İçi devrim meydanlarına dönerken soğuk havaellerini perçinlemişti. Gündüz söndürsün diye içtiği bilmem kaç bardak kahveden mi yoksa damarında gezinen yine bilmem kaç promil alkolden mi bilinmez kendini parçalamak için göğüs kafesine çarpıp duran kalbinin sakinleşeceği yoktu. Ne zaman ruhunun hastalanacağını bilse bedenine de eş zamanlı zarar verirdi. Çivi çiviyi sökerdi ya ruhunu bedeninden ayrı tutardı Edip. Ruhunun ilacını bedeninin acısı yapmıştı. Onun için ikisi birbirini terk edeli çok olmuştu. Kalan kimse varmıydı?
Amel’in sesini titreten ezginin durağında inmişti çoktan. Yüzündeki boyayı akıtan yağmur, maskesini uçuran rüzgâr ne kadar tahammülfersa… Düşünüp durduğu saatlerin suya sabuna dokunacağı yoktu. Bir türlü akıp geçip bir şeyleri iyileştiremedi.
Tozlu masada biriken bardaklara yansıyıp kırılan gün ışığına bakakaldı. Kirli bardakların ardında görmeye alışıyor muydu? Tavana diktiği gözlerini kireç beyazından kurtarabildiği tek şey bardaklardı. Sık sık bardaklara bakar olmuştu. Kireç beyazı tavan, haftalardır birikmiş su, kahve, şarap, rakı bardakların kiri yatalak vücuduna pek benzer gibiydi. Kalkmaya niyetlendiği her sabah görüp görebildiği iki şey bunlar olunca ne kadar rahatsız olursa olsun yatağa daha da çok bağlanmaya başlamıştı. Ah… Bu ikinci evresiydi galiba.
Doğruldu yavaşça.Tek oda bir salon olan evden bozma şatosu artık ona çok fazla geliyordu. Otuz beş metrekare çok genişti ne de olsa. Hareket etmekte zorlanıyordu, eklemleri çürümüştü sanki. Dizleri titreyerek yürüdü tezgâha doğru. Rafta yalnız başına duran kahve kavanozu bomboştu. İç geçirdi, aşağıyainipte alacak hali olsaydı keşke. Buzdolabını yoklamak geldi aklına. Buzdolabında ki yarım kalmış şarabı derinden çağırıyordu. Yarım olan herşeyi çok sevmişti ya şarapta yarımdı. Şişeyi eline aldı. Soğukluğunu hissetti. Şarap şişesi onu bu denli şehvetle çağırıyorsa şişeden içmeli diye düşündü ve dudaklarını şişeye götürdü. Acımsı buruk tadı vardı. Kim bilir kaç zamandır oradaydı. İkinci yudumdan sonra şarabı da tüketti. Bittiğine o kadar sinirlendi ki şişeyi kaldırıp burnuna kadar yanaştırdı uzun uzun baktı, büyüyen gözbebekleri öfkesini gizleyemiyordu. Olanca hırsıyla fırlattı şişeyi. Duvar ile zemin arasında bir yere denk gelen yeşil siyah paramparça oluverdi. Parçalanan şişede kalan birkaç damla şarap ahşap zemine süzüldü usulca. Ahşapdamarlarına sızan şarabın lekesi çok güzel yakışmıştı.
Daha ne kadar saklanacaktı böyle? Düşünmek faydasız harekete geçmek için bir neden yok. Gelmelerini bekleyecekti sadece. Acımasızlıklarını umabilir miydi? Bedeninin daha fazlasına ihtiyacı vardı.
Çatı katına çıkan merdivenler gıcırdamaya başlamıştı bile. Gelenler vardı yolunu gözlemediği… Kapı açıldı. Yanına yanaşan beyaz giyimli iki adam gözlerine daldı Edip’in. Kimse bir şey sormuyordu kimse konuşmuyordu. Adamlar Edip’ten daha fazla tedirgindi sanki. Edip sakin… Herkesten suskun.
Yatakta kendinden geçmiş gibi yatmakta olan Edip’in yanına biraz daha yaklaştılar. Biri koluna doğru eğildi. Pencereden sızan ışığın vurduğu iğnenin ince ucuna gözlerini kırpmadan bakabilmek istemişti ama kirpiklerini birbirine kavuşturduğunda onları bir daha ayıramayacağını biliyordu. Göz pınarları dolana kadar baktı. Kirpiklerinin daha fazla ayrılığa dayanamayacakları aşikârdı.
İki dakikadan kısa sürdü.
Beyaz giyimli iki adam Edip’in morarmış bileklerinden nabzını kontrol ettiler ve usulca beyaz çarşaf maskesini takıverdiler. Dışarıya çıkıp ailesine haber verdiklerinde kimse üzülmüş gibi görünmüyordu. Belki kendilerini bir nebze suçlu hissetmeleri gerekirdi ama verilen haberle birlikte bir hafiflik hissettikleri belliydi. İçine cin kaçmış oğulları artık arınmıştı değil mi?
Edip defalarca intihara yeltenmiş ve bir kere bile tedavi ettirilmemişti. En büyük tedavisi taşıdığı beş tane muska ve her akşam yatmadan içtiği okunmuş acı suydu. En son intihara yeltendiğinde ise hastaneye yetiştirilemeden vücudunun büyük bir kısmı çökmüştü. Son iki senesinde ise bu yatağa hapsolmuştu. Ara sıra bilinç haline kavuşacak olduğunda da bunlar kafasında dolanır ve her hikâyenin sonunda beyaz giyimli adamlar gelirdi. Anlamıştı ki bu sefer son gelişleriydi.
Edip’in cenazesinde yükselen sesleri duyar gibiyim.
-Mümini nasıl bilirdiniz?
– Meczup…
Kabrin bir insan boyu kadar derin ve yarım boy kadar enli olması güzeldir demiş birileri. Bir yığın insan için öyle de, bir meczup için o kadar da güzel mi?
Hatice Kayırtar