Bir Gemim, Tayfam ve Denizlerim Vardı – Ege Ündağ


Bir gün, henüz sekizinden gün alan küçük bir çocukken, taze bir bahar sabahı burnumda tuz ve yosun kokusuyla yatağımda doğrulduğumda, deniz beni çağırıyordu…

Güneş, koyu çevreleyen dağı ancak aşmış ve ilk ışıkları iskeleden denize atlamaya hazırlanıyordu ki dar bahçe kapısından hızla sıyrılmış, sahile inen yokuşu uçar adımlarla geçiyordum. Gözüm ufukta, henüz ne yöne gittiği belli olamayacak kadar uzakta fakat bana doğru geldiğinden emin olduğum balıkçı teknesinde, başım ise adımlarımdan bir karış önde koşarken, aklım Gündüz Kaptan ve tayfasının ağlarına takılması muhtemel balıklar arasında hummalı bir tartışma içerisindeydi. Barbun, çipura, mercan, levrek, lüfer, tekir hatta bazen orkinos bunların başını çekiyordu. Kumsala ayrılan patikaya girdiğimde iri dostum Aslan, köşedeki begonvilin altına bulunan kulübesinin önünde bir yandan kuyruğunu sallarken diğer yandan çok önemli bir işimiz varmış gibi vakur bir edayla beni bekliyordu.

İskelenin ucundaki yerimizi aldığımızda balıkçı teknesi ve üzerinde koşuşturup duran tayfa artık çok net seçilebiliyordu. Motorun ve denizi tarayan demirin çıkardığı ses sabahın tazeliğinde bütün koyu doldurmuştu. Harika bir nisan sabahı, annemin doğum günlerini andıranlardan, sıcak ve kucaklayıcı… Küçük balıklar sürüler halinde yüzeye paralel yüzüyorlar, geride bıraktıkları dalgacıklar denizi okşuyordu. Tekne yaklaştı ve ritüelini yaparak baştankara yanaştı iskeleye. Bu sırada bana atılan halatı iskeledeki babalardan birine bağlamam gerekiyordu. Ki bu işte gayet başarılıydım. Gündüz Kaptan dik ve sağlam bir sıçrayışla yanıma atladı ve beni kaptığı gibi geniş göğsüne bastırdı.

‘’Korsan Kaptanımız bugün nasıllar bakalım?’’

‘’Ben Jack Sparrow’um ve gemine el koyuyorum’’

‘’Aman yapmayın Kaptan’ım sonra biz ne iş yaparız? İzin ver senin tayfan olalım.’’

‘’Olur, fakat ben Karayiplere açılıcam ve Aslan’da benimle gelmeli.’’

Gündüz Kaptan, ganimeti iskeleye taşıyan tayfasına beni işaret ederken her zamanki gürültülü ve şen kahkahasını atıyordu. Bense onun hasır şapkası başımda çıkan balıkları kontrol ediyordum. Yaz sonu annemin aldığı ‘’Karayip Korsanları’’ filmini bütün kış boyunca onlarca defa izlemiştim ve artık tek isteğim büyüyünce korsan olmak, denizlere korku salmaktı. Gündüz Kaptan, bunu bilen ve aramızdaki anlaşmaya saygı duyan yegane büyüktü.

Bulunduğumuz koyun merkezle, yani limanla, arasında dört koy vardı. Bu da yaklaşık bir saatlik bir yolculuk demekti. Liman içerde kalıyordu biz ise açık denize yakındık. Sabah balıktan dönen tekne ve tayfası yükünü boşalttıktan sonra dinlenmeye çekilir, ben de eve gidip kırmızı bandanamı, siyah kumaştan korsan bayrağını ve keçeden yapılma göz bağımı alıp hazır vaziyette beklerdim…

Günbatımıyla beraber limana yolculuk başlardı. Limanda yakıt ve erzak takviyesi yapan tekne ardından aynı yolu dönerek geceyle bir tekrar balığa açılırdı, tabii beni iskeleye bıraktıktan sonra. Hava şartlarına bağlı olarak bazen iki, üç gece denizde kalır ya da sabahına dönerdi. İşte bu limana gidiş gelişlerde geminin hakimiyeti benim olur, sadece yanaşırken dümeni bırakmam istenirdi. Bu akşamüstü seyir anlarında hepimiz büyülenir, Dünya üzerinde sadece bizim bildiğimiz bir sırrı sıkı sıkıya saklıyormuşçasına konuşmaktan çekinerek çeşitli hayallere dalardık…

Gündüz Kaptan katlanır sandalyesini pupaya koymuş, başında hasır şapkası ağzında tütünü sırtı çekerken, güneş denize dik kayaların üzerine vurur ve havayı koyu kızıl bir renge boyardı. Dağ meltemi ağaçların arasından inerken getirdiği bütün toz ve polen zerreciklerini denizin üzerine serpiştirir, suya düşen arılar ise kendi etraflarında dönüp dururlardı…

Geçtiğimiz dört koy benim denizlerimdi ve her bir uzantıyı, girintiyi, denize eğilmiş her bir ağaç gövdesini ezbere bilirdim. Adetim olduğu üzere koyların girişinde teknenin paslı kornasını öttürür geldiğimi haber verirdim. Seyir esnasında durmadan çevremizde pike çizen kırlangıçlar, sanki sonsuza kadar orada ve o anda kalacağımız lanetli ve hayali bir Dünya’yı üzerimize örer, bizi hapsederlerdi. Fakat bundan duyduğumuz haz limanda bıraktığımız ve ‘benim’ diyebileceğimiz o gerçek Dünya’ya ait birçok şeye duyulanla boy ölçüşebilir ve hatta geride bırakabilirdi…

Şimdi, yirmi yıl sonra Beşiktaş sahilinde ayaklarımı kayalıklarla paralel denize uzatırken, benim olmayan denizlerde benim olmayan tayfayla seyir eden benim olmayan gemileri izliyorum. Ve gözüm hala ufukta, bana geldiğinden emin olduğum bir siyah noktayı arıyor…              


Ege Ündağ

  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

“Merdiven Altı Yazar”

Yazarın Profili
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir