Attila İlhan’ın “Ben Sana Mecburum” ve “Böyle Bir Sevmek” gibi şiirlerini yazmasına sebep olan kadınlar ve yaşanan olayları Ekşi Sözlük yazarı kafkaesque özetlemiş.
Keyifli Okumalar.
“
Bu yazıda en sevdiğim şairlerden Attila İlhan’ın hayatına giren kadınları ve onları algılayış biçimini ele almaya çalıştım. Ben sana mecburum, üçüncü şahsın şiiri, Aysel git başımdan, böyle bir sevmek ve Pia gibi daha onlarca iyi aşk şiirinin sahibi bu ölümsüz dizeleri hangi duygularla yazdı ve kadınlar şiirlerine nasıl yansıdı gelin görelim:
“ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.”
Böyle diyordu o pek ünlü şiirlerinin birinde Attila İlhan. Kadınları sevmişti İlhan, hem de pek sevmişti. Onlar da bu romantik, yakışıklı ve oldukça başarılı olan şairi sevmişti. “muhalif bir rüzgar” gibi giriyordu hayatlarına. Destursuz bağa girenlerdendi Attila İlhan, ansızın beliriverendi. Yaşı yetmişe geldiğinde dahi “tıpkı liseli bir çocuk gibi hala aşık oluyorum” diyebilendi. İşte bu nedenle şiirlerinde sayısız kadın ismi verdi. Bu kadınların büyük çoğunluğu onunla aşk yaşarken, onun dizelerinin öznesi olup ölümsüzleşeceklerinin farkında bile değildi. ‘Kaptan’ ise lirik dizeler vesilesiyle onları her daim güzel andı, şiirlerine onlarca kadın konuşlandırdı. İşte Attila İlhan’ın hayatında derin izler bırakmış kimi kadınlar ve ardında yürek burkan hikayeleri:
1. Zehra: doğru yerdeki yanlış kız!
“hayatımda rastladığım en ‘doğru’ kızlardan biriydi; ne yazık ki o günlerde ben yanlış bir yerdeydim”
Dediği Zehra, Attila İlhan’ın ilk şiir kitabı Duvar’dan itibaren birçok şiirinde yer alır. Özellikle yağmur kaçağı kitabında ona ithafen yazılmış birkaç şiir vardır. Zira Zehra dargınlıklar, ayrılıp barışmalarla dolu bir ilişkinin öznesidir. Attila İlhan’ın,
“akıllı siyah gözleri, düşünceli tebessümüyle bursa kız lisesi’nde yatılı öğrenci bir genç kız”
Biçiminde tanımladığı Zehra, Bursa’da okumaktadır. Attila İlhan onunla 40’lı ve 50’li yıllarda gelgitli bir ilişki sürdürecektir. Onu diğer kadınlardan farklı kılan nokta ise kendisine duyduğu sarsılmaz inancıydı. Gittikçe derinleşen bu ilişki, Attila İlhan’ın İstanbul, Paris ve İzmir arasında yoğun mekik dokuması sebebiyle pek düzenli olamaz. İkili yine uzun bir dargınlık sürecinde iken Attila İlhan, yolda Zehra’ya tesadüf ediyor ve yeniden çarpılıyor. Bunun üstüne “Zehra’nın hali” adında bir şiir daha yazıyor. Zehra’ya özürlerini ileten uzunca bir mektup yazıyor ancak yanıt alamıyor. Çünkü Zehra artık yorulmuştur. Almanya’ya taşınmıştır. Yıllar sonra ise bir İspanyolla tanışıp evlenecektir. Ancak İlhan’la arkadaşlıkları baki kalacaktır. Zira Zehra yıllar sonra tekrar İstanbul’a döndüğünde İlhan’ı arar. O sıralarda Ankara’da olan İlhan’ı arayarak uzun uzun sohbet ederler. Böylece kökü onlarca yıl öncesine dayanan ilişkileri boyut değiştirerek varlığını sürdürecektir:
“Zehra Kardelin
Akşam oldu yine bastı karalar
varıp yıldızların kapısını çaldım
açtılar
yıldızlar uyanıp gözlerimden geçtiler
halep şehri şen oldu şenlik oldu
ağaçlar dile geldi kuşlar güldü
dağ dağa kavuştu ben sana kavuştum
Zehra Kardelin
Sen kimsenin bilmediği bir yıldız gibisin
istersen derya düşünür kahrolur kederinden
istersen dağ yürür yağmur olur bulut olur
bir rüzgarın koynundan çıkar gelirsin
gözlerin iki siyah karanfil gibi
gözlerini yakama taksam
Zehra Kardelin
Sen masallardan bile güzelsin büyüksün
açıl susam dedin açıldı kalbimin kapıları
kırk haramiler yol verdi sana
ellerin alnıma dokundu havai fişek oldum
alıp başımı gittim güneşi delip geçtim
evren tükendi sen başladın
Zehra Kardelin
Sen bensin ben senim
kalbim de senin kalbin, kalbin de benim kalbim
ben yanardağ sen ateş, sen dünya ben güneş
ömrün ömrüme girmiş, yazan alnıma yazmış
nur yüzüne, yüzün şarkılara dönsün
kalbim bir yol sana gitmiş
Zehra Kardelin”
2. Suna Su: “rujunu al gel!”
Yağmur kaçağı adlı şiir kitabının pek ünlü şiirlerinden birinin adıdır Suna Su. Bunun haricinde daha pek çok şiirinde yer alan bir karakterdir. Bu şiirlerde karanlıktan korkan, pek çabuk üşüyen, hayalleriyle oyalanan zarif bir kız portresi karşımıza çıkar. Gerçekte ise Attila İlhan’ın,
“acaba yanlış zamanda yanlış yerdeki doğru kız mıydı?”
Şeklinde tanımladığı eski aşkıydı Suna Su. Kız kardeşi Çolpan İlhan’nın sınıf arkadaşıydı. Onu görür görmez etkilenmişti, ona göre Suna Su’nun “güzelliğinde bir Meryem tablosu safiyeti ” vardı. Suna Su, Attila İlhan ile her iki tarafı da alt üst eden fırtınalı bir ilişki yaşadı. Attila İlhan Paris ile İstanbul arası mekik dokurken, Suna Su İzmir’deydi. Bir uzak mesafe trajedisiydi ilişkileri; mektuplarla ilerlemişti. Sonra bir vakit babası durumu öğrenir ve Attila İlhan’la buluşarak, onu uzunca dinledikten sonra, “iyi de evlat neyle geçineceksiniz” şeklinde gerçeği yüzüne çarparcasına bir soru sorar. İlhan da durumun vahametinin farkındadır. Ancak kör kütük aşık olmuştur bir kere.
Suna Su’ya bir mektup yazarak “rujunu da al gel” şeklinde çağrıda bulunur. Ancak yıllarca ne bir ses, ne bir mektup ne de kendi gelir! Yıllar sonra anlaşılır ki ailesi Suna Su’nun Attila İlhan’a kaçacağından korkmuş ve kızlarını Anadolu’da bir subay olan abisinin yanına göndermişler. Böylece Suna Su’dan geriye öznesi olduğu birkaç enfes şiir kalır hatıra:
“ışıkları söndür Suna Su
vapurları duyacağız ha
dün gece uykumda sıçradım
beni mi çağırdın Suna Su
nereye gideceğiz ha
Yabancı değil ben kaptanım
aç kapıyı Suna Su
büyük yağmurda ıslandım
şarabın var mı Suna Su
sabahı bulacağız ha
Kadehini dinleme çıldırırsın
elimden gelmeyen bir o
bütün trenleri kaçırdım
saatin kaç Suna Su
yarın öleceğiz ha”
3. Maria Missakian: “en imkansız aşkı yaşadık”
Yine “Yağmur Kaçağı” adlı şiir kitabında yer alan enfes şiirlerden biri ve o şiirin adandığı bir başka Attila İlhan kadını. Attila İlhan o sıralar Paris’tedir. Genellikle yazarların takıldığı bir kahvede yeni kitabı üzerinde çalışmaktadır. Başını kaldırdığında, “piyano siyahı saçları omuzlarına dağılan, seyrek ve dağınık kaşlı, kıvırcak kirpikli, hafif çekik lacivert gözleri hülyalı, karanlık saçlarında mıknatıslı mavi çakıntılar, neredeyse saydam beyaz bir ten” şeklinde tarif ettiği bir kız, – siz türk müsünüz? Şeklinde ani bir soru sorar. Sonrasında ailesinin Türkiye’den göçmüş bir Ermeni olduğunu söyler. İşte böylece tarihin gördüğü en imkansız aşklardan biri alev almıştır bile. Maria çok yoksuldur, Attila zaten beş parasız. Attila İlhan, Nazım Hikmet’i kurtarma hareketi’nde bir sosyalist, bir flenaur; Maria ise bir silah dükkanında tezgahtardır. Birisi Ermeni, diğeri Türk’tür. Ancak yine de birbirlerine aşık olan ikilinin ilişkisi iyice derinleşecektir.
Attila İlhan, Maria’nın çalıştığı yere yakın bir kahvede çalışmaya başlar. Artık Maria her öğle arasında sandviçiyle yanındadır. Sinemalarda, kahvelerde ve sokaklarda iyice büyüyen ilişki, Attila’nın Türkiye’ye dönmesi gerektiği için yara alır. Maria ise l-Londra’da bir iş bulup oraya gider. Attila onu Türkiye’ye getirtmek için her yolu dener ancak acımasız bürokrasi buna izin vermez. Zira Maria’nın ailesi Osmanlı’dan izinsiz kaçan siyasi mülteci oldukları için Maria pasaport alamaz ve Türkiye’ye giriş yapamaz. Böylece destansı aşk, sonsuzluğa hapsedilir. Yıllar sonra Attila İlhan’ın abisi Maria’yı Paris’te arayıp bulur; onunla konuşur. Sonrasında ülkeye dönen abisi, doğruca Attila’nın yanına gelir ve: “-Maria’nın selamı var, der. Hayırsız bir müzisyenle evli, iki de çocuğu olmuş, biraz fazlaca içiyor. Ama seninle ilgili konuşurken gizlice ağladı.” Bunun üzerine Attila İlhan, “Yağmur Kaçağı” şiir kitabının içindeki Maria Missakian sayfasını imzalayıp ona gönderir:
Maria Missakian
yüksekkaldırım’da bir akşam
maria missakian’ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım
Kasım’da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam
Döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
Maria Missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam
Gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kırılıp dökülseler
bizi sokoklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan
Yine akşam oldu Attilâ İlhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki Paris’te Maria Missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup Paris’i
sana kaçmayı tasarlar her akşam”
“
Kaynak: Ekşi Şeyler