
Kitap Adı: Kara Keşiş
Yazarı: Anton Çehov
Orjinal Adı: Полное собрание рассказов
Çevirmen: Mehmet Özgül
Yayınevi: Everest Yayınları
Tür: Öykü
Sayfa Sayısı: 385
Arka Kapak:
Mehmet Özgül’ün Rusça asıllarından yaptığı özenli çevirileriyle kronolojik olarak yayımlanan Çehov kitaplığının yedinci cildi Kara Keşiş, 1893-1895 yılları arasında yazılmış 13 öyküyü kapsıyor. Yazar Kara Keşiş’te, kadın erkek hikâyeleri üzerinden giderek yaşam bunalımlarıyla boğuşan karakterlere eğiliyor.
Üzerlerine çiğ damlaları düşmüş gür çiçeklerin boy attığı parkı, bahçeyi, saçaklı kökleriyle başı göklere eren çam ağaçlarını, çavdar tarlasını, geliştirdiği bilimi, gençliğini, cesaretini, sevinçlerini, güzelliğine doyamadığı yaşamı yardıma çağıracaktı… Halının üzerinde, yüzünün yanında oluşan kan birikintisini görüyor, bağırmak istediği halde duyduğu dermansızlık yüzünden bir şey söyleyemiyor, ama anlatılması zor, sınırsız bir mutluluk bütün bedenini dolduruyordu.
Yorum:
Arka kapakta da belirtildiği gibi kitap on üç hikayeden oluşuyor. Açıkçası öykü tarzından çok hoşlanmıyor olsam da; her öykü farklı hayat tarzlarını yansıtarak, bana ulaşmayı başardı. Genelde umutsuz aşk hikayeleri konu alınmış, ancak bunun yanında insan ilişkilerine dair pek çok ayrıntıya da rastlıyoruz öykülerde. Dini ve maddi konularda oldukça fazla işlenmiş. Kitaba adını veren öykü Kara Keşiş, bence en başarılılarından biri. Deliliğin, psikolojik rahatsızlıkların hastanın yaşamında neleri değiştirdiğinden, artılarından ve eksilerinden bahsediyor. Gerçekten ilginç bir öyküydü. Her hikayede keyifli zaman geçirdim. Everest Yayınları’nın hazırlamış olduğu seri de Anton Çehov’un Bütün Öyküleri yer alıyor. Fırsat buldukça diğerlerini de okumak isterim.
Alıntılar:
*Öyle sanıyorum ki; düşünen insanlar her alanda duyarlı, sinirli oluyorlar. Belki de böylesi kaçınılmaz…
*Mutluluk saydığımız şeylerin, sıradan isteklerimizin peşinde koşarken yaşam bize neler kaybettirmiyordu ki!
*Gökyüzünde ay gibi yalnız gezen bir insanım. Üstelik dolunay değil, yarım ay…İşte o yüzden kim ne derse desin, adım gibi eminim ve öyle hissediyorum ki, benim yarım ay olarak öteki parçam ancak aşkın doğal sonucuyla tamamlanabilir.
*Aynı sap örtülü delik damlar, cahillik, çekilen sıkıntılar, ıssızlık, karanlık, baskı duygusu o günlerde de vardı, bugün de var. Bütün bu korkunç şeyler insanın alın yazısı gibi kaçınılmazdı, her zaman olmuştu, gelecekte de olacaktı. Aradan bin yıl geçse değişecek, güzelleşecek yeni bir yaşantı beklenmemeliydi. Öyleyse eve dönüp de ne yapacaktı?
*Eğer bir insan yaşamından hoşnut değilse, kendini mutlu hissetmiyorsa sokakta karşılaştığı mis kokulu ıhlamurlar, koyu ağaç gölgeleri, bulutlar, hallerinden memnun, kayıtsız doğa güzellikleri ona aşağılık biri olduğu hissi vermekten başka bir işe yaramaz.
*Aptallar kafalarındaki düşüncelerin bolluğuyla zengindirler!
*Bana göre bir insanın kafasındaki düşünceler de karşıda gördüğümüz ışıklar gibi dağınıktır, gecenin karanlığında bir çizgi üzerinde anlayamadığımız bir amaca doğru uzar giderler. Aslında ne bir şeyi açıkladıkları var ne de geceyi aydınlattıkları. Yaşlılığımızın ötesinde, bilmediğimiz bir yerde son buluyorlar sanki..
Dilara Artar