Odasının penceresinde uzakları izliyordu adam, her gün. Günün ilk ışıklarıyla birlikte, bulutları ve apartmanın karşısındaki çimento fabrikasını seyre dalardı. Uçakları da izlerdi, odasının penceresinden. Gözleri uzağı iyi göremediği için, gözlüğünü takar, öyle bakardı uçaklara. Akşam olunca da, ayı seyre dalardı, penceresinden ayın doğuşu görünüyordu, zevk alırdı aya bakıp çay içmekten. Penceresinden dışarıyı seyre dalarken sık sık hayal dünyasında gezintiye çıkardı, bazen annesini, bazen de sevdiği kadınları düşlerdi. Sevdiği kadınları düşlerken acı duyardı bağrında adam.
Güneşli bir günün sabahında penceresinden çimento fabrikasını seyre dalarken, hayal dünyasında yolculuğa çıkıverdi adam. Çocukluğundan kalma anıları düşledi. Ninesiyle olan anısını unutamıyordu, henüz altı yaşındayken, ninesi kendisini çocuk parkına götürüp, salıncakta sallamıştı, hemen ardından ona gazoz almış eve doğru yürüyüşe koyulmuşlardı. Ninesini çok severdi, o yaşında. Annesinden görmediği ilgiyi, sevgiyi ninesinde görürdü. Eve doğru gittikleri yol güzergâhında arabaların çok hızlı geçmediği “Şair Nedim Caddesi” adında bir caddeden geçerlerdi. O gün yine eve dönmek için, o caddeden yolun karşısına geçeceklerdi, ninesiyle birlikte karşıya geçecekleri esnada, acı bir fren sesi işitti, bir şehir magandası süratle ninesine çarpmış, araba kendisine yetişmeden, ani bir refleksle kendini yolun kenarına atmıştı. Bağırıp ağlamaya başladı çocuk, etraftan kazayı görenler, tanıdıklar koşuvermişti yardım için. Komşuları Murat Amca ninesini ve kendisini arabasına alıp, hızla hastaneye doğru yola koyulmuştu, ninesini hemen ameliyata almışlardı, ninesinde görülebilen bir yara yoktu. Yarım saat geçmeden acı olayı duyan anne ve babası da hastaneye gelmişlerdi, babası üzgündü, kendisi kadar olamasa da. Ameliyathaneden çıkan bir hemşire acı haberi verdi, ninesi iç kanamadan ölmüştü, bundandı görünen yarasının olmaması. Hayatında en çok sevdiğiydi ninesi, o da yoktu artık. Büyük bir eksiklik yaşadı o yaşında, acısını içinde hissediyordu o yaşında. Kimi kimsesi kalmamış gibiydi, ninesi her şeyiydi.
Ninesini camide yıkayıp, gömmek üzere şehrin mezarlığına götürüyorlardı. Ninesini tabutta görünce ağladı, ağladı. Toprağa gömülmesini izlerken “bırakın onu, koymayın oraya, benimle kim oynayacak artık, kim parka götürecek beni” diyordu çocuk, bu sözleri işitenler çoktan ağlamaya başlamıştı bile. Çocuğu mezarın başından zorla alıp eve getirdiler. Birkaç gün sonra herkes yaşantısını gayet normal bir şekilde devam ettiriyordu. Ölüm tam olarak böyle bir şeydi. Ölen kendine ölüyor, yaşayanlar onu toprağa gömüyor, ivedilikle evlerine dönüyorlardı, kaçarcasına. Ölen, mezarında yalnız ve soğuk gecelerde bir başına kalıyordu. Biz ölmeyenler şanslıydık, ölenlere nazaran. Onlar mezarlarında yalnızdı, karanlıktı her yer mezarlarda, kimi kimseleri yoktu, bir şey yiyip içemiyorlar biz insanlar gibi. Çocuk bu düşüncelerle gün geçtikçe içine kapanıyordu, ninesinin yokluğuna alışamıyordu bir türlü. Yokluk, ölüm demekti, ölüm ise sonun başlangıcı, bitişi olmayan bir sonun başlangıcı.
Gök gürültüsüyle daldığı hayal âleminden uyanıverdi adam, hayale daldığı esnada açık olan gökyüzü gri bulutlarla kaplanmış, sağanak yağmur başlamıştı. Saatine bakınca, hayale daldığından bu yana iki saati geride bıraktığını anlayan adam çok şaşırdı, bu kadar vaktin hangi ara geçtiğine anlam veremedi. Her günü böyleydi, kendisi farkında değildi ama her günü pencere kenarında hayal kurarak geride bırakıyordu adam. Bunu sadece karşı apartmanın penceresinde kendisine tuhaf gözlerle bakan yaşlı kadın biliyordu. Yaşlı kadın adamın ruh hastası olduğuna kanaat getirmişti, çünkü her gün pencere kenarında boş gözlerle hiç kıpırdamadan saatlerce dışarıyı seyre dalmak olsa olsa meczup bir adamın işi olabilirdi. Biraz toparlanır gibi oldu adam, mutfağa yönelip çay demlemek üzere suyu çaydanlığa koyup, altını yaktı.
Ve adamın her günü pencere kenarında hayal kurarak geçiyordu, kimsesi yoktu adamın, emekli aylığıydı onu ayakta tutan. Emekli aylığı da olmasa, sokaklara düşüp, dilenci olması muhtemeldi. Emekli aylığı oldukça az olmasına rağmen, adamın sigara, içki içmemesi ve evin kendisinin olması bu sorunu ortadan kaldırıyordu.
Adam senelerce pencere kenarında geçmişe özlem duyup, hayal kurmaya devam etti, günün birinde komşular evden duydukları kötü kokular nedeniyle polisi aradılar, hiçbir komşu kapıyı çalmayı düşünmedi, eve gelen polis adamı ne zaman öldüğü meçhul bir vaziyette, pencere kenarında, kokmuş bir hâlde buldular.
Mehmet Yazıgan