1965 ile 1972 yılları arasında Türkiye’deki yapımcıların dört elle sarıldıkları çizgi romanlar, Türk sinemasının fantastik yönünü bir adım daha yukarıya taşımış ve sinema endüstrimizdeki en farklı ve en renkli dönemlerden birini başlatmıştır. Amerika’nın çizgi roman karakterleri Yeşilçam’ın dört bir yanını sarmış, Örümcek Adamlar, Kızıl Maskeler, Zagorlar İstanbul’da fink atmaya başlamıştır. İstanbul’un yeni kahramanları bunlarla da bitmez Batman’den, Süperman’e, Kilink’e kadar varır ve liste uzar gider… Bazı kahramanları da isimleri değiştirilmiş olarak görürüz örneğin Flash Gordon, Bay Tekin, Kaptan Amerika ise Binbaşı Tayfun olarak karşımıza çıkar ve kesinlikle kabul etmeliyiz ki bu isimle çok yaratıcı isimlerdir.
Giovanni Scognamillo bu dönemi şöyle açıklamıştır:
“Yeşilçam’ın süper kahraman filmleri Amerikan çizgi roman karakterlerinin bir tür resmi geçidi gibidir. Çizgi romanlar yetmediğindeyse sıra fotoroman kahramanlarına gelmiştir. Amaç hazır bir kitleyi (çizgi roman ve fotoroman okurlarını) harekete geçirmek için gazete sayfaları, haftalık albümler veya dergilerde çok tutulan bazı kahramanlardan yararlanmaktır.”
Bir zaman sonra yapımcılar konuyu bir adım öteye taşır ve 1940’larda Universal yapım şirketinin Dracula, Frankenstein gibi canavarlara yaptığını yapıp onları birbirine kırdırır. Böylelikle ortaya Mandrake Kilink’in Peşinde (Oksal Pekmezoğlu, 1967), Şaşkın Hafiye Kilink’e Karşı (Natuk Baytan, 1967) ve hatta beni en çok şaşırtan Kilink Frankeştayn’a Karşı (Nuri Akıncı, 1967) gibi filmler çıkar. Universal şirketi House of Frankenstein (Erle C. Kenton, 1944), House of Dracula, (Erle C. Kenton, 1945) gibi filmlerle bütün canavarları -ki bunlara Kurt Adam, Mumya da dahildir- bir araya koyup 1931’den beri sinemada dehşetin diğer adı olmuş bu yaratıkların itibarını iki paralık etmiştir. Peki Kilink’in itibarı ne olacak? Amerika’daki canavarları İngiliz Hammer şirketi kurtarmıştı. Kilink’i kurtaracak böyle bir şirket de yok. Ne yazık ki 1967 yılında İstanbul’a gelen Kilink ve arkadaşları yine İstanbul’da yavaş yavaş kayboluyor, belki de geldikleri yere, çizgi roman sayfalarına geri dönüyorlar.
Yabancı çizgi romanlar bizlere süper kahramanları sundu, peki ya yerliler? Kılıçlar, atlar, bir vuruşta koparılan kelleler, saraylar, entrikalar, çıplak ve gizemli kadınlar, çok kötü adamlar… kısacası tarihi fantazyaları veriyor bize yerli çizgi romanlar.
“Karaoğlan’ın kılıcı, bir ölüm çarkı gibi havada kanlı izler bırakarak dönüyor, kalkıp indikçe, bir asker atından yere yıkılıyordu…” diye yazıyor Suat Yalaz Asya Kaplanı Karaoğlan’ın çizgi romanında. Karaoğlan, Türk sinemasına farklı bir soluk getirmiş, ardından gelecek elinde kılıcı, atıyla dörtnala koşan pek çok babayiğidin önünü açmıştır. Karaoğlan Yeşilçam için çok özel bir karakterdir çünkü her şeyin başlangıcıdır.
1962 yılında Suat Yalazın yazıp çizdiği Karaoğlan çizgi romanıyla başlayan macera beyaz perdeye ilk Atıf Yılmaz’ın Cengiz Han’ın Hazineleri filmiyle taşınır. Fakat film istenen başarıya ulaşmaz. Bunun üzerine Suat Yalaz kolları sıvar hem yapımcılığını hem yönetmenliğini hem de senaryosunu üstlenerek yeni bir Karaoğlan filmi yapmak ister ve namı değer Asya Kaplanı’na hak ettiği değeri vermeye girişir. Fakat önce bir Karaoğlan bulması gerekmektedir. Karaoğlan rolü için bir yarışma düzenlenir. Yaşar Kemal, Osman F. Seden, Lütfi Ö. Akad ve Giovanni Scognamillo… gibi çok değerli jüri üyelerinin bulunduğu jüri rol için Kartal Tibet’i seçer ve ortaya Karaoğlan Altay’dan Gelen Yiğit (Suat Yalaz, 1965) filmi çıkar. Film bütün Karaoğlan okuyucularını sinemaya çeker ve iyi gişe yapar. Tabii Kartal Tibet’in Karaoğlan’ın çizimine neredeyse birebir benzemiş olması filmi bir kat daha çekici kılmaktadır. Ardından hiç şaşılmayacağı üzere devam filmleri gelir. Karaoğlan Baybora’nın Oğlu (Suat Yalaz, 1966), Camoka’nın İntikamı (Suat Yalaz, 1966), Bizanslı Zorba (Suat Yalaz, 1967) ve Karaoğlan Yeşil Ejder (Suat Yalaz, 1967) filmleri Türk sinemasında yeni bir dönemin başladığının habercisidir.
Karaoğlan’ın maceraları Cengiz Han zamanında yani kabaca 1200’lerde Orta Asya’da geçer. Fakat Karaoğlan ne Cengiz Han’ın sadık bir askeri, ne de kuludur. Yani Karaoğlan başına buyruk bir karakterdir. Belki de bu kadar sevilmesinin sebebi budur. Örneğin Karaoğlan Altay’dan Gelen Yiğit filminde kendini şu şekilde tanıtır:
“…Ya devlet başa ya kuzgun leşe deyip, kısmet aramaya çıkmış bir serdengeçtiyim.”
Camoka’nın İntikamı’nda ise şöyle söyler:
“Ömür boyunca at koşturup, kavga etmekten başka bir işe eli yatmayan beceriksizin biriyim.”
Karaoğlan bir Uygur Türkü ve göçebedir. Kendisi için dövüşür ve seyahat eder. Örneğin, babası Baybora’yı bulmak için Bizans’a gider veya kendisine kötülük yaptığı için Camoka’nın peşine düşer. Karaoğlan’ın ardından gelen Malkoçoğlu, Tarkan ve Kara Murat gibi diğer tarihsel karakterler onun kadar rahat davranamaz ve kendileri adına neredeyse hiçbir şey yapamazlar. Onlar sadece hükümdarlarından aldıkları emirleri yerine getirirler. Bu üç kahramanın filmlerinin çoğu hükümdardan aldıkları emirle başlar. Tarkan hükümdar Atilla’nın kahraman savaşçısı, Malkoçoğlu Fatih Sultan Mehmet’in akıncısı, Kara Murat Fatih’in fedaisi, Karaoğlan ise kendisinin efendisidir. Bu özelliğiyle Karaoğlan bana ünlü korku yazarı Robert Ervin Howard’ın yarattığı Barbar Conan’ı anımsatır. Özgür ve kendi meseleleriyle ilgilenen bir karakterdir çünkü.
Karaoğlan’ı bu karakterlerden -tabi burada Tarkan’ı ayrı tutmak lazım- ayıran bir diğer özellik de filmlerinde din üzerinden çatışma kurulmamasıdır. Filmleri izlerken Karaoğlan’ın hangi dine mensup olduğunu bilmeyiz. Örneğin Malkoçoğlu Avrupa’yı Titreten Türk (Süreyya Duru, 1966) filmi mehter marşı görüntüleriyle açılır ve sonra kilise ayinine döner. Böylelikle yönetmen daha ilk kareden çatışmayı kurmuş olur; Müslüman Osmanlı, Hıristiyan Avrupa’ya karşı. Malkoçoğlu ve Kara Murat filmleri genellikle Müslümanlığı ve Türklüğü yücelten aynı zamanda da Hıristiyanlığı ve Avrupa’yı yerin dibine batıran filmlerdir. Karaoğlan da çok abartmamakla birlikte zaman zaman Türklüğünden bahseder. Örneğin Karaoğlan Baybora’nın Oğlu filminde şunları söyler:
“Biz Türkler her hırlayana kılıç çekseydik. (…) Kurt başlı kılıcımın tadına bakın.”
Din konusuna dönecek olursak sadece Karaoğlan Baybora’nın Oğlu filminde tam anlamıyla zıvanadan çıkmış bir Hıristiyanlık portresi çizilir. Fahişelik yapan rahibeler, dövüş ustası rahipler Bizans sokaklarında kol gezmektedir.
Karaoğlan fahişelik yapan Bizanslı rahibenin yüzüne şunları söyler:
“Doğrusu her şey aklıma gelirdi de Bizans’ın en çalışkan fahişesinin koyu bir Katolik rahibesi olacağı aklıma gelmezdi (…) Çok kadın gördüm ama dindar bir fahişeye ilk kez rastlıyorum.”
1967’de Burak Sezgin’in çizdiği Tarkan Orta Avrupa’nın kuzeyindeki maceralıyla hayatımıza girdi. Tarkan, devlerle güreşti, Vikinglerle çarpıştı, insan yiyen ahtapotları alt etti, büyücü kadınları habis büyülerini bozdu, bol bol sevişti, dev örümcekleri hakladı, kısacası fantastiğe ve erotizme dair ne varsa Tarkan hepsinin içinde yer aldı. 1969 yılında Tunç Başaran’ın yönettiği Tarkan’la Altar’ın oğlu Tarkan çizgi roman sayfalarından beyaz perdeye taşınıyor. Karaoğlan’dan transfer Kartal Tibet Tarkan rolünde de izleyiciyi kazanıyor ve Tarkan efsanesi gişede de hak ettiği yeri buluyor. Ardından fantastik yönü daha ağır basan devam filmleri geliyor; Tarkan Gümüş Eğer (Mehmet Aslan, 1970), Tarkan Viking Kanı (Mehmet Aslan, 1971), Tarkan Altın Madalyon (Mehmet Aslan, 1972). Tarkan katıksız bir kılıç ve büyü hikayesidir. Bu yönü Karaoğlan, Malkoçoğlu ve Kara Murat üçlüsünden onu ayıran en belirgin özelliktir. Atilla döneminde geçer Tarkan yani kabaca M.S 200’lü yıllarda. Diğer karakterler bize 500 yıl öncesinin hikayelerini anlatıyorsa Tarkan 1500 yıl öncesini anlatıyor. Kaya Özkaracalar Tarkan’ın bu yönünü şöyle açıklar:
“Tarkan çizgi romanlarının ve bu kaynağa oldukça sadık kalarak çevrilen filmlerinin diğerlerinden çok daha büyüleyici, efsanevi, mitik ve fantastik bir havası vardır. Orta Çağlar’ın bildik kılıç-pelerin filmlerinden ziyade adeta Conan, Herkül gibi tarih öncesi Karanlık Çağlar’da geçen kılıç-sandalet filmlerine yakındır.”
Tarkan filmlerinin belli bir hikaye döngüsü vardır. Aslında bunu Malkoçoğlu ve Kara Murat için de söyleyebiliriz. Giovanni Scognamillo bu döngüyü şu şekilde anlatıyor:
“Tarkan bir şey bulmakla görevlendirilir; bu görevi yerine getirirken bir dizi düşmanla karşılaşır, tuzaklardan kurtulup karşısına çıkan kadınlarla sevişir; konakladığı hanlarda dövüşür, esir düşer ama kurtulur; en sonunda görevini yerine getirir.”
Tarkan’da da her ne kadar yersiz olsa da tıpkı diğer filmlerdeki gibi Türk milliyetçiliği yapılmıştır. İşin komik yanı Atilla döneminde, yani daha Türk kavramı ortaya çıkmamışken bunun yapılması. Tarkan’ın kendine Hun Türkü diyebilmesi için daha bir kaç yüz yıl beklemesi gerekir. Fakat yapımcıların buna pek aldırdığı yoktu herhalde veya başka bir açıdan bakacak olursak, belki de 1970’lerdeki Türk izleyicisi, Türk ulusunun ne kadar büyük olduğunu, köklerinin ne kadar derinlere gittiğini duymaktan hoşlanıyordu. Sonuçta 1965 ila 1975 arası yoğun bir şekilde bu tarz filmler yapıldı. Türklerin tüm Avrupa’ya adalet dağıttığı ve gücünün karşısında kimselerin dayanamadığı bir tablo çizildi. 1974 Kıbrıs harekatını belki de bu kahramanlık hikayelerine borçluyuz. Ne de olsa dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’ti lakabı ise Karaoğlan.
Peki ya kötü adamlar? Isırarak but yiyen, tecavüz eden, yüksek sesle uzun uzun kahkaha atan, çirkin, büyü yapan, gözünü kırpmadan adam öldüren, cehennemin havasını koklamış, hırs kurbanı, iyi kahramanların kılıcı altında ezilmeye mahkum kötü adamlar… Bir filmin başarısı kötü adamın başarısına bağlıdır, özellikle de bu film iyiyle kötünün çarpışması üzerine kurulmuşsa.
Bu sebepten dolayı, kahramanlarımızın, anası, babası ve ulusu için kılıcını defalarca sapladığı bu pek kötü adamları incelememiz şarttır. Üç farklı kötü adam üzerinden gidersek karşımıza Karaoğlan’ın bir türlü kurtulamadığı Camoka Başbuğ, Malkoçoğlu’nun canını almak için İstanbul’dan Sırbistan’a kadar gittiği Lazar ve Tarkan’ın ailesini katleden Hun düşmanı Kostok çıkar.
Seyirci kötü adamdan ne bekler? Çirkinlik, hırs, kahkaha; bunların hepsi Camoka’da bulunur. Kel kafasının arkasındaki örüşmüş uzun saçlar, garip bir bıyık, çukuruna kaçmış gözler, zayıf, kara kuru bir adamdır Camoka. İlk olarak karşımıza Karaoğlan Altay’dan Gelen Yiğit filmiyle çıkar. Camoka’nın eğlendiği hana zorla giren Karaoğlan Camoka’yı tanımadığını söylediğinde eli hancının kızının bacaklarında olan Camoka kendisini şöyle tanıtır:
“Demek bu ülkede yaşayıp da bir dürtüşte evi ikiye delen, bir beygiri baştan başa biçen Camoka Başbuğ’u tanımayan varmış ha.”
Danyal Topatan’ın canlandırdığı Camoka karakteri izleyici tarafından kabul görmüş ve büyük bir popülerliğe ulaşmıştır. Özellikle Camoka’nın İntikamıfilmindeki kötü adam kahkahaları işte gerçek bir kötü adam gülüşü dedirten cinstendir. İlerleyen yıllarda Camoka’nın ünü Karaoğlan’ı bile aşar ve Camoka, Karaoğlan olmadan sahne alır: Camoka’nın Dönüşü (1968, Suat Yalaz).
Malkoçoğlu’nun Fatih’in buyruğuyla peşine düştüğü Lazar ise gerçek bir hırs kurbanıdır. Malkoçoğlu Avrupa’yı Titreten Türkfilmiyle çıkar karşımıza Lazar. Ölen Sırp kralının iki oğlundan biridir, taht kavgasında Osmanlı yanlısı uzlaşmacı ağabeyini saf dışı bırakıp tahta geçer. Fakat gerçek bir kral olabilmesi için gereken tacı takması gerekmektedir. Tacın yerini bilen fakat söylemeyen annesine işkence yaparak ağzından laf almaya çalışır. Sonunda krallık tacına ulaşır fakat Malkoçoğlu’nun kılıç darbelerine boyun eğer ve taç elinde ölür. Lazar bir kötü adamda olması gereken tüm özellikleri taşır. Kişisel hırsları uğruna annesine işkence yapar, nişanlısını öldürür, halka zulüm eder, hiç yüzü gülmez ama kahkaha atar.
Tarkan’ın can düşmanı Kostok ise Tarkan Gümüş Eğerfilmiyle can bulur. Tarkan’dan önce Tarkan’ın babası Altar’ın düşmanıdır Kostok. Tarkan’ın annesini ve babasını öldürür, ağabeyi Han’ı ise ortağı güzeller güzeli büyücü Gosha büyüler. İşte gerçek bir kötü adam. Fakat tek hatası Tarkan daha bebekken yanlışlıkla Tarkan’ın yerine başka bir bebeği öldürmesi olur. Tarkan kurtlar tarafından büyütülür ve zamanı geldiğinde her kötü adamın karanlık kaderi Kostok’u da bulur ve Tarkan’ın annesi, babası ve tüm Hun Türkleri için sapladığı kılıçlardan kurtulamaz.
Bizden olan bu kahramanlar önce sayfalarda kılıç salladı ardından beyaz perdede. Yıllar geçti televizyonda ettiler kavgalarını. Bir zamanlar Pazar sabahı kahvaltı ederken Tarkan izlemek kadar keyifli bir şey yoktu. Fakat artık ne Pazar sabahları ne gece yarısı görünür oldular. Ya kılıç sallamaktan bıktılar ya at koşturmaktan kim bilir.
Bulut TAR
Kaynakça
· Giovanni Scognamillo – Metin Demirhan, “Fantastik Türk Sineması”, Kabalcı Yayınları, 2005
· Kaya Özkaracalar, “Geceyarısı Filmleri”, +1 Kitap, 2007
· Giovanni Scognamillo, “Türk Sinema Tarihi”, Kabalcı Yayınları, 2010
· Suat Yalaz, “Asya Kaplanı Karaoğlan”, Tay Yayınları, Sayı 8
· Rahmi Muratoğlu, “Fatih’in Fedaisi Kara Murat”, Sayı:68, 188, Yıl: 1975, 1977
Post Views: 1.481