Gözlerini Sıkıca Kapatmalısın – Onur Tuncay


Süper kahramanlar vardiyayla çalışır ve bunu süper kahramanlar haricinde kimse bilmez. Mesela iki tane Bruce Wayne vardır. Biri gece çalışır biri gündüz. Bunu Alfred bile bilmez. İki Bruce Wayne fikrine alışamadıysanız eğer bu adamların süper güçleri olduğunu aklınıza getirmenizi öneririm. Bir şekilde kendilerini klonladıklarını falan düşünürseniz gayet anlaşılır olacaktır. Kimseye bu küçük hileden bahsetmezler, saygınlıklarını yitireceklerinden korktukları için. 


Bunları nerden bildiğimi sorguluyorsanız eğer o minicik beyninizle, sizi fazla uğraştırmamak için söyleyeceğim. Tahmin ettiğiniz gibi ben de süper kahramanım! Fakat ailemi geçindirmek zorunda olduğum için, süper gücümü kullanarak daha işe yarar bir meslek seçtim kendime. Malum, kahraman olduğunuz için kimse size para vermiyor. Gazilere maaş ve ücretsiz otobüs pasosu veriliyor tabi o ayrı.

İnsanların ne zaman ve nasıl öleceğini görmekten başka özel yeteneğim olmadığı için sanırım ölene kadar fal kafede çalışacağım. Tahmin ettiğiniz gibi falcıyım. Vardiyalı olarak çalışıyoruz. Ben gündüzleri çalışmayı seviyorum çünkü geceleri evimde karım ve çocuklarımla zaman geçirmek en büyük zevkim.  Geceleri ise diğer falcı arkadaşım devralıyor iğrenç kahve telvelerini. Baktığımız fal başına ücret alıyoruz. Yani standart bir maaşımız yok. Kahve ve fal toplam on beş lira kafemizde. Beş lirası bizim oluyor on lirası mekan sahibinin. 

Her akşam 18.07de işten çıkıp arabama bindiğimde tek isteğim evime gidip ailemle sıcak bir yemek yiyebilmek ama bunun için sabretmem gerekiyor. Çünkü müthiş bir trafiğin ortasına dalmaya namzetim. Her gün bir sürü insanın gözlerine bakıp nasıl öleceğini görmek pek hoş bir şey değil. Başlarda beni allak bullak ediyordu bu ama zamanla duyarsızlaştım. Ancak trafik beni hala geriyor. Süper kahraman olmanın en önemli yasalarından biri de çelik gibi sinirlere sahip olmaktır.

Çenemdeki mısır püskülünü andıran bir tutam haricinde sakalım yok. Uzatıp boncuk taktığım için karım söylense de onu, mesleki gereklilik olduğuna ikna etmem fazla zaman almadı. Saçma sapan kıyafetler giyiyorum çalışırken. Ortadoğu esintileri taşıyan şeyler. Takım elbise giysem inandırıcı olmazdım. Böyle giyinince insanlar gerçekten bir falcı olduğuna inanıyor. Beni bazen Kaddafi’ye benzetenler bile oluyor.

Bu zamana kadar asla yanılmadım. Asla tebrik edilmedim.  Fakat bir falcı için gereğinden fazla acı çektiğim söylenebilir. Bir süper kahramana göre ise gereğinden fazla melankoliğim. Küçük kızımın iki yıl sonra hastanede öleceğini biliyorum. O zaman altı yaşında olacak. Neden öleceğini görebilsem bir şeyler yapacağım ama bilmiyorum. Tek yapabildiğim onunla daha çok ilgilenmek çünkü diğer kızım sekseninde ölecek.

Sürekli birileriyle göz göze geliyor ve ölümünü görüyorum. Gerçekten hiç eğlenceli değil. Çoğu zaman huzursuz ve somurtkanım. Trafikte olduğum gibi. Önümde uzun bir yol var ve arabalarla dolu. Arada sırada birkaç metre ilerleyebiliyoruz.  Güneş arabanın camlarında gücüne güç katıp bedenime vuruyor. Radyoda iğrenç bir program var. İğrenç yaz şarkılarını on dakikada bir reklamlar bölüyor ve ardından iğrenç spiker gayet yılışık bir sesle telefon bağlantısı alıyor. Ne telefondaki adam eğleniyor ne de spiker, ikisi de samimiyetsizce gülüyorlar birbirlerine, zorunda hissettikleri için.

Mesanem ağzına kadar dolu. Bunu hissediyorum. Kasıklarımda zamanla ağrı başlıyor ve yolun açılmaya hiç niyeti yok. Orta şeritte dolu bir mesaneyle sıkışıp kaldım. Etrafıma bakındığımda sadece bir su şişesi buluyorum. Mecburum. Yapmalıyım. Şişeyi bacaklarımın arasına koyup rahatlamanın tadını çıkartıyorum ancak yarım litreden fazla işeyebildiğimi o anda öğrenmemeliydim. Yarım litrelik şişe doluyor ve ardından taşıyor. Koltuğa, pantolonuma ve ellerime bulaşıyor. Ayaklarımın altında küçük bir gölcük oluştu bile. Yandaki şoför her şeyi görüyor. Üst dudağı hafifçe kalkmış, tiksiniyor benden. Tipimden ne olduğumu anlamaya çalışıyor. Arkadaşlarına veya ailesine ya da gördüğü ilk kişiye benim rezaletimi anlatmak için sabırsızlanıyor. Ancak yirmi dakika sonra öleceğini o değil, ben biliyorum. Yani umursamama gerek yok.

Yaklaşık bir buçuk saat gecikmeli gelebildim evime. Bende isterdim bahçeli bir evde oturmayı, arabamı garaja bırakıp, elimde pahalı bir ceketle çimlerin arasından yürürken çocuklarımın gelip boynuma atlamasını, karımın kapıda beklemesini. Ancak yetmiş metre karelik bir apartman dairesinde oturuyorum. Öncelikli talebim ise asansörlü bir apartmana taşınmak. Kim bilir belki, bir gün…

Anahtarlarımı unuttuğumu kapıda fark ediyorum. Zile basıyorum. İğrenç bir sesi var zilin. Kapı açılmıyor ve ikinci kez basıyorum zile. Kapıyı küçük kızım açıyor. Gözlerinde ölümü görüyorum yine. Diz çöküp kollarımı açıyorum. “Kimmiş?” diye sesleniyor karım içerden. “Kimse değil, babam.” diyor küçük kızım ve koşarak uzaklaşıyor. Diz çökmüş vaziyette kollarım açık kalakalıyorum. Mal gibi. Karım hoş geldin demiyor. Hatta başını uzatıp bakmıyor bile. Kızım, “Kimse değil, babam.” diyor beni görünce. 

Aynada kaç kez baktım gözlerime, ölümümü görmek için?


Pardon, süper kahraman olduğumdan bahsetmiş miydim? 


                                                                                             Onur Tuncay

  • 0
    alk_
    Alkış
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    _a_rd_m
    Şaşırdım
  • 0
    k_zd_m
    Kızdım

“Merdiven Altı Yazar”

Yazarın Profili
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir