Kitabın Adı : Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Yazarı : Stefan Zweig
Yayın Evi : Türkiye İş Bankası Yayınları
Sayfa : 62
20. yüzyılın önde gelen edebiyatçılarından biri olan Avusturyalı yazar Stefan Zweig’ın 1920’li yıllarda kaleme aldığı “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” isimli eseri uzun bir öykü niteliğinde olup, aşkın psikolojisini gözler önüne seren ünlü bir eserdir.
Bu eserde mektubun kadın kahramanı çocukluğundan beri aşık olduğu adam için uzun bir mektup yazar ve mektubun başında şöyle der:
“Sana, beni asla tanımamış olan sana.”
Bu hitaptan da anlaşılacağı üzere bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Yani aşkın hikayesinin anlatıldığı bu mektupta bir yandan bilinmeyen bir kadının hayatındaki dönüşümlerine tanık olurken, bir yandan da adamın bu hayattaki yerini sorgulamaya başlarız.
Bir rastlantı sonucu karşılaşan bir kadınla adamın hikayesi gibi gözüken bu eser, aslında yazar Zweig’ın psikolojiye ve Freud’un öğretisine duyduğu yoğun ilgiyi kanıtlar niteliktedir. Zira yazarın derin karakter incelemesinde ifade bulan bilinmeyen kadının ruh dünyası bu eserde en ince ayrıntısına kadar işlenmiştir.
Çocukluktan kadınsallığa, çaresizlikten direnişe, acıdan tutkuya dönüşen bir aşkın kutsanmışlığını psikolijik olarak ele alan yazarın, okuyucuyu eşine az rastlanır bir biçimde buradaki yolculuğa davet etmesi aslında bir tesadüf değildir. Burada yazar böylesine “mutlak” bir aşkın gerçek anlamda “aşk” olup olamayacağını okuyucuya sorgulatırken, aslında o dönemin Avrupa’sında doruk noktasına ulaşan kozmopolit yani çok kaynaklı kültürün tedirginliği ve çöküşü içindedir.
Nitekim Zweig bu eserinde kendi kadın kahramanın ağzından şu ifadelere yer verir ve şöyle der: “Ancak ölünecek bir yerdi orası, yabancı, yabancı, yabancıydı her şey, bizler, yani orada yatanlar da birbirimize yabancıydık, yapayalnızdık ve her birimiz ötekilere karşı nefret doluyduk, o karanlık ve kanla, çığlıklarla ve inlemelerle tıka basa dolu olan salona bizi aynı yoksulluk ve aynı acılar fırlatıp atmıştı. Yoksulluğun aşağılanmadan, ruhsal ve bedensel utançtan yana maruz kalabileceği ne varsa hepsinin acısını orada… çektim – EVET, ORADA İNSANIN UTANMASI BAKIŞLARLA ÇARMIHA GERİLİR ve SÖZCÜKLERLE KIRBAÇLANIR.”
Dolayısıyla psikoloji alanında çok geniş bir birikime sahip olan Zweig’ın yaşadığı yıllar (1881-1942) ele alındığında Orta Avrupa’nın kozmopolit yapısı ile yazarın en ünlü biyografisi olan “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” isimli eseri arasında ilginç bir parelellik olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle uzun öykünün adsız kahramanını inanılmaz bir aşkın örgüsüne yerleştiren yazarın gerçek hayatta kendi kaderini aynı taşlarla, psikolojik özelliklerle ve aşamalarla örülmüş olduğunu görürürüz.
Zweig’ın dünya edebiyat tarihinde biyografi türünün en büyük ustası olma özelliğini taşımasının sebebi belkide budur. Dilerim “Son Avrupalı” diye anılan Stefan Zweig’ın “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ya da Aşkın Psikolojisi” isimli bu eseri sonsuz sevgi dolu kalplere rehber olur.
Okumanız dileğiyle…
Gülden Çokkalender