Bu zemin kata her yaklaştığımda bir şeyler kıpırdanıyor içimde. Ilık bir duygu seli akmaya başlıyor damarlarımda. Tek göz odası olan bir ev. İçinde bir soba ve eski bir radyo var, yani en son gördüğümde öyleydi. Ve kendine has bir kokusu vardı, maziyi hatırlatan. Merdivenlerden aşağı her adım attığımda hem deli gibi kaçmak istiyorum buradan hem de kalmak. Kaçmak istiyorum. Hem de ayak tabanlarımı kıçıma vura vura. Çünkü ben mutluluğu o güğümlü odaya hapsettim. Yaklaşık 17 yıl önce oraya son girişimde her ayrıntısını kafama kazıdım. Kedinin pencereden içeriye girerken yırttığı perdeden, anahtar deliğinde sıkışıp kalan oyuncağıma kadar. Sonra hepsini bir bir unutmak istedim. Acı çektiriyorlardı bana. Ve şimdi unutmak istediğim yerdeyim. Kalmak istiyorum. Çünkü bıktım artık. Anıların sürekli beni rahatsız etmesinden bıktım. Ve onlar bir daha beni rahatsız etmesin diye oraya gömmeye gidiyorum. Bir zamanlar geçmişi çiğneyip tükürmüştüm oraya. Ve tükürüğümün hala orada olduğunu görmek istiyorum. Tanıyorum bu merdivenleri, onlarda beni tanıyor. Kaç kere düşmüştüm bu merdivenlerden ? 5 mi, 10 mu? Bilmiyorum. Hüzünlü bir neşeyle karşılıyorlar beni. Büyümüş ayak numaram onlara da yaşlandıklarını hatırlatıyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyor bu ayaklar. Eskisi gibi inip çıkmayacağım üzerinizden, eskisi gibi koşarken düşmeyeceğim artık. Çünkü ben artık o eski ben değilim. Önce dedem sonra babaannem. Sonrada sırası gelen. Herkes bir bir gitti bu hayattan. Toplu bir katliam olsa eminim daha az üzülürdüm. Onlardan sonra bir daha kimse girmedi bu eve. Girmeye cesaret edemediler. Ne kiralamayı nede satmayı düşündüler. Herkeste anahtarı olan fakat kimsenin kullanmadığı bir ev. Huzur evinde unutulmuş yaşlılar gibi. Ve artık merdivenlerin sonu beni o ahşap kapıya götürüyor. Kapı her zaman zor açılırdı. Küçükken hiç açamazdım, sadece kapıyı çalardım. O kapı her çaldığımda mutlaka açılırdı. Ve şimdi tekrar çalıyorum kapıyı. Birilerinin açmasını istiyorum. O kapının ardında hala yaşayan birilerinin olduğunu görmek istiyorum. 5 dakika bekleyip vazgeçiyorum artık çalmaktan. Zor bir yenilgi.
Cebimden anahtar çıkarıyorum öyle giriyorum içeri. Duvarın köşesinde duran 4 gözlü çekmeceli dolap. Üzerinde küçükken yapıştırdığım çıkartmaların rengi hala solmamış. Tanrım diyorum. Bu kadar yaşlanmış olamam. Oysa ben çocukluğumu o çıkartmalarda görüyordum. Sobanın üzerindeki güğümün sıcaklığı hala içimde bir yerlerde duruyormuş. Hemen radyoyu açıyorum. Çünkü o evde biri varsa mutlaka radyo açık olur. Birinin orada yaşadığı anlaşılsın diye. Müslüm Gürses karşılıyor beni o sesiyle, ‘bir yerden tanıyor gibiyim sizi’ diyor. Neden geldiğimi düşünüyorum buraya. Yıllar sonra durup dururken neden gelmiştim buraya. Canımı yakacağını bile bile o kapıyı neden açmıştım. Eşyaların üzerine çarşaf bile atılmamış, sanki yeni terk edilmiş. Dışarıdan bir kaç odun getirdim ve sobayı yaktım. Tozlu olmasına aldırış etmeden oturdum yere. Eski günlerdeki gibi, sobanın dibine oturdum ve oyuncak poşetimi yere boşalttım. Eylem aynı fakat oyuncaklar farklı. Bir kaç şişe ve bir kaç paket sigara çıktı oyuncak poşetimden. Bu gece uzun olacak diye düşündüm. Bu gece uzun ve hüzünlü olacak. Bu gece yalnızlığımı kutlayacağım. Bütün gidenleri tek tek nasıl gömdüğümü kutlayacağım. Kaliteli bir yalnızlık yaşıyorum. Uyuşan beynim daha fazla düşünmek istemiyor. Kafatasımı açıp beynimi masaya çıkarmak istiyorum. Geriye kalan işe yaramaz bedenimi de uzay boşluğuna. Çünkü yorgundum, yoruldum.
Fazlasıyla…
Merve Öztürk