Ruhluk – Mutlu Çapraz




Onu öptüğümde, yağmur yeni başlamıştı.

“Ondan haber alamıyorum. Tam üç gün oldu.”

Öpüşmeye bir an ara verdiğimizde, çenemde hissettiğim sıcak nefesinden kulaklarıma süzülen bu ses, anlamı ile devleşerek korkunç bir sızıya dönüştü.

“Bana yardım etmen gerek.”

Buna mecbur değildim. Mecbur olduğumu düşünmesi, aptalcaydı. Kendimi geriye çektim. Yağmur hızını artırırken bir sokak müzisyeni Bahariye’de bir tentenin altına sığındı. Cadde kaygandı. Kaygan zeminde hep tetikte olmak gerek. Benim gibi hayatının her anında bir sözden, bir sesten, bir gülüşten, bir susuştan etkilenmeye hazır, bunun endişesini taşıyan ve buna karşı sürekli tetikte olan biri için kaygan zemin, diğerlerini kendine bir adım yaklaştıran bir etkendi. Onu öptüğümde, yağmur yeni başlamıştı ve o, beklediğimden daha kısa sürede her şeyi berbat etmişti.

“‘Sana hiçbir şey için söz vermedim.’”

Belki çok sarhoş bir anımda, şık bir otel odasında baş başa bütün gece oturup hiç sevişme olmadan pahalı içkiler içme planı yapmış olabilirdim. Bundan dahi emin değildim. Emin olduğum şey, yardım etmek gibi bir mecburiyetimin olmadığıydı. O bunun aksini düşünüyordu. Zaten O, pek çok konuda benim aksimi düşünmeye programlanmış gibiydi. Neyi savunduğunu pek bilmezdi.

“O senin de arkadaşın. Başına bir şey gelmiş olabilir. Lütfen.”

Çok fazla Amerikan filmi izliyordu. Hollywood’da “please” ne kadar ikna edici olabilirse, bu şehirde “lütfen” o ölçüde iticiydi. Anlaması gereken çok fazla şey vardı. Bir defa ben Hollywood’dan hoşlanmazdım. Berbat filmler izlemeyi severdim. Kimsenin anlayamadığı filmleri anlamak için kıçımı yırtmayı severdim. Onları anlayamamayı; aralarından anlayabildiklerim çıkarsa kimse ile paylaşmamayı severdim. Burnumun ucundan düşüp sakallarımdan sızan yağmur damlaları, burnumu kaşındırmaya başladı.

“Senden daha fazlasını yapabileceğimi sanmıyorum.”

Yapabilirdim. Ediz, altı senelik arkadaşımdı ve bir bunalım anında yapacağı her şeyi adım gibi biliyordum. Yapmaya karar verdiğim anda gidip onu saklandığı yerden çıkarabilirdim. Ancak ne bunu istiyordum, ne de Ediz’in ihtiyacı olan şeyin bu olduğunu düşünüyordum. Ediz’in ihtiyacı genelde yalnızlık ve içkidir. Belki de bu ortak ihtiyaçlarımız bizi bunca senedir bir arada tutmuştu. Yan yanayken birbirimizi yalnız bırakabiliyorduk. Bu önemliydi.

“Bak. Özür dilerim, tamam mı? Böyle olmaması gerekirdi.”

Nihayet bir nebze samimiyet baş gösterdiğinde müzisyenin sığındığı tentenin altına doğru yöneldik. Asla birbirimize karşı dürüst davranamamıştık. Çok fazla sevişmiş, çok az sevmiştik. Kendine verdiği değeri biraz olsun bize verememişti. Ona göre “biz olmak” zayıf insanların işiydi. Kör kütük âşıkken dahi reddediyordu aşkı. Tanrı’ya inanmayan birini tehdit dolu ayetler ile ibadete ikna etmeyi denemek gibiydi, ona seni seviyorum demek.

“Ne seni ne de Ediz’i üzmek istedim. İkiniz de çok değerlisiniz. Biliyorsun.”

Bu konuda haklı olabilirdi. Bize bir şey vadetmemişti. Aşka inanmayan bir kadından, sağlam yatak oyunlarından fazlasını bekleyemezsiniz. Ahmak olan bizdik; bekledik.

“Bu hikâyenin kazananı olmayacak, değil mi?”

Tentenin altına girip yan yana durmuş, sokağı izliyorduk. Bütünüyle içimden kopup gelen bu söz, şaşırttı O’nu. Belki asla kendini hikâyenin “kazanç” parçası olarak görmediğinden, belki de sesimdeki titreme ile ilk kez içimdeki hüznü hissedebilmesinden. Bir şey söylemedi. Bir cevap beklemedim. Sustuk.

“Seni evine bırakayım.”

Yağmur azalmıştı. Müzisyen, gitarını koyacak çantası olmadığı için tentenin altında kalmaya devam etti. Biz aşağı doğru yürüdük. Yürüdük. Yürüdük. Uzundu. Yol, sessizken ve kötüsü bas bas bağırırken içim, zordu. Bir ara bilinçsizce sokuldu bana. Anlamsız. Alışkanlık.

Evine vardığımızda karşımda öylece durdu. Gözlerini gözlerime dikmişti. Ona bakmadım. Parmaklarımın arasında yaşlanan sigaradan derince bir nefes çekip uzaklara baktım. Bir süre ona bakmamı bekledi. Bense baktığım yerde çok önemli bir meşguliyet varmış gibi bir an olsun dönmedim ona. Kırgın değildim. Kızgın değildim; ona hiç kızamadım. Ancak ona bakmak her şeyi güçleştirecek gibiydi. Bu gece kimi şeylerin farkına varmıştım. Onun istediği yalnızca yaşamaktı. İstediği şeyi, istediği zaman, istediği yerde ve en önemlisi istediği kişi ile. Bu konuda özgürdü; biz de onu suçlayamayacak kadar özgürdük. Ancak her hürriyetin sınırı, bir başka hürriyetti. İki hürriyetin kafa kafaya geldiği yerde, biri diğerine yol vermek durumundaydı. Bu şartlar altında belki de en doğrusu Ediz’in yaptığını yapıp ortalıktan kaybolmaktı. Bu hikâyenin bir kazananı olmayacaktı. Kimse onu bir diğerinden daha fazla sevmeyecek, kimse ondan daha fazla sevgi görmeyecekti. Ediz bunu anladığında içine düştüğüm galibiyet sarhoşluğum ancak dağılıyordu. Sabaha karşı şehre çöken soğuk, burnumun direğini sızlatıyordu; belki de ben sızımı buna yormak istiyordum. Daha fazla beklemedi. Evinin kapısına doğru yürüdü. Ağır adımlarında halen bir beklenti vardı. Siyah boyalı giriş kapısını itti. Kapının açılması ile apartmanın ışığı otomatik yandı. İçeri girmeden bir an bekledi. Başını hafifçe yana çevirip yere doğru baktı ve mırıldandı:

“Bir gün beni anlayacaksın.”

                                                                                                            Mutlu Çapraz


  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

Merdiven Altı İnsan Kaynakları Müdürlüğü Konuk Yazar Bürosu

Yazarın Profili
Paylaş

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir