski masallar anlatıp durduk. Herkes endişelerini ve dertlerini döküldü. Ben seni anlattım, adını yine kendime saklamıştım. Sonra yalnız bir ayçiçeği tarlasında dans ettim. Ayın altında insan kendini özgür hissediyor.
İşte o sabah ıslık çalarak eve dönüyordum. İnce patika boyunca boyumu aşan otların arasından yürüyordum. İlerdeki uzun kavağın arkasından ihtiyar bir adam çıktı; elinde hasır bir çuval vardı. Yerdeki kuru yaprakları topluyordu. Yanından geçerken yüzünde alık bir gülüşle bana elindeki yaprağı gösterdi. “Şuna baksana.” Orta yerinden çat diye kırdı. “Gördün mü? Kırılabiliyorlar.” Sonra elindeki parçalara hayretle baktı. “Ne diyorsun buna?” Diyecek bir şeyim yoktu ama eve dönerken yerdeki yaprakları ezmemeye çalıştım. O ihtiyar bütün günümü melankoliye boğmuştu, dokunsalar ağlayacak gibiydim.
Senin gözyaşların bana yaprakların kırılmasını hatırlatıyor.
Mmmmmmmmmmmmm…
Aynada kendine uzun süre bakarsan karşıdakinin farklı biri olduğunu sanıyorsun. Senin gözünden kendime bakmak isterdim. İnsan olmak ne kadar karışık, kedilerin böyle şeylere ihtiyacı olmuyor.
Soğuk kemiklerine işlediyse bir bebeğin uykusundaki gibi derin nefesler almalısın.
Çocukken yirmi katlı bir apartmanın on beşinci katında oturuyorduk. Hiç düşünmeden kendimi odamın camından atardım. Düştüğüm olmadı. Buna kimse inanmıyor ama o zamanlar uçabiliyordum. Sadece kollarımı açar ve kendimi bırakırdım. Büyüdükçe tedirgin olmaya başladım ve ne zaman niyetlenip pervaza çıksam hep vazgeçtim. Artık denemeye cesaret edemiyorum. Sanırım düşünmek insanı zehirliyor.
Seni düşünme seni düşünme seni düşünme…
Saçların altın bir nehir gibi yanaklarından dökülüyor.
Yatağımın altında geçmişe uzanan bir geçit var. Küçük bir oyuk, kendimi küçültüp içine giriyorum. Tünelin ucu yetmişlere çıkıyor. Bir şeylerden kaçmak istediğimde oraya gidiyorum. Orda sen yoksun, olsaydın seni uzaktan izlerdim. Sen yetmişlerde daha mutlu olurdun.
Çocukken büyüklerin gürültüsünden kaçmak için yatağın altına saklanırdım. Annem bana gözyaşlarını izletmeyi severdi. Babamla kavga ettiğinde elimden tutup beni parka çıkarırdı. Onunla banklardan birine otururduk. Annem güneş gözlüğünün altından ağlardı. Onu izlerdim.
Yatağın altı artık ufak geliyor.
Ha ha ha ha ha ha…
Yukarıda dürüst olmaya çalıştım. Gülmekle ağlamak aslında aynı şeydir.
Kavuşamayan iki insan sarılarak ayrılırmış. Bu bir Zen bilmecesi. Kavuşmakla sarılmak aynı şey değildir.
Şimdi sarıldığımızı hayal et. Sana anlatacağım.
Peki, tamam. Bardaki o mavi saçlı kızla evime gittik. Üstüme çıktı ve biraz öpüştük. Sonra bir şey oldu. Devam etmek istemedim. Eli donumun içindeydi. Kaşlarını çatıp bana boş bir duvara bakar gibi baktı. Boynundaki silik dövmeyi hatırlıyorum. Tam oradan öpmemi isteyip duruyordu. Yine istedi. Öptüm. Sonra ayağa kalkıp kendi göğüslerini avuçladı. Göğüslerinin küçük olduğunu ama onlarla sorunu olmadığını söyledi. Ona sorunun göğüsleri olmadığını söyledim. Çok içmiştim, karşımda aynı kadından iki tane vardı. Yaklaşıp dudağımı ısırdılar, sonra ikisi de aynı anda boğazıma sarılıp tekrar üstüme çıktılar. Uyumuşum.
Düşümde gözlerini gördüm. Bu senin gözlerin olsun.
/ \
Sana benzeyen her şeyden nefret ediyorum. Onlar seni çalıyorlar.
Senin kalp şeklinde bir yüzün var. Nilüfer yaprağı gibi gözlerin var. Ağır bir roman gibi gülüşün var senin.
İsminin ardına bir şey eklemek anlamsız geliyor.
Acıyla yazıyorum.
Sarıl bana.
Görüşürüz.
Ekin Gökgöz