(Şehirlerarası bir otobüsün yirmi iki numaralı koltuğunda başarısız bir muhabir var. Annesinin yaşadığı şehre üç ayda bir gidiyor. Her gittiğinde annesinin biraz daha ölü buluyor. Bu yüzden annesinin yaşadığı şehre gitmekten nefret ediyor. Geri dönüş yollarındayken sürekli annesini düşünüyor ve gözleri doluyor. Hep cam kenarında yolculuk yapıyor. Yanına kim oturursa otursun hiç konuşmuyor. Gece yolculuklarında hiç uyumuyor ve dolan gözlerini silmekle uğraşıyor.)
“Hiç köpek düzdün mü?” Bu soruyu sarışın delikanlı sordu. Hem de neredeyse bağırarak. Bütün otobüs bu soruyu duydu. Muhabirin yüzü kızgınlıkla utanç arasında kalan bir kırmızıya büründü ve “Hayır.” dedi. Sarışın, “Ben de.” dedi karşıya bakarak. Sanki saati sormuşçasına rahat davranıyordu. “Neden sordun bu soruyu.” diye sorudu muhabir öfkeyle. Sarışın, neden böyle bir soru sorduğunu bilmiyordu. Aklına ilk gelen şeyin ağzından çıktığını söylemedi, “Sadece aramızda sohbet başlasın istedim.” diye yanıtladı.
(Otobüse bindiğinde gazetenin haber müdürü, muhabiri arayıp azarlıyor. Cevap veremiyor muhabir. “Peki efendim.” Sadece bu çıkıyor ağzından. Müdür telefonu yüzüne kapatıyor. Hat boşa düşüyor. Müdür telefonu sürekli muhabirin yüzüne kapatıyor ve yazdığı haberleri beğenmiyor. Kanlı, çarpıcı ve dramatik haberler istediğini söylüyor. Muhabir böyle haberler bulamıyor ve sürekli başarısız olduğunu hissediyor. Annesinin yanına gittiğinde utanarak bakıyor onun yüzüne. Başarısız olduğunu annesi bilmiyor.)
“Arkadaş, patronlar hep orospu çocuğudur. Dert etme çok.” Dediğinde omuz silkerek geçiştirmeye çalıştı muhabir. Konuşmak istemiyordu ama delikanlı bunu umursamadan devam etti. “Ne iş yaparsın sen? Ne satıyorsun?” Biraz çekinerek muhabir olduğunu söyledi. Sarışın, “Ooo, çok havalıymış senin işin. Keşke ben de muhabir olsam.” dediğinde gülümsedi muhabir, gururunun okşandığını hissetti. “Sandığın kadar havalı değil. Aradığını bulamayabilirsin.” Sarışının yüzü asıldı, “Sen, benim ne aradığımı nerden biliyorsun ki?” dedi. Kekeleyerek cevap verdi muhabir. Kabalık yaptığını düşündü. “Zaten macera ayağına gelmez ki, onu sen yaratırsın arkadaş.” diye devam etti sarışın. Muhabir bir nebze olsun cesaretlendi.
(Sarışın genç, geceleri bir benzin istasyonunda çalışıyor. Benzinlik şehirlerarası ıssız bir yolda yer alıyor. Geceleri fazla müşteri gelmiyor. Geceleri, sabaha kadar televizyon izleyip sigara içiyor. Çakal ulumaları duyuyor. Bazen, çok yalnız hissediyor kendini. En yakın evin otuz kilometre uzakta olduğunu biliyor. Bu onu ürkütüyor. Çekmecede tabanca bulunduruyor. Ara sıra çekmeceyi açıp tabancaya bakıyor. Eline alıp kafasına dayıyor bazen de. Ama tetiği çekemiyor. Bir gün o tetiği çekeceğini düşlüyor. )
Muhabir yol arkadaşına haber bulamadığını anlattı. “Zaten anlamıştım telefon konuşmandan. Her şeyin çaresi vardır arkadaş merak etme. Şu orospu çocuğu müdür senden nasıl bir haber istedi?” Sarışının müdüre küfretmesi muhabirin hoşuna gitti. Müdürün isteklerini bir bir söyledi. Bunları duyunca yüzünde bir gülümseme oluştu sarışının. Özellikle üç kelimeyi üzerine basa basa tekrar etti: “Kanlı, çarpıcı ve dramatik.”
(Muhabir üç kişiyle bir evi paylaşıyor. Eski ve rutubetli eve çuvalla kira ödüyor ve ev arkadaşlarını neredeyse hiç görmüyor. Evdeki tüm vaktini odasında film izleyerek geçiriyor. Evine hiç misafir gelmiyor. Geceleri pencereyi açıp karşıdaki duvarı seyrediyor. O anlamsız, yamalı, çatlak ve gri duvarı gecelerce seyrediyor. Onun yıkılmasını diliyor ara sıra. Fakat yıkılırsa nereyi seyredeceğini bilmiyor. Çoğu zaman korkuyla dışarıyı izliyor. Ardından gecelik hapını atıp yatağında uzanıyor. )
“Arkadaş,” dedi sarışın delikanlı “benim bu hayatta yapabildiğim en kolay şey olay çıkartmak. On dokuz yaşındayım ve yaklaşık bin kere olay çıkarttım. Doğduğumda kordon boynuma dolanmış ve bütün sülale ameliyathanenin kapısında ben öleceğim diye ağlamış. İlk çıkarttığım olay budur yani. Gerçi şimdi de ölmediğim için ağlıyorlar ama olsun.” Muhabir irkildi, ne idüğü belirsiz bu gençten bir nebze çekindi. Delikanlı bunları çok akıcı ve rahat söyledi. Bunları garipsemiyor ya da çekinmiyordu. Cebinden bir fotoğraf çıkartıp konuşmaya devam etti.
(Yaşadığı şehri terk etmek için bindiği otobüste yanında oturan adamla konuşmak istiyor. Aklına gelen ilk şeyi anlatmak istiyor. Benzinliğin arka tarafındaki küçük odada kalıyor. Geceleri pompacılık yaptığı benzinlikte gündüzleri hayalet olarak görev yapıyor. Odasında sadece radyosu var ve güneş hiç girmiyor. Gündüzleri uyuduğu benzinlikte geceleri ağlıyor. Bazen ağlıyor, bazen sadece televizyon izliyor.)
“Bak, bu benim babam. Bu kolumdaki de babamın saati. Çok sevmeyiz birbirimizi ama saati güzel. Hatta biz hiç sevmeyiz birbirimizi. Nasıl söylesem, biraz puşttur benim babam arkadaş. Yılda iki kez falan görüşürüz. Adam alkolik zaten. Yılda iki kez evine gidiyorum içki getirdin mi diye soruyor. Sana zararı var mı diye sorarsan çocukken döverdi o kadar. Zaten dokuz yaşında ayrı yaşamaya başladık. Beni değil de annemi çok döverdi be arkadaş. Bazen de ayarını kaçırırdı işin. Baya döverdi. Şerefsizin tekidir zaten. İnsan gibi vurmazdı.” Sinirden elleri titremeye başlayınca elindeki fotoğrafı avcunun içinde sıkıp buruş buruş etti. Gözlerinden öfke akıyordu. Muhabir onu yatıştırmaya çalıştı, bir iki manasız kelime söyleyebildi.
( Sarışın gece televizyon seyrederken bir arabanın istasyona geldiğini duyuyor. Dışarı çıktığında babasının arabasını tanıyıp geri giriyor. Babası ardından bağıra çağıra geliyor. Sarışın koltuğuna oturuyor. Babası öfkeyle ona bağırıyor. Babasının sarhoş olduğunu biliyor. Babası biraz borç istiyor oğlundan. Sarışın babasını reddediyor. Sonra, o kırmızı suratlı adam, yere diz çöküp oğlunun ayaklarına kapanıyor. Sarışının gözleri doluyor. Babası ayaklarının dibinde hüngür hüngür ağlıyor. Çekmeceyi açıp silahı çıkartıyor. Tetiği çekip çekemeyeceğini bilmiyor. Babasının kafasına silahı dayıyor. Bu sefer tetiği çekmeyi başarıyor. )
“Sen iyi bir adama benziyorsun ama. Babam gibi değilsin, insanı dinliyorsun yani. Senin gibi adamları severim arkadaş. Deminki muhabbet içinde kusura bakma. Gerildim biraz.” Muhabir, delikanlının sakinleşmesine sevindi. “Ben sinirlenince ne yaparım biliyor musun arkadaş? Bir sigara yakar rahatlarım.” Cebinden paketini çıkartıp bir sigara ateşledi. Elinde atıl kalan kibriti de yere atıverdi. Kuvvetli bir nefes çekince yüzü gülmeye başladı. Az önceki öfkeli gözlerde eser kalmamıştı artık.
Otobüsün içi burcu burcu sigara dumanıyla dolunca yolcular arasında bir homurdanma ve dalgalanma başladı. Arka taraflardan biri, sigarayı söndürmesini söyleyince sarışın bağırdı: “Sadece bir sigara içeceğim be, bağırmasan olmaz mı sikik!” Bunu söyledikten sonra hayretle kendini izleyen muhabire dönüp göz kırptı. Ardından da sol elini cebine sokup oturdu. Muavin ön taraftan koşarak sarışının yanına geldi. Gülümseyerek ayağa kalktı sarışın, sürekli gülümsüyordu. “Görüyor musunuz? Bu adam bana sigara içirtmek istemiyor.” dedi yine gülerek. Ardından da sol eliyle muavine sağlam bir kroşe vurdu. Muavin diğer yolcuların üzerine düştü, düşer düşmez suratı kanlar içinde kaldı. Delikanlının sol elinde, gümüşi bir muşta parıldıyordu. Muhabir, bir an için sarışına hayranlık duydu.
( Muhabir istediği yerde sigara içemiyor. Ya da herhangi bir konuda hakkını savunamıyor. Genellikle müdüründen azar yiyor. Akşamları eve gelince kimseyle konuşmadan odasına gidiyor. Kapıyı kilitleyip ses çıkarmadan ağlamaya çalışıyor. Ev arkadaşları onun ağladığını biliyor. Ağladığı gecelerin sabahında kahvaltıyı hazırlanmış buluyor. Hep tek başına kahvaltı ediyor. Arkadaşlarının onu teselli etmek için kahvaltı hazırladıklarını biliyor.)
Ağzına sigarasını kıstırıp hışımla şoförün yanına gitti sarışın genç. Muhabir ve diğer yolcular dehşetle onu seyrediyordu. “Arkadaş,” dedi muhabire bakarak “bir saatini, bir de silahını verdi bana o puşt.” Güldü ve botunun içinden eski bir tabanca çıkarttı. Silahı şoföre doğrultup durmasını söyledi. Otobüsten bütün yolcuları tek tek indirip otoyolun yanındaki tarlaya dizdi. Karanlık otoyolun kenarında dizilmiş yolcular, elinde silahla sigara tüttüren sarışından korkuyordu.
Yeni bir sigara daha çıkartıp eskisinin ucuyla yaktı. “Korkmayın,” dedi “malınızda da gözüm yok, canınızda da. Tiryakiler birer sigara içsin yolumuza devam edeceğiz.” Kimse kılını kıpırdatmadı. Kalabalık korkulu gözlerle sarışın delikanlıyı seyrederken polis sirenleri duyulmaya başladı. Muhabir, uzaklardan yana döne gelen polis arabalarını görünce panikle öne doğru atılıp delikanlının yanına gitti. Delikanlı, “Gelsinler, şenlikli gece olur arkadaş.” dedi korkusuzca. Gülümsüyordu sigarasını içerken. Kendine güveniyordu. Nitekim polisler otobüsün yanına geldiğinde; sarışın, sigarasını otlara fırlatıp muhabirin boynunu sol koluyla kavradı ve silahını muhabirin başına dayadı. “Eğer, bir adım daha atarsanız adam ölür!” diye bağırdı polislere.
Muhabir korkudan ne yapacağını bilemezken delikanlı onu rehin alarak otobüse doğru ufak adımlarla götürmeye başladı. Polisler etraflarında çember oluşturmaya başlayınca delikanlı daha da keyiflendi. İlk defa kendini önemi biriymiş gibi hissetti. Muhabir usulca fısıldadı, “Ne yapıyorsun sen! Öldürteceksin ikimizi de!” Delikanlı susmasını işaret etti ona. İkisi beraber yavaşça otobüse binerken polisler ve yolcular onları izliyordu. Delikanlı bu zevki bir daha asla hissedemeyeceğini biliyordu.
(Sarışın, babasını sürükleyerek arabaya taşıyor. Kolundan saati almayı ihmal etmiyor. Arabayı ormanın içine doğru sürüyor. Bir boşluk bulduğunda duruyor. Arabaya benzin döküp ateşe veriyor. Her gece öldürdüğü babasını, o gece gerçekten öldürüyor. Arabanın yanışını izlerken bir sigara yakıyor. Hiçbir insani duygu uyanmıyor içinde. Kızgın ya da üzgün, mutlu ya da huzurlu değil. Duvar gibi hissediyor kendini. Gri, yamalı ve çatlak bir duvar gibi. )
Otobüse bindiklerinde delikanlı silahını indirip muhabirin boynunu bıraktı. Derin bir nefes aldı muhabir. Delikanlı eliyle saçlarını düzeltti. “Şimdi,” dedi “ikimizin bir fotoğrafını çekeceksin. Ben silahı kafana dayamışken bir fotoğrafımız olacak. Ben sert bakacağım, sen çaresiz. Anladın mı arkadaş?” Muhabir başıyla onu onaylayıp hemen çantasına doğru koştu. Çantasında fotoğraf makinesini ararken gözlerinin kamaştığını fark etti ve ardından üzerine gelen beyaz ışıkları gördü. Delikanlı ise ne olduğunu bile anlayamadı.
( Karşı şeritte seyir eden tırın şoförü direksiyona uykusuz biniyor. Sabaha menzile ulaşamazsa maaşından gecikme payı kesileceğini biliyor. Bu yüzden direksiyona oturduktan sonra, tam da otobüsün karşısındayken hem de, başı direksiyona düşüyor ve ardaki bariyerleri parçalayarak otobüse yetmiş derecelik açıyla çarpıyor, saatte yüz iki kilometre hızla. Otobüs, korkulu yolcuların olduğu yana doğru fırlayıp taklalar atmaya başlıyor.)
Muhabir taklalar atmakta olan otobüsün içinde müdürü ya da haberi düşünmeden duvarlara çarpmaya başladı. Altında onlarca insanın ezildiğini bilerek hem de. Annesini düşündü o an. Gülümsedi. Tombala rakamları ya da loto topları gibi sağa sola çarparak otobüsün boşluğunda oradan oraya savrulurken annesinden önce öleceğini düşündü. Gülümsemesi yüzünden silindi. İçinde bir burukluk oluştu.
Ayağının altındaki zemin kaybolunca Delikanlı “Ah!” diye bir ses çıkarttı dişlerinin arasından. Çarpmanın ani sarsıntısıyla elinden silahını düşürdüğü için üzüldü önce. Savrulurken acı hissetmiyordu. Hissizleşti. Herhangi bir hissin bedeninde oluşmadığına ikna oldu. Kalabalığın, otobüsün altında çıtır çıtır ezildiğini düşündü. Üzüldü. Tavana sırtı çarptığındaysa öleceği için sevindi.
(Muhabir, beyaz bir hastane odasında annesinin ellerini saçlarında gezinirlerken buluyor. Sol gözü açılmıyor. Annesi vücudunda yirmi dört kırık olduğunu ama ölmediğini müjdeliyor oğluna. On dört saat önce bir tır, bir otobüse çarpıyor ve sadece iki kişi kazadan sağ kurtuluyor. On dört saat önce, yaklaşık yirmi saniyede olup bitiyor her şey. Muhabir bir kemik torbasına dönüşüyor.)
Bir müddet uzanıp kendine gelince telefonunu istedi. Müdürün defalarca çağrı bıraktığını görüp hemen onu aradı. Metalik bir ses açtı telefonu. Nerede kaldığını sordu. Kazayı anlattı ona. Kazanın hikayesini saniye saniye anlatabileceğini söyledi. Müdür gülmeye başladı. Onun güldüğünü ilk kez duyuyordu. Müdürü gülerken kafasında canlandırmaya çalıştı ama başaramadı. “Ama” dedi umutla, “kazanın hikayesini kimse bilmiyor. Bu haberi benden başka kimse yazamaz. Siz nasıl yazdınız!” Müdür hattın diğer ucundan kuvvetli bir kahkaha patlattı. Sabırla sakinleşmesini bekledi muhabir.
Müdür sakinleşip nefesini düzenledi. Yutkunup kendi hazırladı ve “Yalan söyledik.” dedi “Kıçımızdan uydurduk haberi! Anladın mı nasıl yazdığımızı!” diye bağırdı ve yine kahkahaya boğuldu. Gözleri doldu muhabirin. Ne diyeceğine bir an karar veremedi. Sonrasında ise cesaretini topladı. “Orospu çocuğu!” dedikten sonra telefonu müdürün yüzüne kapattı. Hat boşa düştü. Müdür, telefonun başında duvar gibi bir suratla kalakaldı.
(Muhabir ve sarışın yan yana iki yatakta mecburi istirahatteler. İkisinin de bedenleri kırık, çatlak, çürük ve eziklerle kaplı. Bembeyaz sargıların içinde hareketsiz yatıyor ikisi de. Sarışının bakacak kimsesi yok ve bunu, henüz kimse bilmiyor. On dokuz saat sonra uyanıyor ve ölmediğini anlayınca içinde bir ezginlik oluşuyor. Dut ağacından düşen çocukların taşıdığı ezginliği hissediyor.)
Dakikalarca dilini ve dudaklarını bir senkrona sokmaya çalıştı. Konuşmaya çalıştığında tıslamaya yakın bir ses süzüldü dudaklarından. “Ah be arkadaş,” dedi içinden “bir de fotoğraf çekinebilseydik.” Bunları söyleyemeyeceğini biliyordu. Kısa bir cümle kurmayı denedi, gayret etti, kendini toparlayıp hazırlandı. Muhabire dönüp konuşmaya çalıştı. O anda, konuşabilmenin ne büyük bir lütuf olduğunu öğrendi.
“Haberi yazabildin mi?” dedi sarışın fısıltıyla. Gözleri doldu muhabirin. Mutlu oldu. İşini kaybettiğini ama iyi bir arkadaş kazandığını biliyordu.
Muhabir, yalanların asla gerçeğe dönüşmeyeceğinin farkındaydı. Fakat o an, hiçbir gerçeği umursamadan, sadece arkadaşının mutlu olması için, çatallı bir sesle cevap verdi:
“Yazdım arkadaş.”
Onur Tuncay
Tablo: Edward Hooper – Gas Station