Bir Dilenci ile Röportaj!


Adı Masum. Bu ismi kendisi vermiş kendine. İşlediği suçların kendine ait olmadığına inandığı için. Çok uzatmadan Masum ile olan sohbetimize geçiyorum.

-Merhaba Masum

-Merhaba

-Öncelikle bize vakit ayırdığın için teşekkür ederim. Umarım, sorduğum sorular yaşadıklarını sana tekrar hissettirip seni incitmez. Bu konuda hassas olmaya çalışacağım.

-Kendinden biraz bahseder misin?

-Tabi ki. Adım Masum. Nereli olduğumu bilmiyorum ama kendimi İstanbul’lu hissetmiyorum. Yaşımı sadece tahmin edebilirim. Büyük ihtimal 30 – 34 yaşları arasındayımdır. Çok küçükken, sadece kendimi hatırlıyorken beni bir aile yetimhaneden almıştı. 6-8 ay kadar sonra da dilendirmeye başladılar. Şuanda bu korsan kitapları satıyorum, bir hayırseverin yardımı sayesinde. Yine başka bir hayırseverin bana verdiği çatı katında yatıp kalkıyorum, yıkanmak için hamama, tuvalet için de camiye gidiyorum. Buradaki esnaf gidip gelmemde bana yardımcı oluyor.

-Gerçek adını biliyor musun peki? Yetimhanede sana nasıl seslenirlerdi?

-Ahmet derlerdi. Zaten çoğumuzun adı Ahmet, Mehmet, Ali ya da Veli’dir. Yetimhanede Bora, Kaya gibi isimlere çok rastlamazsınız.

-Yetimhaneden alındığın günü hatırlıyor musun ?

-Elbette hatırlıyorum, 25 ‘li yaşlara gelene kadar ki en mutlu günümdü. Bir aile beni beğenmişti. Beni evlatlık alacaktı. Bunun yetimhanede ne demek olduğunu asla bilemezsiniz. Yetimhanede hiçbir çocuğun yüzü gülmez. Hep mutsuzluk vardır. Ailenin olmaması ayrı, orada hem arkadaşlarının, hem senden büyüklerin hem de bakıcıların sana yaptıkları, 2 yaşında dahi olsan unutulmaz. Kalır akılda.

-Sonra ne oldu?

-Sonra bir kadın ve bir adam beni beğendi, yanlarına aldı. Tahminim 6-8 ay kadar yanlarında kaldım. Hiç sevmediler beni. Soğuk davrandılar. Çoğu zaman yemek dahi vermediler. Odaya kilitleyip, gün boyu dışarda olurlardı ama o odada tek durmak dahi, yetimhaneden daha iyidir. Sonra bir gün beni uyuttular. Nasıl oldu hatırlamıyorum ama uyandığımda bütün vücudum ağrıyordu. Ateşim vardı. Üşüyordum. Öksürüyordum. Midem bulanıyordu. Daha önce yaşamadığım ve asla yaşayamayacağım bir acıyı tatmıştım. En korkuncu ise, vüducuma baktığımda oldu. Sol kolum ve sağ bacağım yoktu. Neden olmadığına anlam veremedim ama öleceğimi düşünüyordum. Zaten yatağıma bağlıydım. Ağzım da bağlıydı. Çok bağırdım fakat tahminen kimse duymadı. Duyan olduysa da onlar, benim kolu kanadımı kıranlardı. Kaç gün öyle geçti bilmiyorum, biraz serum, biraz kötü yemek ile epeyce vakit öyle geçti.

-Nasıl bir yerdi peki orası?

-Az karanlık bir yerdi. Pencere yoktu, küçük bir lamba vardı. Duvarların rengi beyazdı. Oda çok küçük değildi ama odada yatağımdan başkası olmadığı için korkutucuydu.

-Etrafta kan lekeleri var mıydı?

-Tuhaftır, elbisemi değiştirmişlerdi. Belki o odada kesmemişlerdi kolumu bacağımı. Bilmiyorum. Belki de her yeri çok güzel temizlemişlerdir. Öncesini hatırlamıyorum çünkü.

-Bunu sana neden yaptılar peki?  

-Dilendirmek için. İnsanlar benim gibi zavallı görünenlere daha çok yardım edeler ki gerçekten çok para toplardım ama hiç birini kendim harcayamadım. Gerçi vermeyenler daha fazladır ama verenler de az değildi. Özellikle yağmurlu havada, ya da üst geçit tamamen karla örtülü olduğunda daha çok para toplardım. Üzerimde taşıyamayacak kadar çok olurdu. O gün zaten iki kez para alınırdı benden. Sabah güneşin doğduğu saatlerde, üst geçitlerde kar kalınlığı bilek seviyesinde, insanlar paltolarının içinde tir tir titrerken benim ince, yırtık kıyafetlerle betona oturup dilenmem, çoğu insanın vicdanını acıtırdı.

-Yemeğe götürmek isteyen olurdu, fazla para veren olurdu. Bana dua eden olurdu ama kimse yanına almak istemezdi.

-Hasta olmaz mıydın?

-Olurdum tabi ki. Ateşler içinde yanardım, aylarca öksürürdüm ama benim hasta olmam, dilenirken daha zavallı gösterirdi. Beni dilendirenler bu yüzden asla tedavi etmezlerdi. Kafanda canlandırsana. Hasta bir adam, öksürürken boğazından kan geliyor. Yüzü sapsarı. O sırada yağmur yağıyor ve sen beni gördün. Bana ne kadar çok para verirdin öyle değil mi?

-Haklısın. Senin için çok zor olmalı. Tüylerim diken diken oldu. Niye kaçmayı denemedin?

-Sana çok saçma gelebilir ama aklıma hiç kaçmak gelmedi. Zaten çok düşünmezdik. Hayvan gibi yaşıyorsun. Sahiplerin var. Okul okumuş, sosyal hayatı olan biri ile bizleri kıyaslamayın. Biz zekamızı geliştirecek hiçbir şey yapmazdık. İnsanlar Allah yardımcın olsun derdi, ben Allah’ı zengin bir adam zannederdim. Allah rızası için yardım edin derdim ama tam olarak ne anlama geldiğini bilmezdim.

-Peki o insanlardan nasıl kurtuldun?

-Ben kurtulmadım. Bir gün benden para almaya gelen kimse olmadı. Depoya nasıl gideceğimizi, yolu bilmezdik biz. Polise söyler, tarif ederiz diye öğretmemişlerdi. Onlar geceleyin gelir bizi alırdı. Onlar toplardı. O gün gelmediler, sonra da gelmediler. Bir daha hiç gelmediler. Onlara ne oldu bilmiyorum ama artık yoklar.

-Sizi topladıklarında, nasıl bir yere götürürlerdi? Orada size ne yaparlardı?

-Önce kim ne kadar para topladı, onlar hesaplanırdı. En az parayı veren 3 kişi dayak yerdi. Dakikalarca dövülürdü. Tekme tokat dövülürdü. Kimse ağlamazdı. Dayağı yiyen de izleyen de dayağın bitmesini beklerdi. Her gün en az 3 kişi dayak yerdi. Herkes çok para da toplasa da 3 kişi mutlaka dövülürdü. Kendi aramızda rekabet sağlamak içindi bu. Ben de çok dayak yedim. Herkes kadar çok yedim. En az para toplayan 3 kişiden biri olmamak için daha çok dilenirdik bu sayede.

-Onlardan kurtulunca ne yaptın?

-Belki de ilk defa kapsamlı düşündüm. Şimdi ne yapmam gerek diye epeyce düşündüm. Belli bir süre kendim için dilenmeye devam ettim. Yaşım 22-25 arasıydı. Muhammed Esad adında bir adam yanıma geldi. Bir ailem olup olmadığını sordu. Ona olmadığını söyledim. Nerde kalıyorsun dedi. Sokakta yaşadığımı anlattım. Bana evinin çatı katını verdi. Ne iş yapmak istediğimi sordu. Daha önce görmüştüm. Sokakta kitap satıcıları vardı. Onlar gibi kitap satmak hoşuma gittiğini söyledim. Daha makul, daha resmi bir iş ayarlayabileceğini söyledi. Mesela beni eğitip sekreter yapabilirmiş. Neden bilmiyorum, sokaktan ayrılmak istemedim. Kitap satıyorum, okuma yazmam da var artık. Kalacak yerim de var. Artık hayatım düzeldi. Şuan mutluyum. Hatta bir sürü kitap okudum. Küçük bir kitap kurduyum denilebilir.

-Evlenmek hiç içinden geçti mi?

-Çok isterim evlenmeyi. Daha doğrusu beni birisinin sevmesini ama bu sadece bir hayal. Kim benimle evlenmek ister ki? Hem nasıl geçiniriz, birbirimize nasıl bakarız. Çok zor geliyor bana.

-Son bir sorum daha olacak. Dünyaya gelmeden önce, anne karnında iken sana sorulsaydı, karar verme hakkın olsaydı, bu hayatı hiç yaşamamak ya da yine böyle bir dünyaya gelmek, aynı şeyleri tekrar yaşamak. Hangisini seçerdin ?

-Bu çok zor bir soru. Vereceğim cevap gerçeği yansıtır mı bilmiyorum ama sanırım yaşamayı tercih ederdim. Hayat ne kadar zor olursa olsun, yaşamak çok güzel. Yok olmak ise çok korkutucu. Galiba en kötü şartlarda var olmak, hiç olmamaktan daha iyi.

-Teşekkür ederim. Seni tekrar rahatsız etmek isterim. Kendine çok iyi bak. Hoşçakal ..

-Hoşçakal Ümit, ben teşekkür ederim.



 Ümit Samimi

 Kaynak: www.internethaber.com

  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

"Varlığımız Sırlarımızdan İbaret!"

Yazarın Profili
Paylaş

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir