I.
Akıyor ıslanarak bir pencereden şehre…
Tuhaftır, teker teker ışıklar deniz seviyesinde rüyalarını yaşıyor, sırf göstermek için ne yalın özgürlüklere baktığını.
Masanın karanfillerinden dağılan bir sessizlik bu…
Gözlerindeki buğu, kör karanlığın oturmuş tüm kalıplarından, şişelerinden fırlıyor sokağa. Sarkıp da baş aşağı dökülüyor. Sanki sınırlarını barındıran görüntülerden bulanıp, ara sokaklarda yeni bir oyun gibi uzakta kapatıyor yaşlanmış tutsaklıklarını. Hepsini bir gölge gibi boyamış oysa duvarlarda.
Perdeyi çekiyor.
Ve bir dans…
Kendini saklayıp, bir düşsellikten tırmanıyor kapılardan.
Kapılar kapalı.
Tuş olmuş bedenler teker teker yığılıyor yol boyunca. Senfoni zamanda. Zehirli bir gaz gibi sarıp uzaktan hayaletleri yatağın baş ucunda taklalar attırıyor. İçine gömülüp, belki uçarak yakar tüm lambaları. Yoksa şehir sönmekte.
Hemen değil!
Bu sessizlik boynuna dolanmadı daha. Şehir beklemeli..
Sözcükler kişilerini arıyor. Öylece sıkıştırıp, boş bir apartmanda yuvarlanıyor. Sesin ulaştığı kapılarda.
Her yer karanlık…
Kukuletalarını taktı tanrı zavallılara. Bir düşüş ki basamaklar paramparça.
Uçmalı…
Zaman, şehre çağırmakta. Hareket yine süreklileşmeye yaklaşıyor. Hayat bir sessizlikten sıyrılamayıp, gürültüde daralıp patlamayı bekliyor.
Dans yollarda…
Ne kandırmacalar bulunuyor kaldırım altlarında. Varsayımlar gibi kapanıp yaşadığı ana gidiyor. Dalıp dalıp sıcak bir nefesin kaybeden renklerine, yumruklayarak tekrarlıyor her saat.
Bir işkencede zincirleri bileklerine yamanmış bir köle gibi bırakıp, ardında eskittiği gülüşlerini arıyor. Bardaklar yeniden dolmuş. Sokak, şoförlerine ağlıyor. Kıvranıp, üstüne dökülmüş pencereden eski bir tüldür. Bir ucundan uzanıp sarsıyor aniden. Ağzından boşanıyor biriken her damla.
Yaksa, yanacak…
Kıskançlıktan değil sırf kininden öldürecek yanışları.
Katil aramızda.
Ne iğrençliklerin sürüp giden hükmünde ne de nefretin kabul görmez durağında başlıyor cinayet. Her an kapı açılıp vurulabilir beyninden.
Sanki notaları kazınmış aşk tutkunu bazılarından önce buluyor kraliçenin ellerini. Her gün çılgına dönüp, ortalıkta dönüp duran kılıcını saplayacak şövalyeler arıyor.
Ve bir koro, sesleri yükseliyor.
Sanki notalarını kazıyor kraliçenin ellerine. Bitti sanırken koşarak şehri çalıyor kendinden. Artık herkes, durdurulmaz çığlıklarını salıyor gökyüzüne.
Bu gürültü bir isyan.
“Şimdi buradayım bayım!” diyor. Uykulardan sıyrık aşk gülüşlerine karışıyor gece. Eğlenmiş ruhlardan neon ışıklarına gizlenip bir motelde yaşıyor yol kenarında. Sağır edercesine zamanı, kolayca kaçıp, oyuncakları kuruyor trenin geçeceği raylara.
Hemen başlamalı, yakınına varıp en baştan. İçinden çıkıp aniden parlıyor çünkü, çağırıyor. Yüksekten gömleğini delip taşıyor. Ölüm sıkıp tenine boğuşuyor sonralaşan patırtıda.
Kalabalık yapıştırmış tınılarını. Fakirleşen güz sonu zaferlerini saçıyor balkona. Şükranlarını sunup gösteriyi kaydetmekte şimdi. Serbest kılmış tutkun başlangıca kesik kesik yalvarıyor. Burası felaketler kasabası. Komiklikten değil eski bir trajedi. Silueti yabancılaşmış yaşanmışlıklara ölüyor bir bir.
Bir kavga başlıyor. Sonsuzluğa uzanamayıp arka koltukta aynı gidişte çıkışı soruyor.
Sadece bir fantezi.
Ardı sıra kapanıp yaşayışları tüm odayı soluyor. Yangından biraz önce tutunup şekillere, kendine, desenlere karışıp her yanışında saplayıp göğsüne yaklaşıyor. Bu felaket yüklü bir bulut boşlukta.
Küçülmüş dünyaların mızmız çığlıklarını söndürüp, kendi dışına hapseden bir katil, tiranlarını sıkışmış bakışlarından uzakta izliyor. Belirlenmemiş bir karanlık kadar her şeyi çevirip, değişime ramak kala ihtiyar gözyaşı avcısını vurabilir. Gecede sürünüp, ışığı sezince son sürat uzaklaşır –kimse durduramaz.- Çünkü iki kadeh, caddeleri şaraba bularken, masanın üzerinden dökülen karanfiller görüntüde. Dizginleri yaralanmış, denizlere dalarak, çırpınarak, gerçekten son boyanmış bir tuvalde kalmayı tercih edecektir. O zaman bütün yıldızlar yörüngelerinden sarsılıp, bu gecede şehri bulacak. Tükenen, arayıp sana kalışlardan bir içki sunacak.
Şimdi korunuyor, ayağı kaymadan. Tavan çökmeye hazırlanıyor –sırılsıklam.- Yerden kesilip davet bekliyor olacak. O zaman doğrulup, siyaha çıplak yüzünü yasladığında kopacak.
Kapı çalıyor – uçmalı!- şehir uzakta, cam açık.
Katil kapıda!
II.
Fırtınadan sonra bulutlaşmış gözlerini dikti arkamda.
Ölesiye bir korku bu –koridorun sonuna kadar götürür- bir nefes sigara ve yaslanıp kalır. Sorulmuş her çözümsüzlük, beyninin kıvrımlarından damlayarak, aynı yolculukta titreye titreye durdurup seni bağırır; “inecek var!” Son sürat geçer savunmasızlıklardan. Ansızın yüzünü çevirip kendine, bakar. Yanılsamalar aynılarını üretir baktıkça –yansımalar koridorda, ev bomboş-. Her biri bir kenarda sıralanıp pusu kurar. Önce kâğıttan sonra köpük ve fanustan mezarlara dalıp çıkar. Karanlıktan merdiveni indikçe orkestra en ateşli dansına başlar. Bir İspanyol dansı –kırmızı dudakları fişekler saçar-. Kadınlar kahkahalarıyla yaralarken sopranoyu, göğsünden çıkaracağı hançeri fark edemezler. Bütün salon haykırır, dumanına karışır. Bilmezler bütün dünya avuçlarında şimdi.
‘Bu kadar mı?’ der garson -oysa gösteri sürmekte- dans et Early!
Sanki bir kovalamaca!
Geçtiği her kapının anlamlar yüklediği küçük dünyalar olduğuna inanır. Uzatır ayaklarını, altına gömülüp bestelerini salıncaklardan savurur.
Dur gitme!
Düşmanı omuzlarından baltalayarak gebertmemiş miydik?
–biyolojik bir yok oluş-
Uzakta yaşanmış düşler çalıp geceni, sana zeminler hazırlarsa ya da çalıp kapını ‘cöö bu güller size’, koşarak çok iyi zaman geçirmişliklerine sayıp her şeyi, terkedebilen yürekliliğe övgüler yağdırmaya başlamaz mı?
Kahraman, inanışları kuştüyü yastıklara yatırıp tüm enerjisini öte varoluşlara kapatır. Kimliğini yitirenlerden maskelerini ödünç ister. Zamanlaşan aynı görselliği yaşar, sonra çıkıp kürsüden ‘dünya böyle’ sanışlarından böğürtülerle bıkmışlık taşar.
Karmaşa düz yolda küçük perilerini arar. Tüm sokak, kalıntılarını tekmeleyerek böler, az ötemden sanki çarpışacakmış gibi gözlerini diker arkamda. Gökyüzü hafiften bir felakete işaretlerini yollarken, beklentiler kumlaşıp toz olur. Çünkü bir fırtınadır yakından zamanı izleyen.
‘korkma!’ der kadın -bu son sigara-.
III.
Duruşa göre değişen ışıklar…
Bir gemi öbür taraftan bakıyor ışıklara, her geçişi dumanına karışıyor.
Bekle…
IV.
Gözlerini açar açmaz vitrinlere, kollarını alabildiğine açtığında duvarlara çarpa çarpa bir yaşanmışlık destanı sunuyor hayat.
Dualarını suya yatırmış şeytanlar, bizim için çalıyor bestelerini. Hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi çırpınıyor.
Dur, hemen başlama!
Yetişmesi olabildiğince gücünü sınıyor sanki.
Olabilmek! İşte asıl sorun karşımızda.
Bazen tutup çıkaracakmışsın gibi kabuğunu ve altını üstüne getirmeden tüm çığlığı: ölüme diz çökün sefil dünya yaratılmışları!
Gerekirse iğrelti sahiplenilmiş tüm ruhların kendi basitliklerinde yok oluşlarını seyretmeye davet ediyor. İşte sen bu’sun! diyor sen de bu! Sadece iki parmağından çıkan, ulaştığı her nesneden geri dönüyor.
Bir yankı!
Aynanın önünden anahtarları alıp, kilometrelerce hızdan en küçük ayrıntıya dönüşüyor. Silahına sarılıp, buz gibi kabzasının öfkesinden ortalığı kasıp dağların bile yetişemeyeceği nefesini estiriyor. Budala sırıtışların derinliklerinde, az önce bulunulmuş zamanın saçma sapan tutumlarından gaza basıyor bu patikalı arazide.
“Üzgünüm sayın başkan, Polyanna geçen gün otel odasında ağlarken bulunmuş. Artık inanamam!”
Çünkü küçülmüş, aşağı dünyaların renklerinden yoksun kıldığı zaman, tek düze dalgalarıyla bu karalara vurmak istemiyor. Ben bir yalancıyım diye ağlıyor. Artık durdurmayın.
Adam yalvarışlarını tanrıdan esirgeyememiş rolünde aramıza sızıyor.
Hepsi birer yanılgı oysa.
Tik-tak, tik-tak, tik-tak takılıp aynı yörüngelerde sunuşları oyunu başlatıyor.
ve oyun sürmekte…
V.
Yaklaştıkça büyüyen –ayağında çamurdan ben’ler- saçlarını sallaya sallaya bir yolculuğa hazırlanıyor gibiydi. Dolunaydan ışımış bakış, bahçelerin içinden atlaya atlaya, sanki tüm güzellikler için bir randevu bulmuş… Bakıp da kapıları aralamış bir şölen! Tek tek suratlar arkasına kurgulanmış.
Sesleniyor “kayıt”
Orkestranın başında çıldırtan gülüşleri, özlemleri bir notada koyuyor başucuna.
Sesini aç!
Çırılçıplak en gerçekliğini, çarpıtılmış yumuşak bir ışıkla, slüet haliyle seviştirecek sadece. Ne yol boyunca paltosunun yırtık cebini, ne de yanından uzayan kadın idolün yıldızlara olan mesafesini tartışacak. Oturup odaya, hapseden o kokuyu anlatacak. Her yer bu kokuyu kendinde sindirip, seslere karışmaz mı? Ama bir yaz akşamına ateşler yakıp, uzaktan güneşe gizlenmiş gemileri bir bir kurabilir -kaptan savaşlardan defterine kalan o aşkı derinliklere batırır o zaman- Sözcükler görüntüye ulaşmalı! Düşünceden sözlere dönüşemeyen sinsi bir sırıtış olur çünkü, tükenir.
VI.
Önce benzin istasyonlarını havaya uçuracaktık. Camdan kendimizi çıkarıp, tahta ayaklı ağlamaları gezdiriyorduk.
VII.
Tanrım beni de satın almayacak mısın?
Birkaç melodide yatağa kıvranmış, sarhoşluğu uykuya yatırmak üzereydi. Sarışın kapak kızı böldü her şeyi. Tülün arkasında, buğularından beyaza yanaşmış ağlamaktı.
Beyazdı, bağırdı! -sana söylemiştim, seni seviyorum-
Askeri bando trampetlerini beynine saplayacaktı yoksa, uyumalısın. Gerçek bir gidiş gibi her sonu hazırlanmış yaşanılacak, sanki uykuyu geciktirmekteydi. Çünkü beklenilmedik oluşlar bomboş bir odada keşke patlasa diye beklenir. Ama haksızlığa uğramış hakka tapan sözler odada.
Etkinin yarattığı tepkisizlik, keşke burada olsalara ağlayamıyor bile. İşte bu herşeyi çözüyor. Farklı yaşayış bir kahve daha içiyor, çünkü gidecek – Ateş etme!
Rutubetle geçen günleri, sahte naylon koltuklara gömülerek, tükettiğine göndermeler yapacaktı. Kalemi alabildiğine sivriltti. Defterin üstünde duran eline saplayacak!
Elmaslar!
Dakikaları bekleyişlerle geçen zaman, hep başlangıçların sorgusuna dönüşüyor. Alkışlar yükseliyor zamandan başlangıca geç kalınıyor. Sonuç ise başlamadan, çözülme aşamasında kendini asıyor. Koridorda kendini görüp, yankılanıyor ve tanrıya rüşvetler dağıtıyor –beni de almayacak mısın?-
Fotoğrafını duvarda gizlemiş.
Sabaha yakın kadehleri pencereden sokağa kazıdıktan, arabaları ciyak ciyak bağırttıktan sonra vahşi bir sevişmeyle başlıyor uykusuzluk. “eşyalarımı alıp gidiceğim” diyor -eşyaları savrulmuş odaya- Bir davet düzenlenmiş, yemekler masada. Birden sandalyeler uçuyor, birbirine gömülüp içine dönüyor. Yine kapı açık kalmış -bir gidiş- alabildiğine dönüşsüz. Oysa bugün en kontrolsüz uçuşuna geçiyor, bir dost arıyor karşısındaki kişilikte ve tokatlayarak bulsa, uyuyacak.
Tokatlayamıyor!
Küçük öpücükler gecede. Bir başka ruhun yolculuğunu kıskanarak, yanyana, kenetlenmiş, bırakmayacakmış gibi aşka batmakta.
Tehlike!
Gözlerini açıp yukarı baktı. Gerçek bir yaşantı ya da bir fantazi ama hayat başlıyor ağlama.
Her yerinden yatağa kilitlenmiş yatarken, orta yaşlı sarışın kapak kızı koluna narkozu verdi.
“camdaki çınar bendim desem, inanmaz mısın?”
VIII.
Bardan uzaklaşmak istedi. Bardakları çantasına koydu.
Yol ayaklarını delip sıcağından eriyordu. İçine batmadan bir mırıltı -hep ölümü andırırdı- Işıkları birden göz bebeklerini kırık bardaklara akıtıp sevişmelere açık karartmaya çekecek – Bir enstantene !
Bazen o kadar büyük kalıyor caddede. Arkasından dakikalar tutup geçtiği sokaklara yıldızlar doluyordu. Bazen de cehennem kaçığı, üst üste sıralanmış aynı caddede bir kibritçi kız.
Bir demircinin kor olmuş tutuşundan resimlere uzanan ve arka koltukta camdan büyüyen meteorlar, bilindik şiirlerden müziklere karışmaktaydı.
Beynini çıkartıp içinden, yol boyunca ardından sürüklüyordu. Bir benzincide sigarasından kıvılcımlar bırakarak uzaklaşıyordu.
IX.
Eliyle yüzünü kapadı!
Kumsala kalan, çok tanıdık dolunay ağlayışı, döküntüden hissizleşen balığın alevinden pulları, beyaz kağıtlardan katlı ve sana gelmek için kadrajın sağ üstünde tünemekte.
Belki bir Gangster!
Hayır!
Sanki günleri işaretlenmiş o yalnızlıktan, özlem dalgalarıyla kumsalda ayaklarına dolanıyor. Biraz daha ilerlese kasıkları kanayacak. Alabildiğine durağan kumsal… Ters dönmüş bir tekne… Kendinle oturup bir itiraf… Güzel hazırlanmış değersiz benlikler yakıp ateşi, en orta yerine kurulan maddesel bir sahipleniş.
Haksızlık etme!
Üstüne kurulmuş temelsiz evler rüzgarı kısık kısık içmekte… Çünkü arkası alabildiğine evsizlik. Çözümleme derdinde, kendi içinde çıkılmaz bir şarkıdan duymuş.
Siyah maskeli adam göründü. Eliyle yüzünü kapadı.
Sanki bir zil küçük seslerini avluya yatırmış ve uykusundan hemen önce hıçkırarak ağlayacak! Yağmur hafiften ıslatıyor bahçeyi. Geceliği omuzlarından düşüyor. Çırılçıplak zincirini beynine kilitlemiş aşk, geceliğine tutunup, ağırlığında kumsalda savunmasız bırakacak. Tarlalardan uçup, yüzüne sıçrata sıçrata koşarken sağ gözüne saplanacak!
X.
Bazen son sürat geçen takip edicilerini yanıltıp, gerçekleştirdiğinde emelini, aynada kendine bakıp, çıldırması demektir.
XI.
Hiçbir şey…
Mükemmelliğe sığınmış tek düzeliklerin, gün doğumuna yakın avazı çıktığınca sokaklara dökülüşü, teker teker açıyor gömleğini.
Bağırıyor!
Seslerden, her defasında omzuna dokunamadan, az ötesinden ismine göndermeler yapıldığına yeminler edebilir.
Düşler mi?
Azar azar veriyor. Bir yolunu bulup dudakları öfkeleri tepelerde yoğunlaştırarak ters boyutlarda yorulmalarını sağlıyor. Çünkü duramaz.
Aynalar!
Makaralarca ve üstünü ıslaklıklarla çepe çevrelemiş güneşler gırtlağında kazınan ya da bir kopyası gibi aynılıkları silecek bir güç. Araya çekilmiş camekanlı sınırlılıklar, düşmelere nağmeler ya da kokulara dönüşler yaşatıyor.
Yoksa yalnız dönüşler mi?
Eskileri küçültüp kavanozlara, prensesler diyarının yüce büyücüsü ne zaman salacak boşluğa? İpince sesler, ağrıtacak kadar büyüdü. Kalışlar, boş vermişliklerin yanında -zaten beklemeli-
Korkutucu!
Gölgeler satıcılarını adice takip etmekte. Terleri yetemeyecek. Tümü anlatılmış olup, öbür tarafı bu kadar yaralayacak bir özveri, gül bahçelerini serenadlarıyla uyutacak.
Uğultu!
Anlamlar, değişik kişiliklerde zamanların farklılaşması sadece. Sonrası bilinilmezlikle kavgaya girmiş. Daracık kıvrımların içine düşerken aydınlıklar, tek tek her bir taneyi incelemeye vakit bile bulamıyor. Seç birini, gücü ancak burada yaşayabilir.
Güzelliklere yakınlaşan düşler gözlerini derinlere batırıyor. Dev dalgalar takibi sürdürmekte çizgiyi her an silebilir.
Katlanılmaz, üstüste girmiş ezilmiş sebepsizliklerin ansızın aşkı, ansızın rüyayı katletmesine emirler yağıyor. Kişiler dışında, sinsice bir yerlere batacakmışcasına delirtici bakışlar son sözcükler için zamanı başlatmaya hazırlanıyor.
Arada kalan yalnız sıradan bir zaman.
Tertemiz ipekten bağcıklarla sarıp ayıpları, pamuktan doldurulmuş kuklaları herkese öptürecek.
Azaldı ve yakacak.
Bir parmağı uzanamayıp olduğu yerde kalmaktan korkuyor. Kadın ürpertiye salıncaklar serip yumuşak bir öpücük için, haberler salmadan geldi. En güzel kokuların canlandığı karakterler, boyaları henüz kurumamış, sarılarak karşı tarafı hedefe kilitlemiş durumdalar. Çirkinleşen yüzler, yol alabilirliği alt seviyelerde kapatıp, ölümle anlaşmalar imzalamış, güzel şeyler dünyasında.
Bir çiviyle kafasına atılmış çamurdan adamlar etrafı yerle bir edecek.
Yolculuklarda apartman boşluklarına hakim sakinlikler…
Küçük yaşantıların serserisi! Kendi bütünlüklerinin çıkmazlarında önlüklü çıraklarıdır hala… Basitleştirilmiş tutkuların, esirliğe cevabı belki de!
Avuntular!
Duyarlılıklar komikçe aitleştikçe namussuzlaşır. Küçük uydurmacalar koyar uykuna.
Dillere dolanmış yılanlar, hırsızlıktan aranmakta. Aksesuarlar, yanılgıların saraylarında cinayetler işliyor, boyunlara dolanıp yılan taklitleri yapıyor.
Kaderine mi yanmalı?
Ağlamalı!
Gösteri, bütün zıtlıkların tapınaklarında fıçılardan taşmamayı öğütleyip, muhteşem coşkularla neredeyse ağlayacak. Cinayet artığı bir görüntünün, notalarla sarhoşluğundaki boş vermişliği, her gün kapıyı çekip kaçışının yıl dönümünü kutlayacak gibi…
Pazarlıklar, cırtlak seslerle gelip, seni almasını beklemeye sebepler yaratıyor.
Saçmalıklar!
Özenle yaratılmış sona dek çalınanlar, üstünü arayanların kayıp kalmış bir kişilikte buldukları orgazmdır.
Susturucu bir şşşıışt!
Elleri ensemi okşayan kadından, dokunuşları öldürücü vuruşunu son tura saklıyor.
İşte geliyor!
Benlikleri okşayan vaadedicileri, oturdukları kapalı mekanlarında hala izleyebiliyor olmanın utanca karışmış ortaklaşa keyfi, duvara bir çizik daha atıyor. Pişmanlığa yeni yollar çizecekmiş gibi geliyor çoğu zaman. Düşler birbirinden habersiz aykırılıklara yakın seyrediyor. Kocaman yumruklar, sırasıyla alt kat ziyaretlerini sıklaştırmak için isim yazdırıyorlar.
İlk durak sikik bir fahişe!
Yalvarıyor, lütfenleşme daha fazla. Şimdi ya da sonra.
Çatapat şeridi, ilk şehidini istemeyen çocuk bedeninde zorlamalara karşı koyamayacak şekilde ilerliyor. Çat ve pat. Kolunun etsiz kalmış kemiğine yakın serinliği havayı gereğince patlatmıştı aslında.
Saçları ve bıyığı simsiyah…
Bilmesi yetmez! Kırmızıya benzetmiş, boktan odaların renksiz araçları tekmelerinden korunuyor.
Fahişe yatakta!
İyice terbiyesizleşmeye başlıyor. Vurulmalı mı?
Haykırışından önce, kendini buruşturmayı aklına koysa da, kuralsızca yanan ışıkların ortasında çakmaya uğraşıyor.
Yetmiyor her yeri yanmalı.
Çalgı ekibini toplamış, salonu dövmekten öldürmeye… Yanlış notaları emmiş zurnalar, gırtlağını iki kez tıklayanların cebinde.
Bencillikler, değeri saptanmış isteklerin kurbanı olmaya çağrıldığında herkesi bezdirecek bir savunmayı elleriyle boğup, o yürekliliği taşıyamayan ölme biçimlerine yakıştıramayacak kendini.
Küçük dünyaların değer biçilmez zaferi!
Sonra, en ilkel seçimlerin kucağında başka çarelerin derin yazgısına ince mumlar dizecek, tıraş sonrası kolonyalı elleriyle.
Kesip atmalı artık aslan sütü!
Karalanmaya yüz tutmuş, kapkara ve fark edilmez sanılan şekillerin, bilinçsiz ve okşayıcı aniliklerle paramparça saçılmış -baharda gelen- alnını silecek.
Öpmeden bırakır mı salak!
Hiç anlanmamış gibi yapılan nazik kıkırtıların es geçtiği, frekansları yalnız seyreden züppe aydınlar takıntısı!
İğrenç görüntü budalası, ayaklar altına serilmiş, birazdan hırlayacak. Sarhoş sözlere yolu hiçbir zaman çizilmemiş yalnızlık sana söylemeliydi.
Devam edemezsin!
XII.
İnce bir delikten içeri çekilecektik birazdan…
Karşılıklı odaların, fotoğraflarla süslenmiş kaydırağında tutunurken, gözden geçirilmiş gibi görünen hafızasında yaratamadığı kişilikler, aşağıda, bir tarla yangınından yüzü yanmış kızı arıyor.
Eskitilmiş ağırlığından çürüyen pervazın uçlarından, tüm engellemelere rağmen görüntüyü tek tek tarayacak!
Ancak, bu aynısı olamayıp oradan geliyormuş gibi yapanların, durum karşısındaki hakimiyetlerini yıpratıyor. İhtişamdan kendini tutamayıp, saatlerce karşısında, hepsinin birden yarattığı -tek bir-in boyaları, yanmış yüzünü kapatıyor.
XIII.
Alt alta bavullarda bölünmüş suratlar, eğilerek, kırmızı rujlarını sürecekleri tek odalı çarşaflara, çelişkilerden fakir çocuklar doğuracak.
Kerem Topuz
http://keremtopuz.blogspot.com.tr alınmıştır.