Çokta hatırlamıyorum aslında ne zaman ya da nasıl aldığımı.. Hatırlamaya da çalışmıyorum doğrusu.Zor şu an benim için…Konsantre olduğum bunca karamsarlık arasında bir de yakın geçmişimle başa çıkmaya çalışmak istemiyorum.Yalnızca başımın ağrısı var…Biraz da döngüsü… Sebepsiz mutsuzlukların sıradan gecelerinden biri bu akıp giden.Ya da bir turlu akıp gidemeyen…Akıp gitsin istemediğim…
Geceler susar,gündüzler konuşur…Geceler uyur, gündüzler yürür…Bunca çabaya, olumlu ve olumsuz tonlarca olaya fon oluşturur ikisi de.Döngü hep aynı.Gece-gündüz-gece-gündüz. Sıkıcı…Yaşamın değişmez dengelerinden bile karamsarlıklar üretebilen bir kalemi tutan elin sahibi,
hiç mi zorlamaz baş ağrılı gecelerde zihnini ? Belki hatırlamak ister bazen,
yalnızca hatırlamak istediklerini…
Şu pasajın arka bölümündeki dükkandı sanırım.Kaba tavrı ile sattığı narin parçalar arasında tezat olan şişman adamın sahibi olduğu dükkan.Pahalı olmasının yanında pazarlığa açık bir mekan.Kar kalınlığının donmuş kalplerin istediği seviyede seyrettiği bir sabah, önceden iptal edilmiş randevulardan habersiz olarak çıktığım yolun taa sonundan dönerken, gözüme çarpan yegane liman.İçeri girip bakmaya başlamıştım öteye beriye.Ve de plaklara…
Hatırlama yetisi çoktan ölmüş farz edilen canlı bir makinenin son çırpınışları bunlar.
Yoksa benzin yol almaya yetecek kadar var mı hala ? Depoya bakmaya üşeniyorum.En iyisi makine gidemez olana dek devam etmek…
Plakların arasından bir tane…Hem dükkanda duran plakların hemde satın aldığım plakların arasından bir tane. Görüntüsü ve müziğiyle yaşlanmaya niyeti olmayan bir hafif müzik abidesi o. Ama bu kırkbeşliğin kapağında fotoğrafı yok.Turuncu üzerine siyahla kalem edilmiş yüzü…
Nilüfer söylemiş,birileri kaydetmiş..
Bir yüzü: Göreceksin Kendini.
Bir yüzü: Aldanırım Sana.
Kapak ta güzel, plak ta..Bir Eurovision birincisi “Göreceksin Kendini”.Asıl adı : “Tu Te Reconnaitras” yani “Kendini Yeniden Tanıyacaksın”. Diğer şarkı İtalyan bir besteciye ait.ÜNe de olsa, üretimin kısır,söz yazımının güçlü olduğu yıllar..
Büyüklerin orijinallerini duyduktan sonra -“Bu şarkı o şarkıymış meğer.” cümlesini sıkça kullandıkları bir dönem.Oysa biz ne kadar hazırcıyız. Geçmişe dair izleri takip ederken dahi her şeyi biliyor gibiyiz hemen hemen.
Plağın üzerindeki etikette bir yazı var.Sanatçının isminden bahsetmiyorum.Şarkılardan ya da firmadan, beste ve güfte sahiplerinin siyah ve kalın puntolarla yazılmış olan adlarından da bahsetmiyorum.Bu yazı tükenmez kalemle çaprazlama, okunur bir şekilde yazılmış.
“Betülüme mutluluklar dileğiyle.” Şule… 17-11-1973
Uzunca baktığımı hatırlıyorum o yazıya… “Betülüme mutluluklar dileğiyle.” diyor Şule…
Şule, Betülüne mutluluklar diliyor.17 Kasım 1973’te.
O aylar soğuk oluyor hep buralarda. 1973’te de öyleydi herhalde.Belkide o plağı aldığım gün gibi karlıydı her yer.Yoksa Şule bir şeylerin iptal edildiğinden habersiz bir şekilde 17 Kasım sabahı, üzerinde bir hayal kırıklığı, açık oluşuna şaşırdığı bir dükkandan mı almıştı bu plağı ?
Tanrım ! Yoksa ben bu kırkbeşliği bir 17 Kasım sabahı mı almıştım ?
Bilmiyorum…Yorgunum… “Buraya kadar” diyor sanki beynim.Yakıt tükeniyor yavaş yavaş.Ama ayakkabılarım hala sağlam.Yolun kalanını yürüyerek te gidebilirim.
***
Hüzünlenmiştim galiba bu yazıyı görünce.İçim bir buruk olmuştu.Sanki benim bu yazıyı okumaya hakkım yoktu.O tarihte hayatta değildim.Adım Betül değil.Şule benim için çocukluğumdan hatırladığım mavi tabelalı bir pastanenin ismi.Niye okudum ki bu yazıyı ?
Bu yazı Betül’e yazılmıştı.Bu plak ta ona aitti.Neden şu an benim ellerimde ?
Görecek,göreceksin kendini
O aldatan aynada
Beni ve ölümsüz sevgimi..
Pürüzsüz ve yüksek bir sesle söylüyor Nilüfer…
***
Betül’e neden mutluluklar diledin ki Şule ? Mutluluk ne zaman dilenir ki hem? Genelde evlenildiğinde… Ama bir kırkbeşlik düğün veya nikah hediyesi olmak için biraz fazla hafif.
Hem sadece evlilikte dilenmez ki canım her zaman dilenebilir…
Mutluluklar… Mutluluklar…
Tabii ki her zaman dilenebilir.Bu bir doğum günü hediyesi olmalı.Kolej çağındaki iki iyi arkadaşın aynı müzikal zevkleri paylaşmasıyla ilgili herhalde.Kız lisesi falandır… Evet evet kesinlikle öyle olmalı.Artık varlığını sürdürmeyen şu kız okulları.Temiz yüzleri ve bakımlı formalarıyla, ellerinde kitaplarla gezen yüzleri batıya dönük öğrenciler.
Nerede saklanırlardı bunlar merak ederdim hep çocukken.Sanki yalnızca 19 Mayıs’larda ortaya çıkıp pembe beyaz yüzleriyle gülümser, narin elleriyle bayraklar tutar, kibar ağızlarıyla şarkılar söyler sonra tekrar saklandıkları ine geri dönerler diye düşünürdüm.Bu sevilesi arkadaşlık ta çok önceleri,bu inlerde gelişti muhtemelen.
Orta boylu iki kızdılar herhalde.Biri uzun kestane saçlı, diğerininki koyu ve kısa.Birbirleriyle sırlarını paylaşırlar hep.Ailelerini anlatırlar birbirlerine. Teneffüslerde beden derslerinde beraber voleybol oynarlar,ele güne karşı birbirlerini korurlar arka çıkarlar. Bu kadar sıkıydılar sanırım.Yoksa neden “Betülüm” desin Şule ? Betül de kesin ‘Şulem’ yazmıştır zamanında verdiği bir hediyeye.Sahiplenmişler birbirlerini düpedüz.Şule Betülün olmuş, Betül de Şulenin…
Belki de başka bir hikaye var bütün bunların arkasında…
Bunlar genç yaşlarında okumaz çalışırlarmış.Biri tuhafiyecide biri terzide.Terzi, yanında çalışan kızı düğme, iplik falan alsın diye sürekli tuhafiyeciye gönderirmiş.O şekilde tanışmış Betül ve Şule.Öylece gevezelik ederek.Sonra bakmışlar birbirlerinin dilinden anlıyorlar, dışarıda da buluşmaya başlamışlar.Zaten yakınmış mahalleleri.Hafta sonları güzel güzel giyinip sinemaya gider olmuşlar.İkisininde rüyası yakışıklı olduğu kadar, kuruşla liranın hesabını yapmayacak bir kocaymış.Şu “SES” mecmuasındakilerden hani…Müzik dinlemeyi de severlermiş. İkisininde evinde birer pikap.Ailelerinin dinlediklerinden farklı müzikler seviyorlar.Betül’ün Nilüferi sevdiğini biliyor Şule…Kendi de seviyor hem…
Ya sonra ? Ne mi olmuş ? Yazın Şule annesinin memleketine gitmiş bir iki aylığına.Terzi hanım da izin vermiş buna.”Nasılsa yazları çok iş olmuyor.Ben kendim yeterim.” demiş.
Betül’e “Allaha ısmarladık” deyip hareket etmiş Şule bir taraflara.
O bir iki ay hayatının en sıkıcı günleriymiş Şule’nin. Köy gibi bir yerde yaşlı akrabaları ve kendisinden çok farklı başka kızlarla muhatap olmak zorunda kalmış.Hem Ses mecmuası düzenli gitmiyormuş oralara.Çekilir çile değil doğrusu.Birkaç defa evden aramış Betül’ü ama açan olmamış. Önemsememiş…
Sevdiği şehre geri döndüğünde ilk işi Betül’ün çalıştığı şu tuhafiyeciye gitmek olmuş Şule’nin..Betül’ü görememiş…Betül yokmuş…
-“O ayrıldı kızım” demiş yaşlı tuhafiyeci.
-“Başka bir yere taşındılar” diyede eklemiş.Yeni adreslerini bilmiyormuş.
Şule Betüllerin evlerine de gitmiş ama ne komşular haberdarmış nereye taşındıklarından ne de mahallenin bakkalı.
Zaman hızla geçiyormuş.Ne Betül geri dönmüş ne de yolda karşılaşmışlar.Şule önceleri biraz ağlamış.. Peyderpey unutuvermiş kederini. Devam etmiş terzideki işine.Hem terzi hanımın da pikabı varmış.Bazen dinlerlermiş beraber..
Göreceksin, göreceksin kendini
O aldatan aynada…
diye mırıldanırken Şule, üzerine bir şeyler yazdıktan sonra özel bir günde en sevdiği arkadaşına verdiği plağı hatırlarmış.Bu küçük plak birbirlerini unutmayacaklarının kanıtı olacakmış.Öyle düşünmüş Şule.. Öyle olsun istemiş…
***
Ben bu hikayeyi sevmedim aslında.Birincisi daha iyiydi sanki.Hani şu Şuleyle Betül’ün iki sevimli kolejli kız olduğu…
1973 yılının Kasım ayıymış.İlk sömestrın bitmesine daha var. Çiçek desenli, sarı sayfalı günlüğünün sevilen arkadaşlar kısmına, yatakhanedeki somyasına yüzüstü uzanmış, başı havada ellerinin arasında, dizleri kırık bir şekilde bakan Şule, hemen emin olmuş en iyi arkadaşının doğum gününün yaklaştığından.Tabiiki de çağırılacakmış bu özel güne.
Betüllerin deniz gören güzel mi güzel dairesinde yapılmış doğum günü. Şule, arkadaşı için büyükçe bir porselen bebek ve Nilüferin yeni çıkan kırkbeşliğini almış.Hediyeleri vermiş.Betül çok ama çok beğenmiş hepsini.Önce bebeğin saçlarına eliyle rütuşlar atmış, sonra da şöminenin üstüne yerleştirmiş onu. Plağıda kabından çıkarıp, pikabın üstüne koyuvermiş.
Çocukluk rüyanda ,el ele okul yolunda
Aniden başlayan ilk gün macerasında
diye söylemeye başlamış Nilüfer.
Şarkıya dalmış ikisi de…
Mutluluk arayan her genç kızın hülyasında
Sevgiyi inkar eden bu bencil ve nankör dünyada…
Şarkı bitene kadar sarılmışlar birbirlerine..Gözleri kapalı..
***
Hem Şule hem Betül iyi derecelerle bitirmişler okullarını.İkisi de üniversiteye başlamış.Şule edebiyat,Betül yabancı lisan okuyormuş.Dostlukları devam etmiş yıllarca.Bambaşka adamlarla evlenmişler ikisi de.Kopmamışlar.. Eskisi gibi her sene olmasa da,birbirlerinin doğum günlerini kutlamışlar.Eski günlerden konuşmuşlar sık sık.Çocukları da olmuş.Yaşlanmaya bile başlamışlar.
Betül eskiden beri sık hastalanırmış. Yine hastalanmış…
-“Bu sefer ciddi” demiş telefonda.
Şulenin Betülünden, Betülün Şulesinden ayrılması çok sürmemiş…
Şule ne kadar mı üzülmüş ?
-çok………………………………………………………………………..
Betülün kocası ve çocukları için de çok zor olmuş tabi.Başka biryerlere gitmeye karar ermiş yaslı koca.Karısının bıraktıklarından kaçmış…
***
Benzin bitti.. Gözlerimin ki kadar koyu bir kırmızı bu STOP lambasınınki. Karanlık mı yoksa kızıl mı olduğunu seçemediğim bir fluluk içinde zonkluyor kağıdım dışındaki her yer…
Tabana kuvvet !
***
Peki ya bu plak bana neden ulaştı ? Birinci tahmini öyküme göre Betül arkadaşını arayıp sormayan bir karakter olarak plağa da pek ehemmiyet vermemiş, sağa sola atmış olsa gerek.Gerçi o hikayeyi Betül’e ne olduğunu kurgulamadan bıraktık.O zaman plağın geliş hikayesi de çok hayal edilebilir değil..
Diğerine gelirsek;
Dünya tatlısı anneciklerini kaybetmiş çocuklar ve yok olmuş parçasına dair olanları gördükçe kalbi kanayan bir koca..
Beyefendi çalıştığı kuruma gidip başka bir şehre tayinini istemiş.Anlayışla karşılamışlar.Denize kıyısı olan yeşili bol bir yere yollayacaklarmış. Kızlar da sevinmiş buna.O durumda ne kadar sevinilebilirse o kadar sevinmişler… Gitme hazırlıkları kısa tutulmuş.Çocukların okul nakilleri falan…Çabuk bitmiş hepsi…Eşi, Betül’ün eşyaları konusunda kararsızmış önce.Sonra bir eskici çağırmış.Kendisinin aldığı hediyeler dahil, karısına ait her şeyi yüklemişler tahtadan bir arabaya.
Ailecek gittikleri tatil yöresinden aldıkları bir şal, kolej günlerinden çokça kitap, hem siyah-beyaz hem renkli resimler…
Birkaç ta kırkbeşlik plak… Bir porselen bebek… Birkaç kırkbeşlik…
Eski eşyalar hep böyledir zaten.Elden ele..Durmak nedir bilmezler. 1973’te almış bunu Şule.Neredeyse otuz yıl sonra şimdi benim odamda söylüyor
Nilüfer :
Çocukluk rüyanda
El ele okul yolunda
Aniden başlayan
İlk gönül macerasında
Aşkına inanmayıp
Akan göz yaşımda
Görecek göreceksin kendini
O kırılan aynada
Beni ve ölümsüz sevgimi
Mutluluk arayan
Her genç kızın hülyasında
Sevgiyi inkar eden
Bu bencil ve nankör dünyada
Köşesine büzülmüş
Hayattan korkanlar da
Görecek göreceksin kendini
O kırılan aynada
Beni ve ölümsüz sevgimi
***
Yoruldum, yorgunum.Yeni değil bu halim.Eskiden beri yorgunum.Koşarken çok değil yürürken zorlanıyorum.
***
Bir plak aldım..Üstünde yazı yazan bir plak.Dinledim,inceledim, hayal kurdum, hayal ettim…
Doğru mu tahmin ettim yanlış mı bilmiyorum.Belki de bu kızıl karanlık fluluk içerisindeki melankoli selinde çektiğim küreklerin ürünü bu öyküler.Tahmin ediyorum ama gerçek olsun istemiyorum… İyi olsun istiyorum her şey. İyi olmuş olsun istiyorum…
Neredeler ve ne yapıyorlar ? Hiç mi hiç bilmiyorum..
Bir şeyden eminim :
Ikisini de çok seviyorum…
Hem Betülüme hem Şuleme mutluluklar diliyorum…
Walerian de Justine
2003