Küçük kız’a hayretle bakan kız, bir anlık panikle yerinden kalktı.
Nasıl oluyordu bu, böyle bir şeyin olması mümkün müydü, olabilir miydi?
Küçük kız’ın gözleri dolmuştu.
Adı Sudenur olan genç kız, “Ben anlamaya başlıyorum galiba” der gibi oldu, onun yerine.
Küçük kız, cebinden bilyeleri çıkarıp meraklı gözlerle kendisini süzen Sudenur’a uzatıp;
Sudenur, bilyeleri alır almaz Sudenur ve adaşı olan küçük Sudenur’dan yaşça bir hayli büyük olduğu anlaşılan genç bir kadın yanlarına geldi.
Elinde taşımakta zorlandığı bir valiz vardı, kaldırıma oturdu. Buruk bir tebessümle Sudenur’ları süzdü, “Bakın bende ne var…” diyerek valizinden tonla para çıkardı.
“Bunlar var, artık sadece bunlar… Ama görüyorsunuz işte; nasılım, değişmiş miyim?”
Genç Sudenur kaldırıma oturdu tekrar, gözyaşlarını sildi, çantasından eski fotoğrafları çıkardı.
Genç kadın ve küçük Sudenur da gözyaşlarına hâkim olamadılar. Her biri geçmişlerinden bir parça bulmuştu. Peki, neydi onları bir araya getiren, üçünü de birdenbire gözyaşlarına boğan hadise, üçünün de geçmişleriyle olan bağlılıklarının sebebi neydi?
Genç kadın küçük Sudenur’a bakıp, “Değişmişim, öyle değil mi?” dedi gözyaşlarını silerken.
Genç kadın acı bir tebessümle gülümseyip, başını salladı.
“Sevmez olur muydum? O benim nefesimdi, elim, ayağım, gözüm, umudum; ömrümün her bir ânı, nefesimin en temiz yanı… Demek sonun böyle oldu, severken bir başkasıyla olmak…”
Küçük Sudenur yüzünü elleriyle kapatmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Üç adaş bir araya gelmişti. Üçü de Sudenur’du. Peki, bu insanlar niçin koşuyorlardı?
Sudenur’lar can pazarı hâline gelen caddenin kalabalıklığının dinmesiyle birlikte insanların orada bulunma nedenlerinin ne olduğunu anlamaya başladılar.
Her biri kendine çıkıyordu, her bir insan geçmişiyle, çocukluğuyla, genç kızlığıyla, delikanlılığıyla, yetişkinliğiyle ve yaşlılığıyla karşılaşıyordu. O cadde kendine çıkan yol caddesiydi.
Çocukluğunun bilyesiyle, genç kızlığının hatıra dolu fotoğraflarıyla ve yetişkinliğinin acı dolu bir aşkla ödenen faturasıyla, istenmeyen/ sevilmeyen biriyle yapılan evliliğin mücadele edilmesi ile boy gösteriyordu.
Çevrelerindeki, kendine çıkan yol caddesindeki diğer insanları seyretmeye koyuldukları anda bastonuna tutuna tutuna yürüyen çok yaşlı, kısa boylu, ufak tefek, gözleriyle ve bakışlarıyla kim olduğunu belli ettiren bir kadın geldi. Yaşlı Sudenurdu bu. Yaşlılığıyla oradaydı şimdi.
Çocuk hâline, küçük Sudenur’a sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Bastonu düştü elinden sarılırken.
Gençliği; genç Sudenur atıldı hemen.
Genç kadın, Sudenur’un orta yaşlı hâli araya girdi.
Yaşlı Sudenur: “Ömrüm yettiğince varım” dedi.
Küçük Sudenur, genç kızın elinden bilyeleri hızlıca kapıp, “Bilyelerimin üstüne yemin ederim varım” dedi ve ilk kez içten gülümsedi.
Genç kız, Sudenur’un gençliği konuştu:
Yaşlı Sudenur’un koluna girdiler, küçük Sudenur’un elini tuttu genç Sudenur.
Sonsuzluğa uzanan yolda birbirlerine sıkı sıkıya sarılan, kendine çıkan yol caddesindeki diğer insanlar gibi birbirlerinin yüreklerine, en iç yanlarına sığdılar. O vakit geriye bir tek Sudenur kaldı, yaşlanmış, saçlarındaki akla hayata gülümseyen Sudenur…
“Anne” dedi, “Bana verdiğin gençlik iksirini; hayatı seveceğim. Kaç yaşında olursam olayım, ömrümün son günlerine dek kendimden vazgeçmeyeceğim. Hep genç, hep çocuk, hep canlı olacağım.”
Fotoğraf albümünü aldı, tek tek baktı geçmiş yıllara. Sardı, kucakladı, derin bir iç çekerek karanlığa gömüldü, sonsuz bir uykuya daldı…